28 Temmuz 2010

ne?

İlginç şeyler. Ne yapsak etsek de normale dönsek. Mutsuzluk değil de karamsarlık derim sorsalar. Sormazlar.

13 Temmuz 2010

Sorrow Waited, Sorrow Won

Ne zaman canım sıkılsa bloğa madde madde bir şeyler yazasım geliyor.

Son günlerdeki hayatımdan hiç hoşlanmıyorum. Mülakatlar, sınavlar, iş bulamama kaygısı vesaire ile hayattan soğumuş durumdayım. Sürekli reddileceğim korkusuyla yaşamak ağır geliyor ve sonunda öyle olacak biliyorum. Mezun olmak bok gibiymiş.

En kötüsü de istediğim işi yapamayacak olmam. Bir şeylere razı olmak ve para kazanmam gerektiği için kıt seçeneklerle yetinmek zorunda kalmak hiç hoş değil.

Dexter'ı izlemeye başladım. Öyle üst üste çok bölüm izleyebildiğim diziler gibi değil dexter. Maksimum 3 bölümü kaldırabiliyorum. Kasvetli geliyor bana ama kasvet iyi bir şeydir. Sadece diziyi bitirme sürem uzayacak.

The National'ın yeni albümü High Violet'i ve Glee'nin soundtrackini dinliyorum bu günlerde. Başka bir şey dinlemiyorum hatta neredeyse. O kadar güzel o kadar tatlılar ki onlarla yatıyor onlarla kalkıyorum. Hele the national'ın sorrow ve runaway diye iki şarkısı var , ah o şarkılar var ya yerim onları ben.

Ne zamandır sinemaya gitmiyorum ben ya.François Ozon'un ölüm üçlemesinin üçüncü filminin yakında geleceği haberini almıştım. Gelse de ona gitsek. İlk ikisi de pek süperdi, izleyin, izletin.

Ölüm demişken; bir ortamda ölümden bahsedin ve insanların tepkilerini gözlemleyin. Herkes o kadar rahatsz ve tedirgin oluyor ki; özellikle bir yakınınızın ölümü ile ilgili bir şeyler söylerseniz herkes bi affallıyor ve kimse o konuyu uzatmıyor. Bir anda değişiveriyor başlık. Tüm insanların üzerine aynı tepkileri verdiği ender konulardan biri de ölüm. Ben uzunca bir zamandır gözlem yapıyorum ve durum bu. Tabi ki de anlaşılabilir bir şey . Birincisi ölüm konusu kişinin kendi ve sevdiği insanların ölümünü hatırlattığı için rahatsız edici. İkincisi bir yakınınızın ölümü üstüne size söyleyebilecek hiçbir şey düşünemiyorlar kısa zamanda. Yine gergin hissediyorlar. Böyle zamanlarda yapılacak en iyi şeyse konuyu değiştirmek oluyor haliyle.

Bir de ben bazen insanlardan çok sıkılıyorum. Konuşuyorlar, bir şeyler anlatıyorlar, gülüyorlar ve ben o sırada hiçbir tepki vermek istemiyorum. Ne işim var ki benim burada diyorum, nedir bu kadar komik olan, üzerinde bu kadar kelime harcamaya değer konu ne ki diye düşünüyorum. J.D gibi hayal alemine dalıyorum sonra. Üstelik o insanlar sıkıcı olduğu için bile değil, sadece ben sıkılıyorum, belki de sıkıcı olan benim, o yüzden böyle oluyor. Bazen de kendi kendime çok güzel espriler yapıyorum ama onları kimseye anlatmıyorum, kendi kendime gülüyorum. Belki de kimse bana çok komik gelen esprilere gülmez diye düşünüyorum. Bazen aslında kimsenin umrumda olmayacak konular üzerinde saatlerce konuşmak istiyorum ama kimsenin umrunda olmadığı için konuşmuyorum. Herkese ilginç gelen şeyleri dinliyorum ama kafamın içinde bana ilginç gelen konuları düşünüyorum. Her zaman olmuyor tabi bunlar ama oluyor işte bazen. Keşke böyle olmasaydım.

5 Temmuz 2010

Yalanlar ve Oyunlar: Çok anlamsız bir yazı

Blogta bu tip yazılar yazmak adetim değildir ama içimdeki Carrie Bradshaw tetikliyor beni, susma diyor. O yüzden duramayacağım, yazacağım zira birkaç haftadır düşündüğüm yegane konu ilişkiler. Bu konuda çok bir şey bildiğimi iddia edemem; gayet düşe kalka boş geyik gözleriyle bakarak anlamaya çalışıyorum her şeyi. Kafama takılan esas konu ise ilişkilerin başlama aşamasında insanların söylediği yalanlar ve oynanan garip oyunlar. Neden insanlar kendilerini olmadıkları biri gibi göstererek başka birinin ilgisini çekebileceklerine bu kadar inanmış durumdalar? Ben uzun zaman bu soruyla cebelleşirken arkadaşım bellediğim erkeklerin gelip bana başka erkekler hakkında "biz böyle başlarda yalan söyleriz, senin görmek istediğin kişi gibi davranırız üstelik bunu seni sevdiğimiz için de yapmayız, sadece o daha kolayımıza gelir çünkü işte biz böyleyiz" benzeri laflar etmelerinin akabinde benim şalter çok pis attı. Bu nasıl bir mallıktır arkadaşım demek istedim. Evet tabi ki ben de farkındayım insanların yalan söylediğinin, klişe laflarla etkileyici olabileceklerine gönülden inanmış moronlar olabileceklernin. Bunlara bir yere kadar tolerans da gösterebiliyorum hatta, içimdeki tüm dalga geçme isteklerine başkaldırarak. Ancak bir insanın tüm hareketlerinin, senin samimi olarak söylediğine-yaptığına inandığın her şeyinin sahte ve aslında sana seni seviyormuş gibi bakarken yüzünün aldığı ifadenin bile uyduruk olabileceğinin söylenmesi insanın asaplarını bozuyor haliyle. Özellikle de sen oyun nedir bilmeyen ne hissediyosan azıyla çoğuyla söyleyen ya da göstermeye çabalayan biriysen daha da çok koyuyor bu durum. Kimse onlardan yalan istemiyor ki, kimse bana dünyanın en muhteşem insanıymışım gibi bak diye diretmiyor ki. Neden yani tüm bu tiyatro, alkış almak mıdır amaç, aman da ben ne güzel kandırdım ne kadar da yetenekli bir insanım mı? Yani dediğim gibi ufak tefek şeyleri anlayabilirim yeni bir insanı hayatına almanın getirdiği gerginlikle törpülersin keskin yanlarını. Ancak ilişkiyi bir oyuna kendini de bir oyuncuya çevirmenin hiçbir yanını anlayamam ben. Zaten bu düzenden çok tiksindiğim için belki başarılı değilim bu ilişki konularında, oyunun kuralı buysa ben bu kurala uymayı reddettiğim için yalnız kalıyorum sonunda. Açıkça söylediğim, açıkça davrandığım, kendimi olduğumdan bambaşka biri haline getirmeye istekli olmadığım için. Karşımdaki değiştirmek gibi niyetlerim de yok yani, bir de o durum var mesela. Ufaktan ufaktan karşıdakini değiştirme girişimleri. Minik manipülasyonlar, ben,m yoluma gel demenin çeşitli "şirin" yolları. Nedir derdiniz demek istiyorum bir insanın gerçekten olduğu kişiyi tanımaya ve o haliyle sevmeye çalışmak bu kadar mı zor. Kendini olduğun gibi dürüstçe tanıtmak ve oyunlar oynamadan bir ilişkiye başlamak imkansız mı?

Aslında burada bana asıl koyan şeyi söylemek istiyorum -her ne kadar bu yazıyı genel olarak insanlar diye başladıysam da erkek cinsine giydirme olarak gelişiyor durduramıyorum, bunun için affedin beni- Bir erkeğin gelip bana başka bir erkeğin aslında beni hiç sevmediğini seviyormuş gibi yaptığını çünkü asıl derdinin başka şeyler olduğunu söylemesidir beni üzen. Bir kadından duysam bunu rahatsız olmuyorum ama gelip bana benim cinsim böyledir hatta ben de çok yaptım böyle şeyler derken lafın nereye gideceğini hiç anlamamalarıdır hayattan soğutan. O laf aynen şu demek kimse seni sevmiyor, sevmeyecek, olduğun kişiyle kimsenin ilgilendiği yok zaten o başlardaki senin dengeli bir ilgi sandğın şey de oyunun parçası, senin özne olmanla ilgili değil, kişiden bağımsız gelişen bir şey. Biz böyle değişkeniz her kadının zayıf noktalarını bulur onun hoşlanacağı şekle bürünüz sonra onlar bize bağlanınca gerçek yüzümüzü gösteririz gibi bir şey işte. Eminim ki tüm erkekler böyle değil zaten bu kadar geniş bir genelleme yapmak benim her türlü inancıma aykırı ama son zamanlarda karşılaştıklarım ve yaşadığım olaylar üzerinden çıkarımlar yapıyorum sadece Bu yazıyı bağlayamayacağımı hissediyorum, burada bırakıp gdeceğim ama cidden oyunlardan bıktım. İnsanların birilerini deneme tahtası zannetmelerinden bıktım. Yalanlardan, oyunlardan ve aptal insanlardan bıktım. Karşıdakini aptal yerine koymaya çalışanlardan, dengesiz davranmayı taktik zannedenlerden de.

O zaman sözü burada bitiryor ve the magnetic fields'a bırakıyoruz ortamı zira daha yazacak gücüm kalmadı, hiçbir şeyi istediğim gibi anlatamadım daha neler neler var aklımda ama toprlayamıyorum, anlamsız ve gereksiz bu yazı için kusura kalmayın dostlar.

"no one will ever love you honestly, no one will ever love you for your honesty."

2 Temmuz 2010

Hastasıyız: Glee






Ben bu diziye aşık oldum.
Müziği seven herkesin de aşık olacağına eminim.















Kurt, adamımsın. Senin tarzını yerim, kıyafetlerine hastayım.