29 Nisan 2009

hasta

çok yorgunum, hastayım, antibiyotiklerle cebelleşiyorum. iğne yapılınca uzun süre uyuşmak ne demekmiş öğrendim, aha şimdi ölüyorum az kaldı duygusu nasıl bir şeymiş onu da öğrendim. Kusmak her şeyin en kötüsüymüş. iyi olacağım dedim ama bu sefer de fizksel olarak çöktüm. çekilecek derdim varmış napalım.

23 Nisan 2009

#13

Birkaç haftadır perşembe günü listelerimi ihmal ettiğimin farkındayım. İhmal ettiğim tek şeyin bu listeler olamsını dilerdim aslında, ben bu süre boyunca nerdeyse her şeyi ihmal ettim. İnsanları, işleri bazen yaşamayı. Ama bugün süper bir listem var geçen haftanın favori şarkıları:

1-Bon Iver- Creature Fear
2-Coldplay- Lost! (ben akustik olanını tercih ediyorum asıl versiyona alışmadım hiç)
3-Dire Straits- Romeo and Juliet (çok söylenesi şarkı)
4-Gary Jules- Falling Awake (Found a way to blue and another ghost to follow Said “it’s only up to you” and that’s the hardest pill to swallow)
5-Ingrid Michaelson- Be Ok (kendime söylüyorum bunu: i just wanna be ok, be ok, be ok i just wanna feel today feel today feel today i just wanna feel something today)
6-Led Zeppelin: Immigrant Song (aşırı aşırı muhteşem şarkı, fazla güzel şarkı)

20 Nisan 2009

Güneşi Sevmeyen Kız

Uyandım bu sabah 5 gibi, açtım Coldplay'den önce "fix you" sonra "lost!" dinledim. Chris Martin kendime getirdi beni, sınavıma çalışmadım her şeyi yanlış okudum. Canım sıkıldı, gözlerim acıdı güneşten nefret ettim ama Chris Martin'in sesi aklımdaydı, "just because i'm hurting dosen't mean i'm hurt doesn't mean i didn't get what i've deserved" yani, dedim kendime. Yaşamak lazımdı neticede kaybetmek çok büyük bir problem olamazdı kaybolmaya da gerek yoktu. Okuduğumu anlamadım, kendime kızdım ama sorun değildi. can erik yedim, yedim, yedim ve yedim. Hayatta bazı güzelliklerin niye böyle kısa sürdüğünü düşündüm sonra yine yedim. Sulu ve ekşi, daha tam olmayanların tadı ot gibi, olsun sembolik anlamı vardı can eriklerin. Ben artık iyi olmak istedim, iyi ol, iyi ol iyi ol dedim. Can eriklerler güzel, üzerine içilen su da güzeldi. Evet neyse kısacası artık zamanı geldi; her şeyin değişeceği ve değişirken kötü yönde değişmeyeceği döneme girmiş olmalıyım sonunda. İnternetim bozuk, ders çalışmak yerine "seindfeld" ve "sex and the city" izliyorum ve durup durup ağlıyorum şimdilik ama olsun, geçmeyen bir şey yok bitmeyen bir şey olmadığı gibi. Her şey dağılsa bile ben sağlam kalacağım. Her şey dağılsa bile en azından 1-2 ay çilek ve can erik yerim arada bir dondurma. Sonrası iyilik güzellik. Soru sormayı da bırakacağım, cevap bulmak da yetmez bazı şeyleri çözmeye çünkü. Ben iyi olacağım.

11 Nisan 2009

Bahtsız Bedevi Sen Çölde Napıyorsun?

Ben bazen görünmez olabiliyorum, evet bildiğin görünmez. Şöyle bir şey var ki bazı durumlarda insanlar benim varlığımı fark edemiyorlar ve çeşitli vücut parçalarıyla (kafa- dirsek- el) bana çarpıp bünyemde fiziksel hasarlara neden oluyorlar. Bir de self servis olan restaurantlarda(burger king, mcdonalds vb) sipariş vermek için sıra bana geldiğinde beni hiç görmeyip, sanki orada hiç yokmuşum gibi arkamdaki insandan sipariş alan çok değerli insanlar var. Başıma gelen 4 tane dramatik olayı anlatmak istiyorum.

1-Daha dün arkadaşım,tam dibinde durduğumu fark etmeyerek, hızlı bir dönüşle bana kafa attı, tam kaşımla gözümün kesiştiği yere doğru, tak diye bir ses geldi, sonra hissettiğim şey yüzümün sol tarafına hızla yayılan bir acıydı. Bu olayı gören insanlar kısa süreli bir şok geçirip, gülme krizlerini atlattıktan sonra bölümdeki deneysel lab.a gidip buz istedik. Hocalar önce bizim kavga ettiğimizi sandı, sonra benim yüzümdeki mahsun bakışlardan kavga olmadığını anladılar. Olayın nasıl olduğunu sorduktan sonra bir tanesi kendi kendine gülmeye başladı ve "çok özür dilerim arkadaşlar ama çok komik ya hahahaha" şeklinde gülmeye devam etti. Halbuki o nerden bilsindi benim şu kısa hayatım böyle olaylarla doluydu, kınamadım kendisini, komikti zira. Ben de ilk defa görsem böyle bir şeyi gülerdim kahkahalarla ama dedim ya bu benim için bir hayat tarzıydı. Sonrasında koca bir buz torbasıyla kampüsün içinde dolaşmaya başladım, garip bakışlara aldırmadım. Gözüm morarmadı ve kocaman şişmedi neyseki, üfak bir şişle atlattım.

2-Travis konserinde İrlandalı çocuk bana en sağlamından bir dirsek attı. Tam elmacık kemiğimin olduğu yere. Hem de turn çalıyordu, o yüzden çok sallamadım şarkıyı söylemeye devam ettim. Şarkı bittiğinde olayın ciddiyetini anladım, yüzüm kızarmıştı ve acıyordu, soğuk votka bardağı koyarak geçmesini bekledim. İrlandalı çocuk hiç özür dilemedi çünkü bana dirsek attığını bile fark etmedi.

3- Dolmuşta çocuğun biri bana kafasıyla çarptı, sert bir şekilde.Üstelik beni görmeme ihtimali yoktu, çünkü zaten dolmuş dediğimiz şey küçücük bir şeydi, neyseki sonradan beni fark ederek özür diledi ama benim kafam tüm gün sızladı. Koca kafalı olabilirim ama darbelere dayanmıyorum.

4-Burger King'te uzun süre sipariş vermek için bekleyip sıra bana geldiğinde, kasadaki kızın suratına bakıp, gülümseyip merhaba dediğim halde, arkamdaki adama "hoş geldiniz siparişinizi alıyım" diyerek beni dumurlara sürüklemesi akabinde diğer çalışanalaın beni görmemeye devam etmesi ve benim elimi kaldırıp insanlar beni görsün de siparişimi alsın serzenişim görülmeye değerdi. Görseniz, "yazık lan şunun haline bak" derdiniz, ben kendime dedim. Sonra da "başlarım böyle işten, ne yavan insanla çalışıyor bu burger kingte" diye isyan ederek suçu kendi görünmezliğime değil de diğer insanların görmemezliğine bağladım :)

5- Bonus, bonus: En güzelini en sona sakladım, buraya kadar okuduysanız zaten olayı biraz anlamışsınızdır, belki de diğer insanlaı suçlamışssınızdır yani sorun onlardadır belki diye içinziden geçirmişsinizdir. Ancak bu madde sayesinde durumun bu şekilde olmadığı anlaşılacak. Yürümekte olan insanı görüp açılan otomatik kapılar var ya hani, o kapılardan bi tanesini beni görmedi ve açılmadı ben de hızlı olduğum için kapının camına çarptım , evet kafamı kapıya çarptım, çünkü beni görmedi ve açılmadı. Çevredeki az sayıda insan için eğlenceli bir andı, komikti evet zira ben de böyle bir olay görsem gülerdim. İşte dedim ya bir değil iki değil bir hayat tarzı haline gelince komik gelmemeye başlıyor, Neden ya, neden neden diye sorası geliyor insanın. Soruyorum da bazen ama cevabı yok pek tabi ki.

ahaha bu yazıyı yazdığım günün ertesi yaratıcı drama kursunda boynuma bi dirsek yedim, yere yapıştım sonrasında, hala acıyor. Kadere inanmıyorum ama bu benim kaderim galiba :):)

5 Nisan 2009

Teoriler, Hikayeler, Sonlar ve Mutlu Sonlar

Hayat ne garip vesaire diye düşününce hemen vapurlar falan dememek lazım, bazen gerçekten garip, valla. Mesela benim bir yerde sabit olarak durulduğu zaman, o sabit durulan zaman aralığı içinde en az 10 tanıdık görebileceğimize ilişkin bir teorim vardı, hatta bu teoriyi sınamak için en uygun yerin sakarya caddesi olduğunu söyler dururdum. Bugün bu teoriyi sınama şansım oldu, yaklaşık 9 saat boyunca bir yerde sabit durdum (sakarya değildi ama olsun) ve çok alakasız 7 tane tanıdık gördüm. (10 a ulaşamdım ama başlangıç için hiç de fena değil.)1 tanesini 3 yıldır, 3 tanesini 1 yıldır hiç görmüyordum hatta. Yapmamız gereken lokasyon değiştirmeden sabit durmak ve etrafa bakmak, insanlar geçecektir mutlaka, hele Ankara gibi bir şehirdeyseniz. Hoşuma gitti de bu olay o sebepten bloğumla paylaşayım dedim, teori üretme konusunda bir Barney Stinson değilim ama kendi teorilerimle de çok gurur duyarım ayıptır söylemesi :)

Bugünün bir diğer süper yanı da Anathema konserinde görüp aşık olduğum ve kendisine "kirpik wonderland" ismini layık gördüğüm süper insanla yaklaşık 2,5 ay sonra çok alakasız bir yerde karşılaşmamdı. Yüzü beynime öyle bir kazınmış ki görür görmez tanıdım hatta kendisine çok garip bir şey görüyormuşum gibi baktım ki bu benim en rahatsız edici davranışlarımdan birisi, bazen insanlara saçma sapan bir şekilde bakıp, yaptığımın salaklığını anlamadan uzun süre bakmaya devam ediyorum. Kalma durumu var bende, tepkilerimi ayarlayamıyorum kimi zaman. Neyse bu durum üzerinde çalışacağım, kendimi geliştireceğim. Sonra ben çocuğa bakarken, o da "bu kız niye bana bakıyo lan" bakışını atarken ipod'da "it had to be you" çalmaya başladı. Romantik komedilerden bir sahne yaşadım yani, sonra kendime güldüm, universe garip bi oyun mu hazırladı acaba bana dedim, evime kadar "it had to be you"u dinleyerek yürüdüm. Bir daha karşıma çıkarsa merhaba diyeyim bari o an mutlu son olsun, bu da böyle bi mutlu hikaye olsun, aslında hikayenin gergin bir giriş kısmı da var ama fazla miktarda gereksiz düşünce ve gereksiz insan içerdiği için anlatmıyorum, olayın sadece güzel yanını analttım, sizin zihinlerinizi sağlıklı tuttum. Romantik komediler de böyle değil midir, mutlu sonla biter devamını asla öğrenemeyiz, belki "the end" yazısı göründüğü saniyeden itibaren birbirlerinden nefret etmeye başladılar ve çirkin laflar söylediler, nerden bilebiliriz. Ama romantik komediler bizi mutlu etme görevi görüp, görevlerini tamamladıkları anda da hayatımızı terk ettikleri için böyle oluyor. Bazı şeyler de böyle olsun, başı,sonu ve ne olacağı ile ilgili karamsar düşünceler yerine, yaşanan anın hikayesini dinlemek böyle bi umut verici, mutlu edici vesaire. Neyse hadi son noktayı koyuyorum. THE END.
Ama Harry'nin Sally'i niye sevdiğini söylediği sahne ne kadar güzeldi, ne süperdi değil mi? Ah böyle şeyler olmuyor ki, Harryler yok, Sallyler o partide tek başlarına oturup kalıyor.

4 Nisan 2009

For Emma, Forever Ego

Bu albümü öyle çok sevdim, öyle acayip sevdim ki sabahlarım onsuz olmasın istemeye bile başladım. Keşke bahar yerine kışın en soğuk zamanında keşfetseydim bile dedim.