26 Ocak 2013

Mevsimler

sonra bir şarkı çalmaya başlar ve adam der ki, "hadi mevsimler başlasın." hangi mevsimler diye sormaya yanaşmam bile, öyle içten ister ki bunu "ne olacaksa olsun yeter ki mevsimler başlasın, değişsin, nasıl olacağı mühim değil" derim. hadi önce mevsimler bi başlayıverin, sonra da sakin bir müzik çalmaya başlasın, insanlar yeni mevsimle birlikte yavaşça dans etsinler. herkes dans ettiği için tüm ana yollar kapansın, arabalarını durduran insanlar birer birer kendilerini yola atıp bu büyük dansa katılsınlar. mevsimler bir bir başlasın, dans büyüdükçe büyüsün. şarkı sonsuza dek devam etsin. dünya bir şarkıdan ve sadece dans eden insanlardan ibaret olsun. hadi mevsimler bi başlasın. başlasın da gidelim.

23 Ocak 2013

Yirmi Beş

İki gün sonra doğum günüm ve ben şaşırtıcı olmayacak şekilde yaşlanmayı düşünüyorum. 25 olmanın 24 olmaktan pek bir farkı yok elbette; altı üstü bir yaş ama niyeyse 25 yaş bir şeylerin mutlak olarak biteceği (bkz:çocukluk), bu zamana kadar yetişkin olamadıysam bile bu andan sonra olmak zorundasın düşüncesiyle kavga etmeye zorlanacağım ve ne yazık ki şu çok korktuğum 30'a doğru saymaya başlayacağım yaş olacak benim için.  Ayrıca 'okulu bitirdin o zaman işe gir, evlen çocuk yap ve hayatının her gününü aynı sıkıcı iş yerinde iş arkadaşlarınla ev eşyaları hakkında konuşarak geçir, eğer bunları yapamıyorsan hayatını boşa harcıyorsun' temalı konuşmaların çılgınca hedefi olacağımız yaşın da ta kendisidir ne yazık ki 25. Tüm bunları 24 yaşında duymadığımızdan değil, tabii ki de beynimizi yiyen insanlar her yaşımızda bir yerlerden türemek suretiyle bizi sinir krizlerine sürükleyebilirler ancak yirmibeşte iş ciddiye biner. Artık ciddileşmenin ve toplumun söylediği her şeyi yapmaya başlamanın net ve kesin yaşına gelmişizdir, bundan sonra yapılacak her türlü aykırı hareket affedilmez sınıfına girecektir.

Şimdi bu söylediklerim size abartı gibi gelebilir ama hiç öyle değil. Ben kendi kafamın içinde 25 olmayla ilgili birtakım mücadeleler verirken tüm bu "yaşın geçiyor sen hala bıdıbıdı..." şeklinde gelişecek cümleleri öngörebiliyorum. Çünkü çevremdeki insanlara bunların söylendiğini duydum, gördüm, şahit oldum. Bizzat bana söylendiklerine de şahit oldum pek tabii zira ben toplum, kültür, gelenekler bikbik diye konuşmayı çok seven teyze kafilesinin çok kez ortasında kalmış, akraba denilen ne işe yaradığı bilinmeyen garip güruh tarafından da evde kalmış şeklinde nitelendirilip hayrına şu kıza bir koca bulalım çalışmalarının hedefi olmuş bir insanım. Biliyorum ki bu yaşımda da bu tarz şeyler azalarak bitmeyecek tam tersine katlanarak artacak. Sonra şunu düşünüyorum bu insanlar, bu düşünceler hepsi sinir bozucu olmanın dışında aslında hiçbir şekilde beni etkilemesi mümkün olmayan şeyler. Kendimi bir şeylerin gerisinde kalmış, olmamış, olduramamış hissetmeme gerek yok. ÇÜNKÜ BU SÖYLENENLERİN HİÇBİRİ BENİM HAYALİM DEĞİL. Sabit bir gelirim olsun diye yaşam enerjimi tamamen sömürecek bir iş istemiyorum mesela. Evlenmek, gelinlik giymek, anne olmak falan hayatımın en temel, en önemli amaçları arasında yer almıyor mesela. Ne yapmak istediğime henüz karar vermemiş olmam da çok normal bence, herkes istediği şeyi, olmak istediği insanı, birlikte yaşlanmak istediği kişiyi falan 22 yaşında buluyor ve hayatını ona göre kuruyor olabilir, o insanlara da saygım sonsuz ama benim onlar gibi olmamam yanlış olduğum anlamına gelmiyor. Hayat bitmiyor, kimse herhangi bir planın gerisinde falan değil. Zaten zamanla ilgili ne biliyoruz da neyi planlamaya çalışıyoruz onu da hiç anlamış değilim aslına bakarsanız.

25 yaşında olmakla ilgili en büyük sıkıntım fiziksel ve ruhsal olarak yaşlanıyor olduğum hissi. Gerçekten bu konuda kendimi sakinleştirmeyi başaramıyorum. Aynaya baktığımda gerçekten çok daha yaşlı bi insan görmeye başladım ve hala çoğu zaman 17den gün almış falan gibi hissetsem de bazen kendimi çok yaşlı yorumlar yaparken yakalıyorum. Hayata bakışım yaş perspektifinden şekillensin hiç istemediğim halde bazen kendimi benden genç insanlara siz daha gençsiniz ilerde anlayacaksınız tarzı konuşmalar yaparken yakalıyorum. Sanki artık daha çabuk yoruluyorum, sanki okuduklarımı daha geç anlıyorum. Beynim ve bedenim biraz yavaşlamış gibi hissediyorum. Elbette yaşlanmaktan kaçmak mümkün değil, hayatımın her dönemi aynı fiziksel ve zihinsel kapasiteye sahip olamayacağımı da biliyorum. Biliyorum bilmesine ama sanırım bunu rahat bi şekilde kabullenmeye ve bu fikirle barışmaya henüz hazır değilim. Bu noktada biraz abarttığımı kabul de edebilirim, 25 öyle aman aman bir yaşlanma yaşı değil ama sanki sembolik olarak çeyrek asır yaşamanın verdiği bir yükü ekliyor üzerime.Çeyrek asır yaşadım da ne yaşadım, o kadar çok bile değildi yaşadığım o zaman neden yaşlanıyorum diye düşünüyorum ve 35ime geldiğimde de bu şekilde hissetmekten korkuyorum. 25 yıl yaşadığımı anlamadım ben, hiç o kadar çokmuş gibi değilken neden o kadar çok? Neden bu kadar yaşlıyız birden bire. Benim tüm kavgam bu. Bu yaşımda bir şey olmak zorunda olduğum ya da hayatımı boşa harcadığım iddialarını falan kendime dert etmeyerek salt yaşlanma fikrine takılıp kalmış durumdayım. O yüzden de  yeni yaşımda da beni mutlu eden şeyleri yapmaya devam etme kararı aldım. Seyahat etmek benim en büyük tutkum, seyahat etmek bir kariyer, bir gelecek planı falan değil ama şu hayatta beni gerçekten ama gerçekten mutlu eden ender şeylerden biri. O yüzden üzerimde herhangi bir baskı hissetmeden, fiziksel ve zihinsel olarak da iyice yaşlanmadan önce seyahat etmek, dünyayı görmek, yeni insanlarla tanışmak istiyorum. Şanslıyım ki bunu yapabilecek imkana da sahibim ve yeni yaşım için bu kararı vermiş olduğum için de kendimle çok acayip gurur duyuyorum.

Yeni yaşım kutlu olsun o zaman, çeyrek asırlık insanım, hey gidi. daha dün bisiklete binmeyi falan öğrenmiştim ben, bir de sanki en son üniversiteyi kazanmıştım. ondan sonra ne oldu nasıl oldu işte o arayı kaybetmişim. bir gün geldi ve yirmi beş yaşında oluverdim. kreşte aşık olduğum çocuğu bile çok net hatırlıyorum. 20 yıl geçmiş olamaz ama olmuş be hocam. neyse çeyrek asırlık Gökçe, yeni yaş yeni maceralar...

17 Ocak 2013

The Royal Tenenbaums


Aynı gün içinde iki kez izlemeye teşebbüs ettiğim film. Bir kez yetmedi. Sinemanın neden dünyanın en güzel şeyi olduğunu bir kez daha hatırlattı bu film bana. Bir de soundtracki en güzel filmler listeme üst sıralardan giriş yaptığını belirtmeliyim. İzleyin.

14 Ocak 2013

Yapboz

durup durup mantıklı açıklamalar bulmaya çalışıyorum. akıl yürütmeyle, nedenler bulmakla, sonuçları tahmin etmekle ya da planlar yapmakla hissetmeyi durduramayacağımızı bildiğim halde kendime hakim olamıyorum. sanki tüm sorunlar bir mantık yapbozunun parçaları halinde olursa ve ben parçaları başarılı bir şekilde birleştirip, birleştirdiğim parçaları en sağlam yapıştırıcıyla yapıştırıp bir de bu yapbozu afili bir çerçeveye koyarsam sonra da karşısına geçip günlerce bu yapboza bakarsam her şey geçecekmiş gibi geliyor. sanki tüm cevapları bulacağım ve asla unutmayacağım. kötü de hissetmeyeceğim çünkü her şey kontrolüm altında olacak. oturup tüm parçaları birleştirmişim dağılmasınlar diye, yapıştırmışım bir de, çerçeveletmişim. sapasağlam duracak tabii. ne kadar da kolay olacak dağılmamak. kendimi kandırmak kadar kolay olacak mı acaba?

hissettiğim her şeyden ölürcesine korkuyorum. ona da söyledim, hissetmek beni öldürüyor dedim. çünkü ben daha önce kimseyi bu kadar sevmedim. kendimi bile sevmedim ki nasıl bileyim sevmek nasılmış. sevmeyi öğrendiğim zaman hissettiklerimden korkmam da garip değil, insanım neticede; yeni şeylerle karşılaştığımda hissettiğim ilk şeyin korku olması doğam gereği. hayatta kalmaya çalışıyoruz hepimiz. ama korkuyorum dedim. sevmekten. çok sevmek güzel bir şey olmalıydı, güzeldi elbette ama çok sevmek demek kaybersen daha çok dağılmak demek, giderse on kat daha çok özleyeceksin demek. bilim insanı olmaya çalışıyorum ya küçük hesaplarım hep bundan. her şeyi sayılara, oranlara indirgersem korkum geçecek zannediyorum. geçmiyor ama denediğim için beni suçlayamazsınız. hayatta kalmaya çalışıyoruz hepimiz neticede. tüm çabam bundan. bir bütün olarak kalmak istediğimden yapıyorum ne yapıyorsam. yoksa kendimi bıraksam mesela, bir kolumu keser ona veririm yanında götürsün diye. ya da iyice küçülür cebinde yaşamaya başlarım. belki de annesi oyuncak almadığı için kendini yerlere atan çocuklar gibi kendimi yerlere atar ağlarım gitmesin diye. bunların hepsini yapabilirim ama ben dağılmamaya çalışıyorum. sımsıkı duruyorum. zihnimde hep sımsıkı yapışmış yapboz parçaları... gözümü kapadığımda kendimi demir bir köprünün ayaklarına sımsıkı sarılmış görüyorum. nehre düşmek yok. sevgi insana böyle şeyler yaptırmaz diyorum. hem şimdi gidecek ama bir daha hiç gelmeyecek mi sanki. gelecek tabii. söz verdi. ben de yaşamaya devam edeceğim, bildiğim gibi. belki köprülerde daha dikkatli olurum, belki nehirlere çok bakmam, belki kendim için onlarca yapboz alırım, o yokken tek tek birleştiririm hepsini. başka ne var zaten yapılacak. kimseyi yolundan çeviremem ki, kendimi bile. yaşamanın yan etkileri diyip geçerim. sonra zaman derler, zaman her şeyi geçirir. belki zamanla zamanın silgisini sevmeyi bile öğrenirim.