17 Ekim 2011

Kayıp

geçen gün kızılayda yürürken bir kayıp ilanı gördüm. her yere asmışlar, genç bir kız kaybolmuş. bunca yıldır ilk defa ankara'da böyle bir şeye tanık oldum, eminim onlarca kere bi yerlere kayıp insan resmi asmışlardır ama bana denk gelmedi işte. insanların dünyada sürekli kaybolduklarını biliyorum, bu durumun çok gizemli aynı zamanda çok rahatsız edici olduğunu ama diğer taraftan da başka bir çekicilik taşıdığını düşünüyorum. ara sıra aklıma da gelir kayıp insanların nerede olabilecekleri, nereye gittikleri, nasıl öldükleri. bunları düşünmek beni hiç rahatsız etmez. bir nevi beyin jimnastiği. ama kızılayda yürürken direklere, duvarlara asılmış o kızın resmi beni çok üzdü. sanki ankara'da kaybolan ilk insan oymuş gibi hissettim. onu arayan insanların benim tam o anda yürüdüğüm sokaktan geçerken nasıl herkesin yüzüne uzun uzun bakma isteği duyduklarını hayal ettim. ankara'da kaybolmak. bana hep imkansız gelmiştir. çünkü ankara insanın kendini kaybedebileceği bir şehir değil, kendiyle çok fazla yüz göz olduğu bir şehir. ama o kız herhangi bir sokakta yürürken bir gün kayboldu. belki öldürüldü belki intihar etti. belki de sadece gitmek istedi. bunu bilmemizin imkanı yok. ben sadece hayal etmeyi durduramadım. en son hangi sokakta görüldüğünü merak ettim. bazen bir anda gelip içime yerleşen ıssız sokaklarda yürüme isteği gibi bir şeye mi kapılmıştı acaba. ya da belki sadece başka bir yere gitmek istemiştir. dünyada kimliksiz olmanın nasıl bir şey olduğunu merak etmiştir. olabilir ya. kaybolmak fikri cezbedici geliyordur. tüm insanlar için kaybolunca, onların gözünde görünmez olunca mı bulur acaba insan kendini? sonra birden ara sıra gelip içime yerleşen o ıssız sokaklardan yürüme isteği bu sefer boğazımda bir yumruya dönüştü. yürüdüm. müzik aletleri satan dükkanların olduğu sokağa gittim. çok minik çok dışlanmış bir sokak. ankara'da en sevdiğim yerlerden biri. ama nedense yılda en fazla 2-3 kere geçerim ordan. o kadar çok enstrümanıın bulunduğu bir yerin o derece sessiz olması bana hep büyüleyici geliyor sanırım. orada yürürken etrafıma baktım. dükkan vitrinlerine. neden dünyanın en güzel şeyi olan müziğin bu kadar dışarıda bırakıldığını merak ettim. ankara müziği reddediyordu, sanki oraya kimse gitmiyordu. sadece bilenlerin haberdar olduğu ama kimsenin gerçekten umrunda olmayan bi sokaktı orası. hiç arkadaşı olmayan bir çocuk gibi. acaba insanlar hala müzikten o kadar korkuyorlar mı? dedim. havada asılı kaldı soru, cevabım yoktu. tüm düşünceler beynime üşüşmüşken ve kayıp kızın yüzü gözümün önünden bir türlü silinmezken, o sokaktan yürüyen tek tük birkaç insanın suratlarına baktım dikkatlice. belki içindeki bir sokakta kaybolma isteği o kızı bu sokağa getirmiştir. belki sadece müziğin sessiz haline bakmak istemiştir. ama orada değildi. işin kötüsü o büyük ihtimalle öldü. gerçek hep budur ya. belki arkadaşlarına devam ettirebilecekleri bir hikaye bıraktı. belki kaybolan o kız benim için başka bir şeyin simgesiydi. müziğin olduğu sokakta kaybolmak istedim, kimsenin gerçekten umrunda olmayan sokaklarda kaybolmalı insan. bir de oralarda bulunmalı. o kız neden orda değildi bilmiyorum. ben o sokaktan yürüdüm, yürüdüm. sonra çok iyi bildiğim sokaklardan hiç kaybolmayan evime geldim. o kızın belki bir evi yok. umarım sokaklar onun olmuştur.

15 Ekim 2011

Sonbaharı Müzikle Daha Çok Seviyoruz. Gerçi Her Şeyi Müzikle Daha Çok Seviyoruz.

Bir müzik yazısı yazasım geldi. Zaten bu sıralar yapmam gereken şey dışında kalan her şeyi yapmak istiyor canım. O duruma da bi ara "yüksek lisans: allah belamı verdi" başlıklı yazımda değineceğim. Başlığım belli içeriğini de anlamışssınızdır ama ben yine de yazarım kısa ve öz olmayarak. Neyse şöyle ki sonbahar gelince benim müzik ihtiyacım inanılmaz bir artış gösteriyor. Bir de sanki sonbaharda dinlediğim şarkılara daha çok bağlanıyorum, onları terk edemiyorum. Mesela yazın hiç öyle olmuyor. Yazın da çok güzel şeyler dinliyorum ama sapık gibi günlerce haftalarca aynı şarkılara takılıp kalmıyorum. Mevsimin rehaveti müziğe de yansıyor o yüzden bahsetmeye değmez diye düşünüyorum. Ama şimdi öyle mi ya, süper şarkılar dinliyorum ve sadece onları dinliyorum. O sebeple haftanın favori şarkıları etiketinin hakkını veren 4 tane şarkıdan bahsetmek istiyorum müsadenizle.

1- Fleetwood Mac - Dreams

Allahım nasıl güzel bir şarkı bu, manyak gibi hipnotize olmuş gibi dinliyorum. Başka bir iş de yapmıyorum dinlerken , öylece dinliyorum. Stevie Nicks tam bir reyize. Dev bir kedi. Böyle bir ses böyle bir yorum yok. Sadece dreams'i yazıyorum ama bu sırlar Rumours albümünün tamamıyla büyük aşk yaşıyorum.

It's only right that you should play it the way that you feel it
But listen carefully to the sound of your loneliness
Like a heartbeat, drives you mad
In the stillness of remembering
What you had, and what you lost
what you had, and what you lost
kısmına da nasıl bayılıyorum nasıl nasıl bayılıyorum anlatamam.

2- Rush- Tom Sawyer

Rush mükemmel bir grup. Rock 'n roll sevgime Led Zeppelin'den sonra en güzel şekilde karşılık veren birkaç gruptan oldu son zamanlarda. Moving Pictures albümüyle dinlemeye başladım onları hala dinlenecek bir sürü albümleri var ama acelem yok yavaş yavaş keşfediyorum. Belki Rush gibi efsane bir grubu neden şimdi keşfediyorsun diyebilirsiniz ve çok da haklısınız ama geç olması hiç olmamasından iyidir.

3-Nina Simone- Just in Time

Nina Simone dünya üzerinde yaşamış en mükemmel kadınlardan biri. Hali, tavrı, sesi , yeteneği tüm insanlığı kendine aşık ettirecek boyutta. Ben de aşığım tabi ki ona. Bu günlerde ders çalışırken Nina Simone cdlerimi takıyorum fon olsunlar diye ama nedense bir zaman sonra çalışılan ders Nina Simone'a fon olmaya başlıyor. Just in Time'ın yeri ise çok ayrı. Çünkü en sevdiğim filmlerden biri olan Before Sunset'in final sahnesinde çalıyor hepinizin bildiği gibi. Ve o sahne onlarca kez izlediğim halde beni her seferinde ağlatıyor. Nina Simone tek başına değil belki ama o sahneyle birleştiğinde nedense bende inanılmaz etkileyici bir ana dönüşüyor. Müzik film uyumu hayatta en sevdiğim şeylerden biri zaten.

4- Blind Pilot- White Apple
Blind Pilot'un yeni albümü We are the Tide sonbaharımı şenlendirmeye devam ediyor. Çok seviyorum bu adamları özellikle de ağır ağır sakin sakin giden şarkılarını. Bence tüm albümü dinlemelisiniz ama önce White Apple'ı bir dinleyin, sevmeme ihtimalinizin olduğunu düşünmüyorum.


Umarım haftanız ve sonbaharınız güzel geçiyordur. Bende durumlar güzel gibi. Meşguliyet her şeymiş ne kadar şikayet etsem de yapacak bir şeylerim olduğu için mutluyum ve müzik de her zaman yanımda olduğu için kendimi sürekli yalnız hissetmiyorum. Sonbaharı gerçekten müzikle seviyorum gerçi her şeyi müzikle daha çok seviyorum. Şansım da dönüyor sanki bu günlerde, hatta mor ve ötesinin dediği gibi "şansımız artmış."

2 Ekim 2011

Yere Düşen Para

Bazen yere para düşürdüğüm zaman o parayı yerden almıyorum. Çok büyük paralar değil tabi bu bahsettiğim, ufak tefek şeyler. Bulan kişinin mutlu olacağını düşünüyorum, bulduğunda suratının alacağı şekli hayal ediyorum çünkü ben yerde para bulduğumda hep çok mutlu oluyorum. Çok kötü bir gün geçiriyor olsam bile yerde para bulduğumda sırıtmama engel olamıyorum. Ve aklıma hep aynı anı geliyor: Çocukken bi arkadaşımla bahçede boş boş oturuyorduk ve hiç paramız yoktu, canımız inanılmaz dondurma çekmişti. O zamanlarda mini milk çok güzel ve en ucuz dondurmaydı. Sokakta aylak aylak gezerken, tam iki mini milk almaya yetecek kadar para bulmuştuk yerde. Hayatımda kendimi çok mutlu hissettiğim sayılı anlardan biriydi. Hiçbir zaman unutmadım üstelik sadece 6 yaşındaydım, üzerinden milyon yıl geçti hala en parlak en yerli yerinde anılarımdan biridir. O parayla mini milkleri alıp çok sevdiğimiz bir ağaca tırmanmış, ikimiz farklı dallarda oturup onları yemiştik. Haziran ayıydı, hava muhteşemdi. Bahçemiz muhteşemdi. Hiçbir derdim yoktu, üstüne yerden para bulup canımın en çok istediği şeyi yemiştim. Bir ağacın tepesinde oturuyordum. Hayatımda belki de bir daha hiçbir zaman bu kadar safça mutluluk veren bir an yaşamayabilirim. Ama dünyada hala çocuklar var ve o anları yaşayabilirler o yüzden bence siz de yere para düşürdüğünüzde her seferinde olmasa da ara sıra o paraları yerden almayın. Belki gerçekten bir çocuğu mutlu etme şansınız olabilir. Hatta bir yetişkini de mutlu edebilirsiniz. Mesela o parayı benim bulduğumu düşünün, ne kadar mutlu olmuşumdur ve size ne kadar teşekkür etmişimdir değil mi? Hiç unutmayacağım bir anıya sebep olduğu için ben 6 yaşındayken, yere o parayı düşüren insana çok teşekkür ediyorum mesela, belki o sadece para kaybettiği için ne kadar salak olduğunu düşünmüştür. Ama siz düşünmeyin bence, salaklık güzel bir şey de olabilir.