29 Mayıs 2008


Jeff Buckley aramızdan ayrılalı 11 yıl olmuş. 11 yıldır dünya onun fiziksel varlığından mahrum. Ama o yaşıyor, her notada, her melodide, şarkılarında, şarkılarını söyleyen herkesin aklında ve ruhunda yaşıyor. Unutmayın onu, hatırlayın, bir dost olarak hatırlayın ve dilediği gibi müziğini hatırlayın, her şeyden çok sevdiği müziği hatırlayın.
Beyaz çocuk bir yerlerde şarkı söylemeye devam ediyor, ben inanıyorum ve onu çok özlüyorum. Her şeye rağmen acıtıyor onun yokluğu, biliyorum o yaşıyor başka bir şekilde, ben yine de üzülüyorum. Bugün biraz daha fazla üzülüyorum. O nehre lanet okuyorum ara sıra, bazen isyan ediyorum her şeye, olan bitene, ama yararı yok biliyorum.
Hatırlayın onu , bugün bir şarkıyı ona gönderin içinizden, sizi duyduğundan emin olun. Unutmayın.

26 Mayıs 2008

Zaman geçiyor hem yavaş hem hızlı...


Yarın güzel bir gün olacak, biliyorum, şimdiden mutluyum. Okul biter bitmez bir kitap okuma maratonuna sokcağım kendimi, okumak istediğim kitaplar birikti. Bir de tenis izleyeceğim bol bol. Balkonda oturup gazoz içeceğim ve sabahları geç kalkacağım:)

Finallerim bitmek üzere, yarın son sınava girip okuluma veda edeceğim bir süre için. Temmuzda yine okulda olmam gerekiyor bu yıl kongremiz var, sınav olmadığı sürece okula gönül rahatlığıyla, mutlu mesut giderim sorun değil yani. En önemli ödevi bugün teslim ettik, kocaman bir yük kalktı üzerimden. Tek bir makale daha görseydim gerçekten koşarak camdan atlayacaktım. Çok uğraştım, güzel de oldu ama ödevi teslim ederken böyle bir baktım vay be dedim adeta bir sanat eseri olmuş :P Bu dönemi iyi geçirdiğimi düşünüyorum aslında. Okulun en zor dönemiymiş 2. sınıfın bahar dönemi ve düşe kalka atlattım. Hayatımın ilk kısa filmini çektim bu dönem, çok aceleye geldi tam içime sinmedi ama en azından beğenildi, ben de beğendim sayılır. Ayrıca hocamdan sinema duygum olduğuna dair sözler duymak da çok hoşuma gitti, bu işin üzerine gitmelisin dedi bana. İstemez miyim ben de üzerine gitmeyi, çocukluğumdan beri en çok istediğim şey sinema aslında. Hayat biraz farklı yönlere götürmüş olsa da beni fotoğraf ve sinema her zaman benim tutkularım olarak kalaak. Hem kim bilir belki psikoloji okumayı bitirdikten sonra, sinema da okurum. İstiyorum bunu. Ve eğer sinema okuyamazsam çok pişman olacağımı da biliyorum. Çünkü gerçekten yetenekli miyim değil miyim, görmem lazım. Ayrıca yeteneğim olmasa bile bir filmin yapm ya da çekim aşamasında çalışmak,ışık taşımak bile beni mutlu eder. Bu günlerde kendimle ilgili fark ettiğim bir şey bu. Bölümümü çok seviyorum ama nedense kendimi psikoloji ile ilgili bir meslekte hayal edemiyorum, çok uzak geliyor. Bilmiyorum, belki zamanla daha farklı görünecek her şey bana, ama sınıfta bir kariyer planı olmayan ender insanlardan biriyim, herkes uzmanlaşacağı alanı, çalışabileeği işleri düşünmüş, a planı tutmazsa diye b planı bile yapmış. Ben asla plan yapamayan bir insan olmamın yanında, hayata dair uzun süreli planlar yapmanın hayalkırıklığıyla sonuçlanacağını düşündüğüm için hayatımı kariyer veya gelecek planları içinde yaşamıyorum, yaşayamıyorum. Tek istediğim gelecek için okul bittikten sonra sinema okuyabilmek, sonra benden ne olur, olmaz o kısmı tartışırız.




Cannes'da önce Fatih Akın'ı görüp, üzerine de Nuri Bilge Ceylan en iyi yönetmen ödülünü alınca, ben bir sevindim, ne güzel Türk yönetmenleri orada arz-ı endam ediyor, güzel güzel konuşuyorlar sinemamız adına ne güzel bir gün dedim. Nuri Bilge Ceylan gerçkten çok da güzel konuştu. Yüzünde çok naif bir ifade var kendisinin, o kadar dingin görünüyor ki, duruşu bile huzur veriyor. Tebrikler diyeyim.

*Gustavo Kuerten tenisi bıraktı diye üzüldüm:( Dün hem kendisi ağladı hem de beni ağlattı. Onun o turuncu tişörtlü kıvırcık saçlı halini hiç unutamam, sesinden kendini belli eden, toprakta harikalar yaratan, kortların şirin çocuğuydu. güle güle Guga!
Eurovision izlerken çok eğlendim, ne kadar berbat şarkılar vardı yine. Güzel şarkılar da hak ettiklerini alamadı zaten. Mor ve Ötesi'nin performansı gerçekten çok iyiydi, bizim dışımızda bosna-herseğin şarkısı çok tatlıydı, güzel bir şarkıyla gelmişler onlar da, ayrıca sahne şovlarına da bayıldım. Ama artık bu yarışmadan bir şey beklememek lazım, benim asıl üzüldüğüm her yıl bu yarışmayı ciddiye alıp hazırlanmamız ve sonuçlarına üzülmemiz, bence artık Türkiye'nin de bu yarışmayı sallamaması, belki de ispanyanın yaptığını yapması lazım. Sonuçta kimsenin eurovizyonu kaliteli müzik için izlediğini zannetmiyorum, millet geyik için, sahne şovu için, biraz da çıplak kadın görmek için izliyor. Şov yani, o kadar. Bence avrupada eurovizyona alternatif başka bir şarkı yarışması yapılsın ve eurovizyonla aynı gün ve saate konsun. Güzel bir protesto olabilir:)

21 Mayıs 2008

Bir Çıldırış Anı

Şu finaller bi bitsin, ödevler bi teslim edilsin ben çok mutlu olacağım. Valla bak acayip mutlu olacağım. Mutluluktan kendimi şaşıracağım hatta. Bitsin yeter ki. Zaman geçer nasılsa. Evet evet geçer, sorun yok yani. Şu an berbat bir durumda olsam da sonra kesinlikle mutlu olacağım.


Ayrıca facebookta all men should look like Johnny Depp diye bir grup var ben de ona katılmıştım ama geri alıyorum, geri aldım valla bence erkekler Johnny Depp' e benzemesin ben çok karşıyım artık, acayip karşıyım. Ne gereği var, bir tane Johnny Depp tüm dünyaya yeter kanımca. Sonra o benzerleri insanın garip şeyler yapmasına neden oluyor, benden söylemesi. Benzemesin erkekler Johnny Depp'e:)

Bir de ben how i met your motherın sezon finalinden bahsetmek istiyordum ama zamanım yok galiba. Yani olsa uzun uzun yazacağım. 3 sezonluk how i met your mother da ikinci defa bir bölümde gözlerim doldu, ilk defa da ağladım. Tamamen benim dengesiz duygu-durumumla ilgili olabilir bu ağlama şeysi ama barneyciğime kıyamam ben,hem bir de Thom Yorke'un ağlak sesini sokuşturmuşlar araya, ben ağlamayım ne yapayım?

18 Mayıs 2008

O soğukta insan beytepe sırtlarında toz duman içinde oturup, kocaman bir kalabalığa yukarıdan bakarken, biraz olsun hayatı sorguluyor. Ben çok yapıyorum bunu zaten, kalabalık ortamlarda sürekli bir şeyleri sorguluyorum, düşünüyorum, sinirleniyorum, bazen de seviyorum. Ama o soğukta ve tozun toprağın içinde pek fazla olumlu düşünmem de beklenemezdi ve ben yine insanlara kızdım. Bu kalabalıklarda benim için birçok şeyi anlamsız kılan o görüntüyle her karşılaşımda insanlar gözümde biraz daha küçülüyor. İki bira kutusunu çöpe atmaktan aciz, tepinip duran salaklar yüzünden bazı insanlar, soğukta ve umursamazlığın arasında yerdeki kutuları, şişeleri, çöpleri dağ tepe tırmanıp düşme ve ezilme tehlikesine rağmen toplamaya çalışırken o gerizekalıların hala bön bön bakıp, adam işini yapsın diye bile 2 santim çekilmediğini ( hadi yardım etmeni geçtim bari çekil ulan adam eziliyor orada senin çöpünü topluycam diye) gördükçe köpürdüm içimden. Siz orada rahat eğlenin diye insanların ne kadar zorluklar çektiğinden bihaber çöplerinizi de yerlere fırlatın çünkü o sizin hakkınız, sadece eğlenecek geri kalan hiçbir şeyi umursamayacaksınız. Nasılsa sizin pisliğinizi toplayacak birileri vardır, nasılsa onlar bu işlerde çalışmak zorundadır, dünyanın düzeni budur değil mi? Evet belki insanların bu işlere ihtiyaçları var, ama o insanlara biraz daha işkence etmek için elinizden ne geliyorsa yapın zaten zor olan hayatları biraz daha zorlaşsın olur mu?

11 Mayıs 2008

Spor Haberleri

Roland Garros başlayacak çok yakında,sevinç içerisindeyim.Bir tenis aşkım tuttu gene sormayın valla.Geçen yılki plan geçerli.Sabahtan akşama kadar eurosport ve tenis.Matts Wilanderın güzel yorumlarıyla güzel toprak kortlarda şöyle bir doyasıya tenis izleyeyim yahu.Grand slamları seviyorum,tenisin magazin kısmını takip etmek de eğlenceli hatta maçlarda kim ne giymiş,yeni neler varmış,renk uyumları nasılmış diye bakmak bile eğlenceli.Yanlış anlaşılmasın tenisi bu sebeplerle izlemeiyorum ama tenisten maksimum keyif çıkarma yöntemlerim saymakla bitmez.Hele aile üyeleri ile izlediğimiz maçlar ayrı bir güzel,hatta süper oluyor.Dizi izler gibi yorumlar,yorumlar havada uçuşuyor.

Realimin şampiyonluğu üzerine Cimbomum da şampiyon oldu.(sahiplaneici insan- nerden benim oluyorsa)Sevindik,mutlu olduk ama abartmadık,ayrıca havai fişeklere hiç gerek yoktu bence gece gece ödümüzü koparmaktan başka bir işe yaramadılar.Benim için bu yılın sahnesi Barcelonalı futbolcuların Reali bekleyip sahada alkışlamalarıydı.Bi duygulandım ben o sahnede(film izlemiş gibi oldum gerçekten o yüzden sahne diyorum) Yani böyle güzel bir şampiyonluk ayakta alkışlanır bence de, güzel de bir kapanış oldu Real Madrid adına.Madrid'e taşınacağım ben söylemiş miydim bilmem, o şehirde bir süre yaşamadan ölemem ben.

Snooker izlemeye başladım.Oldukça eğlenceli ve sürükleyici bir spormuş.Bilardo oynamayı bu yıl öğrendim hoş pek doğru düzgün oynadığım söylenemez,benim gibi küçük bir insan için fazla büyük ıstakalar.Yine de ilk oynayışımda bile güzel kesme vuruşlar falan peh peh.Neyse işte ben böyle bi sevdim bilardoyu sonra tvde ne zaman görsem snooker izlemeye başladım.Bizim oynadığımızla arasında çok fark var biliyorum ama neticede bir sopayla toplara vurma ana mantık. Çok eğlenceli.O'Sullivan amcamız çok başarılıymış kendisini hayranlıkla uzun saatler boyunca izledik,her sporun böyle rock star karizmalı,başarılı oyuncuları var.Onları izlemek her zaman ayrı bir keyif veriyor.Bir de şunu anladım ki ben tvde her türlü spor olayını çok rahat izleyebiliyorum.Ne olursa olsun,golf hariç büyük ihtimalle(onu da uzunca izlemeyi hiç denemedim belki denesem başarırım) Hani kendime bir ilk üç yaparım en sevdiklerim diye ama diğerlerini de gayet uzunca bir süre hatta heyecan içinde izleyebiliyorum.Tam bir spor yapma özürlü insan olarak kendimi spor bilgisiyle ve seyriyle avutuyorum galiba.

Formula 1 İstanbuldaydı.Ben yerinden izleyemedim bir kez daha.Nasıl üzülüyorum anlatamam ya.O kadar yakınken kaç yıldır bir kere mi gidemez insan?Bu yıl tam zamanıydı halbuki.Güzel mayıs ayında izleyecektm, Bruno Senna'yı da görecektim, Lewis'i destekleyecektim. Olmadı Neyse ben zaten seyrettiğim ilk yarış Monaca gp si olsun diye gitmiyorum İstanbuldaki yarışa başka bi nedeni yok yani:) Ha bir de ne olacak bu formula 1 yayınlarının hali.Her sene insanı televizyon karşısında sinir hastası etmeye çalışıyor kanal d yayınlarıyla İstanbul gpsinde.Daha yarışın başında Raikkonen Alonso'ya çok güzel bir atak yaptı nasıl temiz bir geçişti, ben kendi kendime yarış anlatıyordum heyecandan bu adamlar oturmuş orada geyik muhabbeti yapıyorlar.Daha yarışın başında ya,o andan itibaren anladım bu yılda bir ilerleme olmadığını.Seneye artık diyelim.Ben İstanbul Park'ta olayım kanal d de şu yarış yayını işini öğrenmiş olsun.

6 Mayıs 2008

Fil gibi harflere dönüş:)

Son 1 yılda güzel yazı yazma yeteneğimi kaybettim.Ben eskiden güzel yazımla ünlüydüm,böyle herkes "aaa gökçenin yazısı çok güzeldir,o yazsın" derdi,herkes zamanında benden not isterdi,böyle kağıtlarım hep rahatlıkla kopya çekilebiliecek anlaşılırlıkta ve düzende olurdu.Ben lisedeyken çizgisiz kağıdın altına çizgili kağıt koymadan düzgün düzgün kompozisyon bile yazardım.O derece bir süperkahramandım.Ama gel gör ki bu yıl bu yeteneğimi tamamen kaybettim.Artık ne yazsam bir şeye benzemiyor,özenme denen şey de yok oldu,her şeyden o kadar çabuk bıkıyorum ki,genelde off aman yaz gitsin işte diyorum.Bir de derslerde canım çok fazla sıkıldığı için değişik yazı stillerini aynı cümlede kullanmak suretiyle kağıdımda istikrarsız bir görüntü oluştururyorum.Bazen hiç yazmıyorum,elllerim ağrıyor,işaret parmağım yamulmuş zaten yılların verdiği o yazı yazma şeyinden,ben direkt resim yapıyorum ya da dersi dinlemeyi bırakıp hayal kuruyorum.Böyle durumlarda zaten yazılmıyor.Geçen sene böyle değildi mesela,yine daha iyiydi,insannlar gene benden not falan isterdi ama bu yıl henüz kimse not istemedi,hatta öyle bi noktaya geldim ki kendi yazımı bile okuyamıyorum bazen,oha diyorum vay be yılların gökçesinin düştüğü duruma bak diyorum.Aslında bunun bir kaç nedeni olabileceğini fark ettim bu akşam, düşündüm ve bazı çıkarsamalar yaptım.
Öncelikle daha az yazıyorum kesnlikle ve demek ki insan yazmadıkça yazmayı unutuyor şeklinde bir önerme oluştırabiliriz.Sonra sınavlarımız filan da hep test olduğu için, sınavlarda yazı yazma dönemi sona erdi.Ayrıca kurşun kalem kullandığım tek zamanın sınavlar olduğunu fark ettim.Kalemlerimle arama bir mesefe girmiş bu da önemli bir etken gibi görünüyor.

Bugün uzun zaman sonra bir sınavda 2 sayfadan fazla yazı yazdım ve şöyle bir kağıdıma baktım.Aynı ilkokuldaki yazı stilime geri dönmüşüm.Eve geldim ta 2.sınıftan kalma defterime baktım, bir de ne göreyim aynen o zamanki gibi yazmaya başlamışım.Yani tersinin olması beklenmez mi ? İnsan büyüdükçe daha süper ve okunaklı filan yazmalı.Ama benim grafiğim biraz farklı.
Ahan da böyle.En yüksek değerlerime lisede ulaşmışım,şimdi önlenemez bir düşüş yaşıyorum.
Bir de hiç unutmam,ilkokulda hocam defterime bakıp "fil gibi senin harflerin" demişti bana.Sonra bu benim içime bir dert olsun mu,1 yılda filan minnacık ve okunaklı bir yazım olmuştu,hırs yapmıştım.Ama boşa gitmiş hepsi çünkü yeniden ilkokul 2 yazı tarzıma yani fil gibi yazılarıma dönüş yaptım.Öğretmenimin kulakları çınlasın ne diyim,ben şimdilik halimden memnunum,herhangi bir şeye odaklanacak,öyle güzel güzel yazacak halim yok.Bendeki dikkat dağınınklığının nasıl arttığının da bir çizelgesi bu aslında.Sanki büyüdükçe tersi olması beklenmez mi?Ben de anlayamdım,hayata karşı ters bir duruş sergiliyorum,doğduğum ilk günden beri,sonuçta doğmak için bile dönmemişim ters ters durmuşum,ondan sonra sezeryanla doğmuşum o yüzden de kafam kocaman.İşte hayat böyle enteresan ve süprizlerle dolu:)

2 Mayıs 2008

Taksi

Gecenin bir vakti bu şehrin ışıkları ne kadar da aldatıcıydı.Hızla akan su gibi akıp duruyordu.Mavi,sarı ve belki turunculardı.Benim net olarak hatırlayabildiğim akıp gidişleriydi sadece.Çok sessiz bir taksinin arka koltuğunda dünya tamamen yalnızdı.Belli belirsiz bir sigara kokusu ve bu güzel şehrin bomboş sokakları vardı karanlıkta.Sahi ya ben bu şehri çok seviyordum,bu boşlukta bir kez daha anladım bunıu.Boş sokaklarındaki huzuru ve şehrin sade karanlığını bile seviyordum.Daha fazla ait olabileceiğim başka bir yer asla olmayacakmış gibi hissettim o taksinin arka koltuğunda, hayatımın en uzun yolculuğunu yaparken.Taksilerin sarı olması bir raslantı mıydı acaba?Neden her şey akıyordu,hep böyle mi olacaktı.Sabit,durağan bir şey olmayacak mıydı hiç.Bu yol ne zaman bitecekti? Aklımdaki soruların asla cevabı olmazdı.Bu kadar yorucu bir zamanın bu kadar huzur vermesi bile ilginçti.Bu sıralar her şey bana inanılmaz derecede ilginç geliyordu zaten.Bir dönüşümdü belki yaşadığım ve olumlu yöndeydi besbelli bu dönüşüm.Yaşıyordum ve bunu hissediyordum.Önemli olan buydu galiba,hissediyordum.Sadece ben,diğer insanlaradan bağımsız,hayatı hissediyordum.Dün yaşamaktan soğumuşken bugün yaşadığım için kendimi mutlu hissediyordum.Sahi ya bu şehrin havası bir başka güzeldi bugün hem de diğer insanardan bağımsız bir güzellikti hissedilen.Yarın olmayacağını bilsem üzülmezdim.Hayatımda belki ilk defa anı yaşamanın ne demek olduğunu gerçekten hissettim teorik anlamının dışında..Işıklar güzeldi ve sürekli akıyordu,keşke bir filmin ortasında sağa sola bakınan gereksiz karakter olsaydım diye geçirdim içimden.Amaçsız ve isteksiz olmayı diledim.Gözlerimi kapadım,ışıkları görmeye devam ettim,hayal ettim ve galiba bu sefer başardım.

1 Mayıs 2008

Düşündüm!

Hayalkırıklığı güçlü bir kelime.Etkisi de kelimenin kendisi kadar güçlü nitekim.Şimdi şöyle bir şey var ki bir insanın çok fazla hayali varsa bir o kadar da hayalkırıklığı olur.Bu önlenemez bir şey çünkü hayallerin gerçeğe dönüşmesi denilen şey şu bilmem kaç yıllık hayatta bir bilemedin iki keredir,gerisi hep kırlır,yıkılır,paramparça olur.Bu noktada "isterseniz olur efendim yok olumlu düşünün,inanın" gibi zırvalarla beynimizi dolduran kişisel gelişim kitaplarının ve orada burada çıkıp hayatın anlamını bulduğunu ve her şeyin kendi kontrolünde olduğunu zanneden gerizekalı sözde uzmanların ne kadar yalancı ve gereksiz olduğunu anlıyoruz.Sen istediğin kadar düşün,düşüncelerini tek bir noktaya odakla ne bileyim hayatı hep pembe yanından filan görmeye çalış olmuyor,bir gün geliyor çok güzel bir şekilde sanki bir el tarafından düğmeye basılmış gibi(çok sevdiğim bir kalıp bu hep bir yazımda kullanmak istemiştim:)) ne kadar dangalak şey varsa başına geliyor.Benim başıma geliyor en azından.Yani herkes bu saçmalıklara inanmakta özgür ama benim inanmam mümkün değil çünkü hayatımın hiçbir alanında işlemedi.Bence insanları mutlu edecek şey umursamazlık,takmazlık,boş verme.Gerisi yalan.Hayal de kurmayacaksın şu dünyada,bir şeyi istemeyeceksin de.Hayalkırıklığından başka bir şey alamıyorsun çünkü karşılık olarak.En güzeli basit ve yavan bir hayat sürüp,yavan kalabalıklara karışıp dünyaya bön bön bakmak.Yani benim çözümlerim bunlar,düşündüm düşündüm başka bir şey bulamadım.



Kahveyi bırakmıştım,yeniden başladım.Çayı da bırakmıştım ona da başladım.Kafeinsiz hayatı bir-iki hafta çekebildim kısacası.Gerçekten stresle baş edemediğime karar verdim kafein olmadan.Ayrıca seviyorum ulan kahveyi niye kendimi alıkoyuyorum sevdiğim şeyleri yapmaktan,ben de salak mıyım neyim,hayatımdaki güzel şeyleri kendi ellerimle hayatımdan çıkarmaya çalışırsam geriye ne kalacak ki.Oh içtim kocaman fincan kahveyi sabah da çay içmiştim,okula gidicem bir de üçü bir arada içicem.Bıktım ya,her şeyden bıktım.Ayrıca Rock' n Roll Baby!