22 Ağustos 2012

Kasaba

Bu küçük kasabanın üzerimde bıraktığı etki inanılmaz. Yaşamımın on dört yılında çok büyük bir izi var buranın;  ne kadar uzak olursam olayım beni ben yapan birçok şeye bulaşmış. Hayatımdan bu kasabayı çıkarsanız ben yaşamaya devam ederim elbet ama aynı kişi olabilir miyim bilmiyorum.  Üç yıl aradan sonra buraya yeniden gelmek,  çocukluk arkadaşlarımla eskilerden konuşmak tarifi çok zor bir hüzne sürükledi beni. Araftaymışım gibi hissettim. Geçmiş bu kasabanın sahillerinde sokaklarında kumlarında görünmez bir karton kutuya konulmuş bekliyor gibi. Gelecek ise sanki hiç var olmayacak. Ben bugün şimdiki zamanı düşe kalka yaşamaya çalışırken, bir kutuya sıkışmış, hep aynı şekilde duran ve durduğu yerde çürüyen geçmişe özlem duyarken, geçmişime dahil olan birçok insanın hareket halinde ve yaşamla bir bütün olduklarını fark edip biraz daha hüzünlendim. Onlar için değil tabii ki, kendime baktım; bir tane geçmiş zaman kutusu biraz da şimdiki zaman var elimde ve sanki ben tamamen dışarda kalmış gibiyim. Sanki herkesin kolayca uyum sağladığı geleceği hiçbir zaman elde edemeyeceğim. Aslında her zaman böyleyim ama geçmişimin çok açık bir şekilde önüme serildiği bu yerde her şey bana olduğundan çok daha açık çok daha sarsıcı görünüyor. Bir türlü olduramıyorum duygusu yaratıyor buranın rüzgarları içimde.  Babamı sahildeki bir çay bahçesinde tombul şişe efes içerken görüyorum gözlerimi kapayınca, tek başına orada oturup birasını içmek en büyük keyfiydi.  İstisnasız her zaman şimdiki zamanda yaşardı babam, geleceğe özlem duyduğuna hiç şahit olmadım, geçmişe geri dönmek istediğini hiçbir zaman hissetmedim. Tüm varlığıyla yaşadığı günün içindeydi. Birasını içer sonra eve gelir meyve tabağı hazırlar denize karşı rakısını da içerdi. O an dünya üzerinde rakı içmekten daha önemli başka hiçbir şey yokmuş gibi yapardı bunu. Şimdi ben onun memleketinde, çocukluğumun ve ergenliğimin en güzel anılarını yaşadığım bu yerde hiçbir anın içinde var olamıyorum. Geleceğim yok, geçmişim ise görebileceğim ama asla ulaşamayacağım kapalı kutularda saklı. Babamın hayaleti buralarda dolaşırken hissettiğim her şey hüznün farklı şekilleri. Ne zaman bu kadar yaşlandık sorusunun etrafında dönüp duruyorum. Babam ne zaman gençti, biz ne zaman çocuktuk, geleceği ne zaman kaybettik? Hiçbirini bilmiyorum. Gençliğin bir rüya olduğunu seziyorum sadece, her şey bir yerden sonra hayal meyal ama gençlik hayallerin en güzeli ve en yalanı. 

Her şey yavaş yavaş yitiyor, geçmişi sıkıştırıp bağlayıp kutulara kaldırıyoruz ama o kutuların içindeki bütün parçalardan bambaşka bir şey haline geliyor. Şimdiki zaman ellerimden kayıp gidiyor, gelecek zaten çoktan yitmiş. Bu deniz, bu ağaçlar, kumlar, ıssız sokaklar, bu ev, kasabanın insanları her şey öyle büyük bir rüya ki uyanmam için üzerime litrelerce su dökmeleri gerekecek. Keşke kasabanın yollarında karşılaştığım çocukluğuma sarılabilseydim diyorum içimden ve 'çocukluğumun kutulara konulacağını, üzerine de gri betonlar döküleceğini bilseydim eğer daha çok çocuk olurdum' diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Şu anki ben ve benim birçok geçmiş zaman hayaletim babamın hayaletine karışırken ben bu yıldızların altında, yakamozlar içinde ve sıcak esen rüzgarların arasında bir kez daha kayboluyorum. Başka hiçbir şehirde yıldızlar bu kadar çok görünmüyor. Üzerime yıldızlardan yapılma bir çarşaf örtmüşler gibi hissediyorum burada geceleri. Bu kadar çok yıldız nasıl mümkün olabiliyor aklım almıyor, birçok başka şeyi de aklım almıyor zaten. Sadece bakıyorum. Bazı şeyleri anlamaya çalışmadan izlemenin keyfine varıyorum kasabada. Yine de bir türlü dışarıda kalmışlık duygusunu atamıyorum üzerimden. Bu küçük yer benim için herkesten koptuğum bir ada olmuş sanki. Geçmişte yaşamın ta kendisiyken bugün bu hallere gelmiş, ben bu hale getirmişim kendimi. Keşke rüzgârların yarattığı hüznün de bir çaresi olsa. Bir çare bulsam.

Denizi betonla doldurmuşlar baba, çay bahçesi yapmak için bile değil, otopark yapmışlar denizin dibine. İyi ki görmedin betonları. Her şey değişiyor; birden bire, hiç değişmeyen kasabayı bile otoparka dönüştürüyorlar bu yeni dünyada. Otoparklara da dışardan bakıyorum ben, merak etme. Betonların da dışındayım. Bir tek rüzgarların arasında hissediyorum yaşadığımı, anlık bir şey yaşamak, esip geçiyor. Neyse ki benim hayatım otoparklar kadar kalıcı olmayacak bu dünyada. Esip kavuracak bir günlük poyraz olabilsem o bana yeter. Ne eksik ne fazla.

16 Ağustos 2012

doğum günü

bazı günler çok gereksiz şeyler ben herhangi bir özel çaba göstermediğim halde beynimi işgal ediveriyorlar. bir insanın doğduğu günü hatırlıyorum mesela nedensiz yere, doğmuş olmasının benim açımdan hiçbir manası kalmamış ama doğum gününü bir türlü unutmamışım. ne gereksiz bir bilgi, hiçbir şekilde beynimizde yer etmemeli böyle şeyler ama kendi beynimiz üzerinde bile doğru düzgün kontrolümüz yok. tepki ya da kızgınlık yüzünden değil, sadece bu bilgiyle ben ne yapabilirim durumu. gerçekten bu bilgiyle ne yapabilir insan. herhangi bir günün kafamızda yer etmesi ve o günün bir insanla eşleşmesi nereden bakarsam bakayım çok garip. doğmuş olmak özel bir şey ya da bir beceri bile değilken doğum günleri neden bu derece önemli ve akılda kalıcı? belki de insanlar 'dünyada her bireyin sadece kendisine ait topu topu iki günü var biri doğum günü biri de ölüm günü' diye düşünüyorlardır ve ölüm günleriyle hiçbir şey yapamayacakları için doğdukları tek bir güne sarılıyorlardır.Yılda bir gün verilmiş işte, kutlayalım, sevdiğimiz insanlarla birlikte olalım. birileri bizim yaşadığımızı hatırlasın. varlığımız birçok insan tarafından doğrulanıp kutlansın. yaşıyorsun ve varsın desinler. bir yıl daha hayatta kalabildin desinler. ne güzel desinler. seni sevsinler. en azından öyleymiş gibi yapsınlar... peki bazen birilerinin yaşadığını hatırlamak istemediğimizde ne yapacağız bu doğum günlerini? o günleri kafamızdan silip nasıl atacağız? bilmem kaç yıl önce bir doğum günü öncesi kafamın içinden mükemmel hediye seçeneklerini listelediğim ve o hediyeleri alınca ne kadar mutlu olacağını falan hayal ettiğim zamanların bu kadar boşa gitmesini ne yapacağız? tüm gece gereksiz şeylerin kafamı işgal ettiği yetmedi şimdi bir de bir sürü cevapsız soru yarattık durup dururken. bu hiç olmadı ya, neyse.

8 Ağustos 2012

Not

ben ki hayatı boyunca hiçbir not defterine yapması gereken şeyleri yazmamış, neredeyse hiçbir zaman alışveriş listesi yapmamış, ilkokul'da bile öğretmenin verdiği ödevleri deftere not etmemiş bir insandım. gel gelelim ben, yaşar usta bu son bir ayda erasmusla ilgili yapacağım şeyleri bir deftere not etmeden yaşayamaz oldum. yapacağı her şeyi aklında tutabilen insan gitti, yapılacaklar listesi yaptığı halde bir sürü şeyi unutan insan geldi. ben bu insanı sevmedim ama düşününce bu insanın da bir suçu yok. o kadar çok bürokratik işi tek bir kişiye yükleyenler utansın. aylardır doldurmadığım kağıt kalmadı. ingilizce- türkçe mailleşmeler, her türlü ilgili internet sitesini baştan sonra ezberleyecek derecede okumalar... bunların hepsi ziyan, zaman israfı. hayır sonunda beni gerçekten mutlu edecek bir şey olmasa ahhh yeter bea diyerek her şeyi bir gofret kağıdı gibi çöpe atabilirdim ki aslında bu özüme çok daha uygun bir davranış olurdu. ancak söz konusu hayaller olduğunda birazcık fazladan dayanma gücü ekleniyor bünyeme. şimdilerde yapacaklarımı not etmeyi baya baya adet edindim. alacağım pamuğu bile yazıyorum, pamuk al! diye. belki de bunlar hep yaşlılıktan da ben erasmusa suç buluyorum. yaşlandım be blog naparsın. ama bak yaşlılıktan bile olsa sırf bu pasaport-vize stresinden 3 yaş yaşlandığımı düşünerek işin suçlusunu yeniden erasmus ilan edebilirim.

ancak tüm bu sıkıntılara rağmen bugün çok mutluyum. çünkü vize işi de bitti. bir iki gün içinde vizeniz gelecek garantisini de aldım, elçilikten çıkarken sanırsınız uçuyorum, birtakım ayçiçek yağı reklamlarındaki insanlar gibiyim. ayrancı'dan tunalı'ya üç saniyede varmışım. beklemenin bittiği bir hayat ne güzelmiş be dedim, ayrıca ayçiçek yağı reklamlarındaki insanlara da fazla derecede sempati duymaya başladım. aylardır ilk defa bir şeyin gerçekleşmesini beklemediğim bir gün yaşadım. artık gerçekleşmekte olan bir şeye ulaşacağım zamanı bekleyeceğim sadece. bir şey başarmışım gibi bir his değil bu, zaten var olan bir şeye ulaşmamda bir engel kalmadığını net bir şekilde görebilmenin mutluluğu. (pek de güzel) bu yapacağım şeyin birçok insan için öyle büyük dramatik anlamları olmayabilir, birçok insana başka bir ülkede 6 ay yaşayacak olmak çok da mühim görünmeyebilir ama benim için gerçekten çok önemli. gerçekten çok önemli olduğu için de bu kadar kaygılandım. çünkü gerçekleşememesi durumu benim açımdan büyük bir kayıp olacaktı. neyse ki şu an her şey iyi gidiyor. gitmeye de devam edecek umarım ki. önümüzdeki bir ay arkadaşlarla güzel vakit geçirip, valizime neler koysam diye düşüneceğim, avrupa haritasını açıp açıp kendime yeni güzergahlar belirleyeceğim bir zaman dilimi olacak. en azından öyle olacağını sanıyorum. valizime ne koyacağımı düşünmeden önce bir valiz alsam iyi olabilir tabii ama bunlar çok teknik ayrıntılar. teknik ayrıntılar bizim işimiz. nasılsa not defterim de var, valiz al! diye bir not yazarım olur biter.

5 Ağustos 2012