20 Ocak 2016

Hesap

Ocak 2016
tam 7 yıl önce yazdığım aşağıdaki yazıyı 7 yıl sonra ilk defa taslaklarda bulup okudum bugün. o sıralarda ne kadar kötü hissettiğimi bir kez daha hatırlayıp, aslında o zamandan bu zamana ne çok yol kat ettiğimi fark ettim. geleceğim, o günlerde düşündüğüm kadar mutsuz ve umutsuz olmadı. kendimi şaşırtacak derecede güzel şeyler yaşadım hatta. klinik depresyon ve anksiyetenin elinden kendimi bir şekilde kurtardım. (ilaçlar ve terapinin katkısı büyük)  bir günde olmadı tabii tüm bunlar, belki gerçekten yıllar sürdü ve yeniden hasta olabileceğimin de farkındayım; depresyon ve anksiyetenin belki de ölene kadar bir parçam olacağını biliyorum. kafamın içinde bir yerlerde bir saatli bomba gibi duruyor hastalık ihtimali ama ilk seferden sonra sanki o bombayı patlamadan imha etmek daha kolay. ara sıra yokladılar geçen yıllarda ama hiçbirinde ilk seferki gibi mahvolmadım.

hayatımda yepyeni bir yola girerken ve çok büyük değişikliklerin eşiğindeyken bu yazıyı blogumda yayınlamak ve kendime aslında ne kadar güçlü olduğumu hatırlatmak istiyorum. yaşamdaki streslerle ve sıkıntılarla baş etmek zorlaştığında hayatımın en karanlık günlerinden bu günlere gelebildiğimi ve bazı anlar karamsar olsam bile o an hayal dahi edemediğim güzel şeylerin beni gelecekte beklediğini biliyorum. hayat zor ve karmaşık ama insan mutlu olmayı hak ettiğine inandığında güzel şeyler oluyor sanki. ben geçen yıllarda kendimi iyi etmeye çalıştım ve kendimi değersizleştirmekten vazgeçtim. hala bazı şeyler benim için çok zor ve karamsarlığın o tanıdık kollarında buluyorum kendimi ara sıra ama yerimde saymadığım, risk aldığım ve mutlu olmak için kendime şans tanıdığım için kendimle gurur duyuyorum.

Haziran 2009
Bir şeyler bittikten sonra geriye dönüp ne olmuş, ne bitmiş diye muhasebe yapmak hiç adetim değildir ama geçen 4-5 ay hayatımın en zor-kötü dönemi olduğu için birazcık eskiyi deşeleyip kendime olan borcumu ödemem lazım. O kadar yoruldum, kırıldım, dağıldım, parçalandım ki yaşadığım hiçbir zaman dilimi bu kadar ağır gelmemişti bana. Bunca zaman acıyıp dururken anlatamadığım çok şey oldu, kendime bile söylemedim çoğu şeyi ama artık ne varsa söylemek istiyorum ve bunları anlatabileceğim bloğumdan (kendimden) başka kimse olmadığı için yazmak en iyi yol. Ben kendi kendime konuşurken bu satırları okuyanlar uzaktan beni duyuyormuş ama konuşmaya müdahale edemiyorlarmış gibi olacak biliyorum ama bazen söylenecek ne varsa tanımamdığım, beni tanımayan bilmeyen, yorum yapmayan, yargılamayan, yargılasa da benim bilemeyeceğim insanlarla paylaşmaktan daha rahatlatıcı bir şey olamaz, ben düşüncelerimi boşluğa gönderiyorum, benim boşluğuma rast gelenlere de selam ediyorum.

Eternal Sunshine'dan öğrendiğim bir şey varsa o da acı veren şeyleri silmenin, hiç yaşamamış saymanın bir yararı olmadığıdır. Çok zaman keşke bunlar hiç olmasaydı, keşke hiçbir şey yaşamasaydım, keşke şu insanları tanımasaydım gibi laflar ettim, ama bir yanım hep bildi ki olan olduktan sonra onu tamamen silsek bile bunun bana bi yararı olmayacaktı zaten olanları yanımızda taşımaktı bizi büyüten. Yaralandıktan sonra kalan izleri görebilmek neden kötü bir şey olsundu, asla zararı olmazdı. Benim bilmediğim şey yaralanmalara karşı bağışıklığın nasıl kazanılacağı idi. Yani bu dünyada herkes şu veya bu şekilde incinir ama sadece buna bağışıklığı olmayan insanlar parçalanır. Ben de ne yazık ki bazı şeyleri parçalanarak öğrenmek zorunda kalanlardan oldum. Yaşadıklarımı sonsuza kadar silip zihnim bembeyaz olsun isterken aslında bi tarafım onları zihnimin en karanlık taraflarında saklamak istiyordu, biliyorum şimdi daha iyi görüyorum. Kalbim kırıldı, dengemi kaybettim, ölecekmişim gibi hissettim ama bunları yaşamak için doğru zaman belki de buydu. İzlediğim, dinlediğim, okuduğum hikayelerdeki kahramanların hayat üzerine söylediklerini deneyimleyip, onların davranışlarındaki manayı tam olarak anladığım kısa anlar yaşadım. Hiçbir zaman bir Nora Ephron filminde yaşayamacağımı biliyorum şimdi, hiçbir zaman iyimser ve inanan biri de olmayacağım, belki eskiden birazcık hayalci tarafım vardı o da beni kesinlikle ve geri dönmemek üzere terk etti ancak söylediğim gibi bunlar kötü şeyler değil. Kalpler kırılabilir, insanlar öfkelenir ve arada bir her şey durmuş gibi gelebilir, artık bu düşüncelerle çok daha barışığım ve gerçekçi yanımı da sevmeye başladım. Kendimden başka kimseyi de suçlamıyorum, sorumluluk almanın önemini ve dünyaya kafa tutmanın beyhude bir çaba olduğunu kavradım. Her zaman suçlanacak birileri, bir şeyler vardır ama bunu yaptığım sürece asla tam olarak iyileşemediğimi gördüğüm -ki bunu görmem çok uzun zamanımı aldı- için sakinleştim. Hayatımda ilk defa öfkenin ne kadar güçlü bir duygu olduğunu deneyimledim, öfke insanı mahvedebilir ve bu öfkeyi öfkenin nesnesine yöneltme fırsatı yoksa ve aslında o nesne gerçekten suçlu bile değilse öfke öyle bir içe dönüyor ki bu sefer insanı içten içe yok ediyor Burada da Ted Mosby ile özdeşim kurdum öfkeyi bastırmak veya dışarı atmak hiçbir şeyi çözmez, öfkenin gitmesine izin vermek gerekiyormuş gerçekten de sadece birgün uyanıp içimdeki öfkenin mantıksızlığını anladım ve sadece bana zarar verdiğini fark ettim. (Dizlerden ve filmlerden acayip çok şey öğrenmişim ben, aferin bana valla)

Tek sorun kalbimin kırılması değildi, tek başına o olsaydı çok daha kolay atlatırdım belki, bir şey kötü gitmeye başlayınca diğer her şey de onunla beraber kötü gitmeye başlıyor benim hayatımda, önüne geçilemeyen olaylar dizisi de böyle başladı. Biri bitmedi ama yenisi geldi hep. Şimdi düşünüyorum da ortaya tek bir sorunu koyup hayatımı birbirine bağlayan her şeyi o sorunun ekseni etrafında döndürdüğüm için böyle oldu belki, yine de emin değilm belki sadece tesadüftü, evrenin raslantısallığı ve kocaman kaosu hep benim aleyhimde işlerdi bi şekilde zaten. Ben aşırı kırılgan ve hassas olduğumdan en ufak şeyleri kocaman gördüm, biliyorum. Aslında ben birçok konudaki sorunlarımı biliyorum, farkındalık ve içgörü konusunda üstüme yok ama bi şeyin nedenini biliyor oluşum ona çözebileceğim anlamına gelmedi benim hayatımda hiç. Hep bildim, bildim, buldum, araştırdım, içime bakmaktan hiç çekinmedim ama yaptığım sorunlar listesi için çözümler listesi oluşturamadım. Hala da oluşturamam, ama bazen zihnim açıkken daha sağlıklı düşünebildiğim kısa zaman aralıkları oluyor, çözümlere yaklaşıyorum öyle 40 yılda bir. Kötü olaylar yaşayıp çok üzülüp ardından darmadağın olduğum için kendime kızıp, bu hallere niye düştüm diye düşünüp daha çok üzülüp sonra tekrar üzüldüğüme sinirlenmek gibi bir kısır döngü içine girdim. Öyle bir şey ki bu kafamda kara bulutlarla dolaşıyormuşum gibi hissettirdi bana, üstelik o bulutlar bazen boynuma kadar çöküyordu, hem nefes alamıyordum hem ışığı göremiyordum. Hiç bitmeyecek zannettim, aklımı kaybedeceğim ve başıma çok kötü şeyler gelecek zannettim. Öyle çok korktum, öyle çok korktum ki içimde sürekli bir buruk heyecanla dolaştım. Hayatımda hiç bu kadar korkmamıştım, hiç bu kadar batmamıştım. Her zaman güçlü bi yanım kalırdı geriye, bu sefer tek bir tane bile kalmadı her alanda yıkıldım. Kendimi açtığım arkadaşlarımın aslında buna hiç değer olmadığını anladım, ama yine de bu kadar kırılgan bir zamanımda bana destek olmayı istemedikleri için üzüldüm, olmak zorunda değildiler elbet, ben de kolay bi insan değildim yine de bazen kötü hissettirdi. Çok uzun zaman okuduğumu anlayamadığım, yerimde oturamadığım, konuşulanları duymadığım duyduğum kısımları da anlayamadığım, 20 dakikalık dizileri bile izlemek için dikkatimi toplayamadığım zamanlar oldu, bir anda bir sürü kilo verdim, o kadar sağlıksızlaştı ki görüntüm kendimden tiksinmeye başladım, uyuyamadım, çok ağladım nedensiz yere ve gerçekten kendim için tüm umutları tükettim.

Çok kötüydü işte bunca yazının özeti budur, hala da tam olarak düzelmedi ama ben daha iyi hissediyorum şimdilik, okulum bitti, tatil başladı. Önümüzdeki iki hafta en azından deniz ve denizden esen rüzgarlarla meşgul olmak istiyorum. Okunacak 1 milyon tane kitabım, izlenecek zilyon tane filmim ve 10 sezonluk Friendsim var. Hayatta bunlardan daha önemli bir şey de yok aslında, elimdeki zamanı böyle geçirmek şu an için hayatta yapabileceğim en iyi şey, günlerimi saçma sapan düşünceler yerine sex and the city izleyerek, romantik komedilere gülerek geçirmek istiyorum. İnsanlardan mümkün olduğunca uzak kalıp bolca uyumak ve yemek yemek istiyorum. Tatlılar, meyveler, bizim oralarda yazın pek bi lezzetli olan domates yemek istiyorum. Sonra da batırdığım derslerimi toparlamak için yaz okuluna gidip o andan itibaren hem derslerimi, hem hayatımı iyice bi düzene sokmak istiyorum. Yapabilirmişim gibi geliyor, o kadar da zor değil, yeniden başlamak için elimizde hep birazcık ekstra zaman kalıyor, ayrıca bunları yazabiliyor olmak bile bir şey, uzun zaman mal mal bakıp ne okuyabiliyordum ne de düşüncelerimi bir araya toplayıp yazabiliyordum. Şimdi kafamı maksimum düzeyde toplayıp yazdım bunları, dönüp dönüp okudum, bir süre daha sürekli okuyacağım gibi görünüyor. Ne düşündüğümü, ne hissettiğimi kendime de anlatmış oldum sonunda, bazen böyle dışarıdan bakabilmek çok iyiymiş.