Bu küçük kasabanın üzerimde bıraktığı etki inanılmaz. Yaşamımın
on dört yılında çok büyük bir izi var buranın;
ne kadar uzak olursam olayım beni ben yapan birçok şeye bulaşmış.
Hayatımdan bu kasabayı çıkarsanız ben yaşamaya devam ederim elbet ama aynı kişi
olabilir miyim bilmiyorum. Üç yıl aradan
sonra buraya yeniden gelmek, çocukluk
arkadaşlarımla eskilerden konuşmak tarifi çok zor bir hüzne sürükledi beni.
Araftaymışım gibi hissettim. Geçmiş bu kasabanın sahillerinde sokaklarında
kumlarında görünmez bir karton kutuya konulmuş bekliyor gibi. Gelecek ise sanki
hiç var olmayacak. Ben bugün şimdiki zamanı düşe kalka yaşamaya çalışırken, bir
kutuya sıkışmış, hep aynı şekilde duran ve durduğu yerde çürüyen geçmişe özlem
duyarken, geçmişime dahil olan birçok insanın hareket halinde ve yaşamla bir
bütün olduklarını fark edip biraz daha hüzünlendim. Onlar için değil tabii ki,
kendime baktım; bir tane geçmiş zaman kutusu biraz da şimdiki zaman var elimde
ve sanki ben tamamen dışarda kalmış gibiyim. Sanki herkesin kolayca uyum
sağladığı geleceği hiçbir zaman elde edemeyeceğim. Aslında her zaman böyleyim
ama geçmişimin çok açık bir şekilde önüme serildiği bu yerde her şey bana
olduğundan çok daha açık çok daha sarsıcı görünüyor. Bir türlü olduramıyorum
duygusu yaratıyor buranın rüzgarları içimde.
Babamı sahildeki bir çay bahçesinde tombul şişe efes içerken görüyorum
gözlerimi kapayınca, tek başına orada oturup birasını içmek en büyük
keyfiydi. İstisnasız her zaman şimdiki
zamanda yaşardı babam, geleceğe özlem duyduğuna hiç şahit olmadım, geçmişe geri
dönmek istediğini hiçbir zaman hissetmedim. Tüm varlığıyla yaşadığı günün
içindeydi. Birasını içer sonra eve gelir meyve tabağı hazırlar denize karşı
rakısını da içerdi. O an dünya üzerinde rakı içmekten daha önemli başka hiçbir
şey yokmuş gibi yapardı bunu. Şimdi ben onun memleketinde, çocukluğumun ve
ergenliğimin en güzel anılarını yaşadığım bu yerde hiçbir anın içinde var olamıyorum.
Geleceğim yok, geçmişim ise görebileceğim ama asla ulaşamayacağım kapalı
kutularda saklı. Babamın hayaleti buralarda dolaşırken hissettiğim her şey
hüznün farklı şekilleri. Ne zaman bu kadar yaşlandık sorusunun etrafında dönüp
duruyorum. Babam ne zaman gençti, biz ne zaman çocuktuk, geleceği ne zaman
kaybettik? Hiçbirini bilmiyorum. Gençliğin bir rüya olduğunu seziyorum sadece,
her şey bir yerden sonra hayal meyal ama gençlik hayallerin en güzeli ve en
yalanı.
Her şey yavaş yavaş yitiyor, geçmişi sıkıştırıp bağlayıp kutulara
kaldırıyoruz ama o kutuların içindeki bütün parçalardan bambaşka bir şey haline
geliyor. Şimdiki zaman ellerimden kayıp gidiyor, gelecek zaten çoktan yitmiş.
Bu deniz, bu ağaçlar, kumlar, ıssız sokaklar, bu ev, kasabanın insanları her
şey öyle büyük bir rüya ki uyanmam için üzerime litrelerce su dökmeleri gerekecek. Keşke kasabanın yollarında karşılaştığım çocukluğuma sarılabilseydim diyorum içimden ve 'çocukluğumun kutulara konulacağını, üzerine de gri betonlar döküleceğini
bilseydim eğer daha çok çocuk olurdum' diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Şu
anki ben ve benim birçok geçmiş zaman hayaletim babamın hayaletine karışırken
ben bu yıldızların altında, yakamozlar içinde ve sıcak esen rüzgarların
arasında bir kez daha kayboluyorum. Başka hiçbir şehirde yıldızlar bu kadar çok
görünmüyor. Üzerime yıldızlardan yapılma bir çarşaf örtmüşler gibi hissediyorum
burada geceleri. Bu kadar çok yıldız nasıl mümkün olabiliyor aklım almıyor,
birçok başka şeyi de aklım almıyor zaten. Sadece bakıyorum. Bazı şeyleri
anlamaya çalışmadan izlemenin keyfine varıyorum kasabada. Yine de bir türlü
dışarıda kalmışlık duygusunu atamıyorum üzerimden. Bu küçük yer benim için
herkesten koptuğum bir ada olmuş sanki. Geçmişte yaşamın ta kendisiyken bugün
bu hallere gelmiş, ben bu hale getirmişim kendimi. Keşke rüzgârların yarattığı
hüznün de bir çaresi olsa. Bir çare bulsam.
Denizi betonla doldurmuşlar baba, çay bahçesi yapmak için
bile değil, otopark yapmışlar denizin dibine. İyi ki görmedin betonları. Her
şey değişiyor; birden bire, hiç değişmeyen kasabayı bile otoparka dönüştürüyorlar
bu yeni dünyada. Otoparklara da dışardan bakıyorum ben, merak etme. Betonların
da dışındayım. Bir tek rüzgarların arasında hissediyorum yaşadığımı, anlık bir
şey yaşamak, esip geçiyor. Neyse ki benim hayatım otoparklar kadar kalıcı olmayacak
bu dünyada. Esip kavuracak bir günlük poyraz olabilsem o bana yeter. Ne eksik ne fazla.