28 Kasım 2012

"Benimle kalmak zorunda değilsin ama gitmesen iyi olurdu."



14 Kasım 2012

"Cause I don't understand these people."



Bazen ben de yıldızlarla konuşuyorum.

8 Kasım 2012

Herhangi Bir Hikaye

Onu en çok bana hikaye anlattığı zaman sevdim. "Hikayenin tamamını duymak istiyor musun?" dedi.
Tabii ki dedim, ben her zaman tüm hikayeyi dinlemek isterim.
Sonra anlattı. Hikayenin sahibiymiş gibi anlattı. Tüm dünyaya yaşama sevinci kavramını yeniden tanımlamak için gönderilmiş bir insan gibi anlattı. Hayatı boyunca bu anı beklemiş gibiydi, bana hikaye anlatacaktı...
Ben onu dinledim, uzun uzun konuştu.
Neden bu kadar mutlusun, dedim.
"Mutlu olmakta ne yanlışlık var," dedi. "Mutluyum."
Bir yanlışlık yok elbette dedim. Sanki tüm dünyadaki en mutlu insan sensin.
"Sen mutlu değil misin?" dedi.
Burada mutluyum, dedim.
"Burada değilken nasılsın? Anlatsana bana," dedi.
Boşver dedim, her zaman burada kalacakmışım gibi yapalım.Yürüdük, sokaklar sisliydi.
"Ben böyleyim ne yapayım, hayata olumlu tarafından bakıyorum, ne yapabilirim yani,"dedi.
Bir şey yapma dedim.
Elimi tuttu, cebine soktu. "Üşüme" dedi. "Ellerin çok soğuk."
Sonra diğer elimi tuttu, biri ısınırken diğeri soğuk kalmasın diye.
"Ellerin ellerim için özel olarak yapılmış gibi," dedi. Sustum.Sarhoştu, keşke ben de sarhoş olsaydım.
"Güzelsin." dedi. İnanmadım. Bir daha dedi; güzelsin, güzelsin, çok güzelsin... İnanmadım. Gülümsedim.
"Yarın arkadaşlarını ara ve benim çok güzel olduğumu düşünen bir adam var de," dedi. "Herkese söyle."
"Yakınımda dur," dedi. "Uzağa gitme, sen yanımdayken üşümüyorum."
Uzağa gitmek istedim, elimi kalbine koydu.
Sokaklar bomboştu. Dans etmeye başladı. "Ben her yerde dans edebilirim, biliyorsun, dedi. Elimden tuttu, dans ettik. Sokaklarda neden bu kadar çok sis vardı.
Sonra, "Çavdar Tarlasında Çocuklar" dedi, "en sevdiğim kitap." Kitaptan bir cümle söyledi. Dünyanın en mutlu insanıydı.
Kitabın ilk cümlesini ne çok sevdiğini anlattı. "Gerçeği bilmek istersen" dedi, "ailemden nefret ediyorum."
Bir cümleye "gerçeği bilmek istersen" diye başlamanın neden güzel bir şey olduğunu anlattı bana. Herkesin herkese her zaman yalan söylediğini...
Kimse gerçeği duymak istemiyor çünkü, dedim.
Holden'ı dürüst olduğu için seviyorum, dedi. Yalan söylediğinde bile dürüst sanki; çünkü başkalarının duymak istediği yalanları değil kendi söylemek istediklerini söylüyor, dedi.
Bir akşam için ne kadar da çok şey söyledi. Ben ona kitabın son cümlesini söyledim. Ona rağmen anlatmaya devam etti.
"Herkesi özlemeye başlıyorsun sonra" hala anlamadın mı, dedim. Sustu. Ben ona pek bir şey anlatmadım, şimdi durup dururken özleme ne gerek vardı.
"Gerçeği bilmek istersen." dedi, "ailemden nefret ediyorum, geri dönmek istemiyorum."
Ben de istemiyorum, dedim. Kalalım, bir yolunu buluruz. Biz diye bir şey yoktu. O ve ben ayrı yollar bulurduk elbet kendimize.
Abimle anlaşamıyorum dedi sonra birden bire. Hemen ardından Holden'ın neden iyi bir abi olduğunu anlattı bana. Ben kitabı daha önce hiç okumamışım gibi anlattı, hiç okumamış gibi dinledim. Çocukların masumiyetinden bahsetti,Holden'ın kendinde koruyamadığı masumiyeti kardeşinde sakladığını söyledi. Belli ki abisi ondaki masumiyeti korumaya hiç çalışmamıştı. Ya da kaybettiği şeyler için suçlayacak birine ihtiyacı vardı.
"Yakınımda dur" dedi, "uzağa gitme." "Mutluysam ne yapabilirim, bunda ne yanlışlık var." dedi.
Gerçekten duymak istiyorsan eğer dedim; Yalnızsın. Yalnızlığını gizlemeyi beceremiyorsun. Bir de bana gelmiş yakınımda dur diyorsun, bu kadar yakından çok fazla görünüyorsun, yalnızlığını gizleyemiyorsun. Ben görüyorum çünkü ben de yalnızım dedim.
Sarıldı bana. 5 dakika daha kal dedi. Saatine bakıp 5 dakika tuttu, 5'ten geriye dakikaları fısıldadı kulağıma. "Elimde olsa seni sabaha kadar öperim." dedi. "Gitme."
5 dakika kaç yalnızlığa yeterdi. Gitmem lazım, dedim. Gitmek bir alışkanlık olmuştu. Gidemeden duramıyordum.
"Ben seni korurum" dedi, "her şeyden, herkesten..."
Benim korunmaya ihtiyacım yok dedim.
"Senin ihtiyacın olmadığını biliyorum ama benim seni korumaya ihtiyacım var," dedi. "Senin fikrini sormuyorum bile, ihtiyacım var, korurum."
Beni kötülüklerden koruyacak, sarıp sarmalayacaktı. Hangi yarayı iyileştirmeye çalışacak, kim bilir ne zaman koruyamadığı bir şey yerine beni koyacaktı. İyi hissedecekti kendini, kaybettiği bir şeyi buldu sanacaktı. Masumiyetin başka bir insanda korunup saklanamayacağını ona söylemedim. Gerçeği duymak istediğini sanmıyorum.

Çimlerin arasından eve doğru yürürken sokak lambaları tek tek söndü. Kilise saat başını haber veren çanlarını kulağımızın dibinde çalmaya başladı. Kapının önünde durduk, beni öptü. Teşekkür ettim ona.
"Bana söz ver bir daha görüşeceğiz diye," dedi.
Görüşürüz dedim, neden olmasın.
"Beni unutmayacaksın değil mi," dedi. "beni unutmandan korkuyorum"
Seni unutmayacağım, dedim. Merak etme. Ben istesem bile insanları unutamam.

***

Gerçeği bilmek isterseniz hikayenin her zaman iki hali vardır. Biri tamamen gerçektir, diğeri ise hikayeyi nasıl anlatmayı seçtiğinize göre değişir. Hikayenin ikinci halinin birinciden daha az gerçek olacağını ise kimse iddia edemez. O da en az salt gerçek kadar gerçek olabilir. Çünkü insanlar birbirlerine her zaman yalan söyleseler de dikkatli bakan herkes gerçeğin bir parçasını yakalayabilir, hava sisli de olsa, sokak lambaları gözünüzün önünde birer birer sönse de görebilirsiniz. Bazen de başkalarının duymak istediği değil sadece söylemek istediğimiz yalanları söyleriz, bize özel yalanlardır onlar. Doğrusu, en güzel yalanlar da hep onların arasından çıkar. Ben bu hikayeyi böyle anlatmayı seçtim; gece yatmadan önce kendime anlatabileceğim bir hikaye olsun diye.

***

Bir de kar yağmaya başlamasın mı? "Hadi kar topu yapalım ve kar toplarını elimizde tutalım" dedikten sonra bir insan, onu unutmak nasıl mümkün olabilirdi ki zaten. Kar toplarını yaptık, o elinde tuttu, ben yere fırlattım. Sanırım biraz geç kalmıştım. Bazı şeyleri zamanında yapamadıktan sonra yapmanın ne manası vardı. Bir kar topu daha yaptım, bu sefer sımsıkı tuttum elimde. O bana nabzımı bulmayı öğretti. Yaşıyorsun dedi. Yaşamak güzeldi.