24 Mart 2010

Yüreğimin Sol Kapağı Burkuldu

Bir gün de şu bloğa şuraya gittim, onu yedim çimlerde yuvarlandım falan diye yazı yazsam ya. Bak mesela bugün kütüphanede ders çalıştım ondan önce de şuh kadın pozları verdim. Hadi yalan söylemeyim fotoğraflarımı beğendim ama hepsi şuh kadın pozu değil yani, bir insan görmüşüm de çok sevinmişim gibi yapmaya çalıştığım pozlar da var. Her neyse başka naptım? kivi ve portakal seçtim çok anlıyormuş gibi, eve gelince muz yedim. Yok ya çıkmıyor benden böyle yazı yiyip içtiğim çok da arkadaşım yazmaya üşeniyorum ben, çok üşengeç bir insanımdır ayıptır söylemesi. Geçen hafta çok eğlendim ama söylemeden edemeyeceğim, çeşitli rezillikler ve çeşitli sosyal aktiviteler neticesinde hizmet sektöründen de bi soğudum doğrusu. Okulun son dönemi ya koy götüne gitsin eğlenelim gezelim havasındayım çok şükür ama sınavlar, toefl, ales falan gözüyle gülüyor bana hissediyorum. Hayır ben sınavları ve okuldaki dersleri, sunumları bu kafayla halledersem kendimi superhuman falan ilan edeceğim, aha burdan da sözümdür. Bir de düşünüyorum mesela yüksek lisansa girsem deve yüküyle para verecek tübitak, bu kadar ödüllendirici bir sonuç için bende çabanın bu kadar az olması da kendimi bir sorgulatıyor, sonra çok çok pişman olacağım biliyorum ama hadi hayırlısı. Yarın da kişilik sınavı var, böyle diyince birileri bizim kişilğimizi test ediyormuş gibi anlaşılıyor ama yok öyle bir şey olsa olsa sabrımızı test edebilir bu dersin sınavı. Alttan alıyorum, notum yükselmezse çok darılırım.

Tüm sıkıntılarına iyi gelecek en bi güzel şarkı ve en bi komik videosuyla aranızdan ayrılıyorum. Dominostan kubilay'a ikinci pizzadaki 4tllik farkı almadığı için teşekkürlerimi gönderiyorum, favorimsin dominostan kubilay.


Grup Vitamin - Al AÅ�kını Sok Gözüne
Yükleyen srknbrmn. - Video klipler, sanatçı röportajları, konserler ve çok daha fazlası.

17 Mart 2010

Hikayesiz

Bugün bir alışveriş merkezinin yemek katında lazanyamı yerken ağlamaya başladım. Aynı hocamın anlattığı -ve anlatmasıyla beraber gözlerimin benden bağımsız yaşlarla dolduğu- hikayedeki kız gibi nedensiz yere, sanki bir anda ağlamaya başlamak dünyanın en normal şeyiymiş gibi ağladım. Tam lokmalarımı ağzımda yuvarlayıp gözlerimin yaşlarını silmeye çalışırken hissettiğim şeyin bilişsel parçalarıyla bağlantı kuramadığımı, bu duygunun elbet bir de düşünce boyutunun olduğunu ancak şu anda duygu ve bilişler arasında belki milyonlarca kilometre mesafe bulunduğunu kendi kendime açıklamaya çalışmamın akabinde kendime bi siktir git dedim. Hayatın her anını psikoloji terminolojisi çevresinde anlatılabilecek şekilde yaşayıp, ota boka anlamlar yapıştırıp, analiz edip durmama gıcık oldum, kendi dışıma çıkıp suratıma bakarak bi sus iki rekat diyesim geldi, her şeye bik bik, neymiş duygu varmış ama bilişsel parçalarla bağlantım yokmuş, peh. Neyse zaten yemeğin bitmesine yakın sanki biraz önce ağlayan insan ben değilmişim gibi yerimden kalktım ve biraz önceki duygulardan eser kalmamış şekilde saçımı düzelttim, nereye gittiğimi bilmeden yürümeye başladım. Bir alışveriş merkezinde olmanın verdiği mekansal dezavantaj nedeniyle içimdeki boşlukları çeşitli mağazalardan bir anda aldığım çeşit çeşit şeyle doldurmaya çalıştım. Alışveriş merkezlerini neden sevmediğimi bir kez daha anladım, insan kendini kötü hissettiğinde böyle yerlerden birindeyse mutlaka bir şeyler alıyor, engel olamıyor. Hele benim gibi alışveriş merkezlerinde huysuz ve mutsuz olan insan tam da istedikleri müşteri tipine uyuyor. Sırf bu yüzden de kendime ekstra gıcık oldum, romantik komedilerdeki loser kadınlardan biri haline dönüşmüş gibi hissettim. Zaten büyüdükçe iyice nevrotik bi insan oluyorumi yemek yerken ağlamalar sonra alışveriş yapmalar bir çikolatam eksikti dört dörtlük klişe kadın karakter olmama ya pek tatlı seven biri değilim neyse ki.

Ve bugün tanımadığım herkesin yüzüne uzun uzun baktım, sanki korkmuyordum, gözlerden bir şey öğrenebilirim, daha az yalnız hissederim diye düşündüm, olmadı. Kısmet.

En sevdiğim de bir otobüsün içindeyken dışarıda duran insanlarla göz göze gelmek, bundan ayrı bir zevk alıyorum. Belki sadece o an yaşanan ve bir sonraki an hareket halindeki otobüsle birlikte kaybolan, sanki can havliyle kısacık bakmışsında silinmiş gibi gelen, buğulu göründüğünden değerli olan olduğu için. Çocukluğumdan beri inatla bakarım otobüslerde otururken. Bugün durakta çocuğun biri uzun uzun bana baktı, sanki foyam meydana çıkmış gibi hissettim, hiç korkmadan bakmaya karar verdiğim günde gözünü hiç kaçırmayan bir insanla karşılaşmam da belki şans, belki şanssızlık. Belki o da duraklarda beklerken otobüsün içindeki insanlara bakmayı seven biridir, o kısa anda giden değil de gidişi izleyen kişi olmak rolüdür. Bilemedim.

Alexi Murdoch çok üzüyor beni, dinlemeyeceğim artık.

Akşam 10 otobüsünde karşılaştığım çocukla 9.10 otobüsünde karşılaştım. Hayattan büyük beklentilerim yok, hiç olmadı, bunu da bana çok görmediği için teşekkür ederim.

9 Mart 2010

Bekleyen

Gideceğim yerler, dolaşacağım ülkeler, tanışacağım insanlar, söyleyeceğim büyük sözler hep aklımda. Bazı günler içimde inanılmaz bir potansiyelle uyandığımı hissediyorum, sanki her şeyi yapabilirmişim, her yere koşarak gidebilirmişim, düşüncelerimi tam istediğim şekilde ifade edebilirmişim gibi geliyor. Gözümü kapatıp güzel günleri en küçük ayrıntısına kadar hayal ediyorum, neler söyleyeceğimi, neler yiyeceğimi bile düşünüyorum, gökyüzüne bakıyorum bulutlardan şekiller yaratıyor kendimi onların üstünden aşağıdaki insanlara bakarken görüyorum. Sonra bir an geliyor tüm potansiyelimi hayal kurmayla yok ettiğimi, gökyüzünden yere doğru bakmaya başladığımda tüm enerjimin tükenmiş olduğunu fark ediyorum. Tam olarak kurumuş gibi oluyorum, sanki 1 saat önce her yere koşarak gitmeyi başarabilecek kız aniden ölmüş gibi. Susuyorum. Ve günlerim böyle geçiyor, içimde bir şeyi başarmaya, uçup gitmeye, cesur olmaya dair ne varsa kısa zaman aralıkları içinde hayallerimle birlikte kayboluyor, her kayboluşunda bunun yasını tutuyorum ve her yas biraz daha eksiltiyor beni. Eğer gerçekle bağlantı kuramamaya devam eder, hayallerimi ellerime almaya başlayamazsam içimde her şey mümkünmüş gibi gelen sabahlara bir daha hiç uyanamayacğım diye korkuyorum.

Sahi ya hayallerin gerçeğe dönüşmesi için ne kadar beklemek gerekir? Bir ömür çok fazla değil midir bunun için? Belki de herkese özel, ayrılmış bekleme zamanları vardır ve onu kaçıranlar için hayat sürekli bir yas gibi devam ediyor olabilir, elden kaçırılmış bir hayatın yası.. Hayallerin öldüğü ve istediğin her şeyi yapabilirsin sabahlarının olmadığı bir hayata ne kadar dayanabilirm?

Though I have the strength to move a hill
I can hardly leave my room
So I sit perfectly still
And I'll listen for a tune
While my mind is on the moon

And If I stumble, and if I stall
And if I slip now, and if I should fall
And if I can't be, all that I could be
Will you? Will you wait for me?

Cause everywhere I seem to be
I am only passing through
I dream these days are about the sea
I always wake up feeling blue
Wishing I could dream of you

6 Mart 2010

Hayal Kurucu

Bana bir şeyler oldu, ne oldu bilmiyorum. Buraya bir şey yazasım yok, yaşadığımı anlayasım yok. Kocaman bir boşluk, günlerim sanki hiçbir şey düşünmeden geçiyor. Deniz yıldızı patrick gibiyim kısaca özetlemek gerekirse, beynimin içi çöl. Hani bıraksalar tüm gün boşluğa da bakarım. O kadar da olmayım bari diyip ya bilgisayara ekranına bakıyorum ya da kitaplara. İyi ki Umut Sarıkaya var diyorum sonra, o da olmasa gülüp eğleneceğim yok. Ama bugün Alice'de dün de Eyvah Eyvah'da güldüm, demek ki gülüyorum ben ya. Soul Kitchen'ın soundtrack albümünü aldım geçen gün, sabahları dinleyeceğim müziğime kavuştum, özellikle sabahları seçiyorum dinlemek için funktır souldur, r&bdir pek bi iyi geliyor. Yok yok ben çok abartıyorum pek de kötü değil hayat, yaşayıp gidiyorum işte, daha ne istiyorsam. Bilmiyorum. Sanırım hepsi benden ötürü kimseden değil.



radyoda every breathe you take çaldı, sevindim nedensizce.

2 Mart 2010

Banyodaki Saat

Kendimi bildim bileli bizim evin banyosunda çalar saat vardır. Klozete oturan kişinin tam karşısında, rahatlıkla görebileceği şekilde konumlanmış alarmlı bir saat bu. Yıllar geçtikçe şekilleri değişti ama hep banyonun aynı köşesinde durup durdular. Bu durum bana pek tabi ki çok normal geliyordu sonuç olarak içinde büyüdüğüm ortam buydu, bana göre banyoda saat olması oldukça olağan bir şeydi. Ancak ne zaman başka insanların evlerine girmeye çıkmaya başladım, çocuk halimle banyolarda saatler aradım ve bulamadım, ne zaman evimize gelen insanlar "sizin banyonuzda neden saat var" diye teker teker sormaya başladılar, o vakit bizde bir garipliğin olduğunu anlamaya başladım. Ve evet gerçekten garipti, banyo bir çalar saat koymak için en alakasız yer olabilirdi. Koskaca evde salon ve mutfak dışında hiçbir odada saat bulunmazken banyomuzda her zaman bir tane vardı. Ve gerçekten sabah kalkmak için babamın o saati kurduğunu da hatırlarım. Uzun zamandır bu işleviyle kullanılmıyor gerçi ama ben küçükken şöyle arkasından bir düğmemsi şeyin çevrilmesiyle kurulan saat versiyonumuz alarm görevi de üstlenirdi. Neyse banyodaki saat olayını sorgulamayı bırakmış eve gelen misafirlere de "valla öyle işte" cevabını reflekmisçesine vermeye alışmışken olay bambaşka bir gariplik boyutuna taşındı geçen gün. Duşa girdim şampuanların koyulduğu bölmede küçük çalar saatle gözgöze geldim. Bunu takiben de "neden" diye sordum tabi ki. O saat pencerenin kenarından kalkıp buraya kadar yürümüş ve zıplayarak yukarılara mı çıkmıştı? O saati kim oaraya koymuştu, hangi insanın duşa kabin içinde saate ihtiyacı olurdu? Bu sorular kafamda bulutlar halinde dolaşırken eh yeter be diyerek cevap aramayı bıraktım. Madem burdaymış bari ben de kaç dakikada duş alıyormuşum ona bakıyım dedim. Yeminlen 10 dakikadan kısa sürüyormuş duşum. Anneme kapak olabilir artık, ahan da saate bile baktım 9 dakika sürüyormuş diyebilecek objektif kanıtlarım bile var. Oraya hangi amaçla geldiğini bilmiyorum ama benim bir işime yaradı. Zaten birkaç gün sonra eski yerine geri döndü ufak saat. Bilmiyorum belki yıllardır orada durup durmaktan sıkılmış, azıcık suya çimeyim diye düşünmüştür.