31 Ocak 2009

Sorular...

Soru: Zincirlerden kurtulmanın zamanı var mıdır, ne kadar süre esir kalmak gerekir ki bittiğinde özgürlüğe kavuşmanın mutluluğu olması gerektiği gibi yaşansın?

Cevap: Kesinlikle bir zamanı vardır ama o zamanın ne zaman geleceğini asla kestiremiyor oluşumuz, esareti bitmez tükenmez bir kedi-fare oyununa dönüştürür. İçten içe birgün biteceğine inansak da başlayan her yeni günle birlikte kollarımızdaki zincirleri görmek, bir gün daha bu esarete dayanmayacağını düşünen insan için umut kırıcı olur. Sadece zamanın birinde, hiç beklenmeyen bir anda zincirlerin bizi terk edip gittiğini fark ederiz, nasıl olmuştur anlaşılmaz ama bir nefes alma süresi içinde tüm esaret yok olmuştur. Uzun süren esaretlerin sonunda, zamanın gerçekten değişim ve özgürlük için gerekli olduğunu anlar insan, zincirlerle geçirilen süre ne kadar uzunsa onlardan kurtulduktan sonra yaşanan özgürlük ve huzur hissi o kadar tatmin edicidir zira. Ben bugün zincirlerimin bir tanesini çözdüm, çözüldüğünü gördüm. Çok zaman esir kalmıştım, çok yorulmuştum ama bittiğini görebilmek bile güzelmiş. Özgür müyüm?... henüz değil, keşke tek bir zincirle yaşıyor olsaydım, sanırım saf özgürlük için daha zamanım var. Şanslıyım ki gücüm de var.

Soru: İnsan hem kendini, hem de yolunu kaybedebilir mi?

Cevap: Kendini kaybeden insanın çıkacağı bir yol olabilir mi sorusuna cevap vermek lazım belki öncelikle. Belki de önce yolu kaybetmek kendini kaybetmeye davetiye çıkarıyordur. Ya da her ikisini aynı anda kaybedip tam anlamıyla bir yokoluş içinde bulunabilir kişi. Uzun zamandır kendimi yolsuz hissettiğimden midir nedir, bu soru aklıma geldiğinde belki yollarımı kaybettiğim için kendimi bulamıyorum diye düşünmüştüm. Belki de her ikisini aynı anda kaybettim. Tek bildiğim kayboluş hissinin nasıl hissettrdiği. Yani gidecek bir yeri olmayan insan için yol kenarında durup düşünmek diye bir şey yoktur, karar ve istek yoktur. Boşluk vardır. Ama kendini kaybedip yolları göremeyen insanın durumu ne olacak o zaman? Belki benim de yollarım var, sadece görebileceğim yerde değiller. Bu durumda hissettiğim yolsuzluk bir aldatmacadan öteye geçemez. Galiba benim bu soruya verebilecek net bir cevabım yok, yaşayıp öğreneceğim gibi.

Soru: Şimdi durup dururken bu sorulara cevap arama isteği nerden çıktı?

Cevap: Ay bilmem ki şekerim, kafa bi değişik çalışıyor bugün. Hem karanlık tarafım yaşamaya başlamış yine, kendimi bile sinir edebilecek bir iç sesim var. Ne mutlu bana.

29 Ocak 2009

#7

Bu hafta bir değişiklik yapayım dedim ve Aşk Her Yerde filminin soundtrackinden 3 tane favori şarkı seçmek istedim. Zor olacak gerçekten çünkü hepsi çok güzel. Ayrıca Love Actually ile ilgili böyle gaza gelmemin sebebi yaklaşık 3 haftadır bu filmi sayıklayıp durmam ve en sonunda dün tamamını izlemiş olmamdır. Ne kadar muhteşem ve sevgi dolu bir film olduğunu anlatmak isterdim ama ben müziklerinden bahsetmeyi seçtim. Müzikleri de sevgi dolu, bu filme ait her süper aslında. Neyse öncelikle filmin soundtrack albümündeki şarkıların listesine bir göz atalım:

1. Kelly Clarkson - The Trouble With Love Is
2. Dido - Here With Me
3. Maroon 5 - Sweetest Goodbye/Sunday Morning
4. Norah Jones - Turn Me On
5. Wyclef Jean - Take Me As I Am (feat. Sharissa)
6. Eva Cassidy - Songbird
7. The Calling - Wherever You Will Go
8. The Pointer Sisters - Jump (For My Love)
9. Joni Mitchell - Both Sides Now
10. Lynden David Hall - All You Need Is Love
11. The Beach Boys - God Only Knows
12. Texas - I’ll See It Through
13. Sugababes - Too Lost In You
14. Craig Armstrong - Glasgow Love Theme
15. Otis Redding - White Christmas
16. Billy Mack - Christmas Is All Around
17. Olivia Olson - All I Want For Christmas Is You

Evet şimdi içinden seçmeye geldi sıra. Seçerekn nasıl bir ölçüt kullanacağımı bilmiyorum, ama bu listenin içinde normalde de çok sevdiğim bir şarkı olduğu için Dido- Here With Me diyorum birinci sıra için. Bu şarkının filmde çaldığı sahne ile uyumu muhteşem zaten, çok yoğun bir şarkı böyle yoğun bir ana eklenince filmin en duygusal sahnelerinden birini izlemiş oluyoruz. Şahsen filmde en sevdiğim ikinci sahne olur burası. Birinci de aynı çocuğun "to me you're perfect" yazısını kıza gösterdiği yer, neyse efendim konumuz bu değil, ama ağlamak isteyenler için videonun linkini vereyim: http://www.youtube.com/watch?v=Is9xHR11E3A&hl=tr

İkinci olarak all you need is love'u seçtim, ama The Beatles'dan dinlemekte yarar var tabi ki ya da Jim Sturgess'den. düğünde çalınabilecek bir şarkı, zaten filmde de düğünde duyuyoruz:) düğün şarkıları diye bir liste mi yapsam kendi zevkime göre, aslında düğün dj'i gibi bir meslek edinebilirim kendime, evet bunu da kariyer planalrıma dahil etmeliyim, gurme olamazsam düğün dj'i olurum.

Sugababes'den too lost in you'yu üçüncü sıraya koymazsam ayıp olur. Filmi ilk izlediğim zaman ki 5 yıl öncesine tekabül ediyor, ben bu şarkıyı çok sevmiştim, ama gerçekten o zamandan beri hiç dinlememişim, dün yeniden bir kez daha ne süper bir şarkı olduğunu keşfettim.

Son favorim de Joni Mitchell- Both sides now olsun, ekstra olsun. . güzel sesli kadın, çok güzel şarkı, ayrıca filmde River şarkısını da duyuyoruz ki ben şarkıya resmen aşığım.

Güzel soundtrackli filmler iyi ki varlar.

27 Ocak 2009

Geçen gün yemekteyizdeki adam domatesli ekmek yaptı, beğenmedi salaklar. Aslında adam ona domatesli ekmek yerine sarımsaklı ekmek dedi ama benim için domatesli ekmektir kendisi. Ah ben olacaktım ki orda, hepsini yerdim.

Bu yıl 3 kere mum üfledim ,üçünde de aynı şeyi diledim. Şimdi bu durumda dileğin gerçekleşme ihtimali artmış mıdır? Son üflediğim pastada hem baya bi mum vardı, çok mumu tek seferde üfleyince acaba artıyor mu dileğin gerçekleşme ihtimali. Kafamı buna takmış durumdayım, işim gücüm yok zaten düşünecek şey lazımdı bana da :)

Sex and the City'nin birinci sezonunu bitirdim. Kafama takılan şeyler var, öncellikle bilmem kaç bin dolarlar vererek aldıkları ayakkabıların hepsi çirkin ötesiydi bu ilk sezonda. Yani ayakkabı manyaklığını anladım diyelim de(ki anlamıyorum) madem o kadar para veriyosun bari zevkli bir şeyler al. Ayrıca çok renkli elbiseler gördüm birinci sezon itibariyle, en sade giyineni bile renkli. Bir de 90larda kadın modasında bir yanlışlık varmış galiba, o dönemin sokak modası süper ama bu süslü kıyafetlerde tam olarak tanımlayamadığım bir yanlışlık var. Yüksek belli etekler ve garip askılı bluzler olabilir, saç modellerine değinmek bile istemiyorum. Beni bekleyen bir sürü sezonum var önümde, tatilin güzelliği.

Sex and the City ile beraber Seinfeld de izliyorum. İlk izleyişim değil tabi ki, yeni baştan izliyorum. Bayılıyorum ya, acayip seviyorum. Böyle güzel yazılmış bir dizi, her söz, her cümle muhteşem, diyaloglar zaten inanılmaz. George hala en sevdiğim karakter, böylesine gıcık bir insanı nasıl bu kadar sevebildiğimi ben de çözemiyorum. "I've never been happy" diyişindeki halini seviyorum galiba :)

Şimdi bir de oyuncak tavşanım oldu. Bu yıl pek bi sevimli şeyler etrafımı sardı. Bir yumuşacık oyuncak tavşan, bir tane sallanıp duran at, bir de kalp hırsızım var. Bu yıl herkes bana oyuncak almak istemiş, işin ilginç yanı ben çocukken kimse bana böyle oyuncak hayvanlar, peluşlar filan almazdı. Eşek kadar oldum bir anda herkes oyuncaklara boğdu beni. Tavşanın adının Fifi olmasına karar verdi arkadaşım, fifi isminin uzun bir hikayesi var, geçmişten kalan, ben de olsun dedim madem isimsiz oyuncaklara dayanamıyorum, turkcell bebeğim var mesela adı Şükran :)

24 Ocak 2009

Bir Rüya

Rüyamda Fran Healy telefondan bana mesaj atmıştı. Oldukça uzun mesajın son iki cümlesi kaldı aklımda uyandığımda, şöyle demiş kendisi:

"Yağmurun altındaki küçük kız
Seni bir çift ıslak ayakkabıdan tanıdım."

Uykudaki yaratıcılığım için kendimi tebrik ediyorum, bu rüyayı analiz edecek arkadaşım uzaklarda olmasaydı bilinçdışımla ilgili çok önemli şeyler öğrenebilirdim. Çünkü rüya Fran Healy'nin mesajıyla sınırılı değildi. Neyse bugün benim doğum günüm, koca kız oldum ben küçük kız falan değilim :)

22 Ocak 2009

#6

Ya ben bu hafta ne az müzik dinlemişim, last fm sağolsun her şeyin kayıtlarını tutuyor da haberdar oluyoruz kendimizden.Dizi izlemekten müzik dinlememişim resmen, ayıp bana. Yine de haftanın favori şarkıları var, her hafta vardır:)

1-Death Cab For Cutie-Transatlanticism
Çok severim, ah ne güzeldir transatlanticism, ne kadar yoğundur. Her zaman dinleyebildiğim bir şarkı değil aslında, doğru zamanları kollarım böyle şarkıları dinlemek için, bu haftanın anlam ve önemine uygun olarak düzenli olarak dinledim, günde en fazla 2 kere olacak şekilde, zaten daha fazlası dağıtıyor beni. Öyle bir "i need you so much closer" diyor ki bu şarkı yani işi gücü bırak dağıl, dağıt, ağla, kaybet kendini. Süper gerçekten.

2-Yeni Türkü-Dönmek
Bence Yeni Türkü'nün söylemiş olduğu en güzel şarkı bu, belki hepsini dinlememişimdir ama ulaşabilcekleri en son nokta bu olmalı. Sözleri zaten çok muhteşem Murathan Mungan sağolsun, ama bu şarkının melodisindeki hüzün anlatılmaz. Bana çok hüzün veriyor, bilmiyorum nedenini bulamadım. Ayrıca özellikle şu dizelerine hasta oluyorum:

olmamis yasamlar, eksik yarinlar
hatirlatir her sey eski asklari

Olmamış yaşamlar ne kadar acıklı bir söz değil mi, beni çok üzüyor,çocuk gibi ağlayan sarhoşları da hayal edebiliyorum, şu hayatta daha görüp görebileceğimiz en üzgün şeylerden biridir belki de onlar ve eksik yarınlar. Bu şarkının melodisi olmamış yaşamları hissettirdiği için belki de çok hüzünlü, bilmiyorum.

3-Jeff Buckley- Morning Theft
Bir şarkının sözleri değil de kendisi yani bir bütün olarak kendisi bir insanı hatırlatabilir mi? Benim için bu şarkı öyle, ayrıca sürekli dinlesem günler aylar boyu sadece bu şarkıyı dinlesem sıkılmam. Jeff Buckley şarkıları içinde en sevdiğimi seçmek her zaman zor olmuştur, birini seçsem diğerinin hatrı kalır gibi gelir bana, hepsi öylesine mükemmelken. Ama içim rahat bir şekilde söylüyorum ki Morning Theft'in ayrı bir yeri var en sevdiğim diyemesem de.
"meet me tomorrow night, or anyday you want"
"a heart that beats as both siphon and reservoir.
you're a woman, i'm a calf.
you're a window, i'm a knife."

Böyle, bu kadar. Haftaya daha bir hafta var. (en felsefi sözüm bu oldu Fatih Terim'den esinlendiğimi belirtmek isterim,kendisi akıl hocam aforizmalarımı üretirken bana yol gösteriyor:P )

21 Ocak 2009

Umut - İşkence İlişkisi

Jerry: So there is still hope.
George:
I don't want hope, hope is killing me, my dream is to become hopeless. When you're hopeless you don't care, when you don't care indifferences makes you attractive..
Jerry: So hopelessness is the key.
George: It's my only hope.

Who Knows Where The Time Goes*

Bu yıl kendme o kadar çok doğum günü hediyesi aldım ki artık işin suyu çıktı. Şımarmaya pek meraklıyım, ne alsam "nasılsa doğum günüm hediye olsun bari" diye alıyorum. 21 yaşımı bitireceğim için yaşayacağım olumsuz duygulardan kurtulmaya çalışıyorum herhalde. Daha geçen gün bir yıldır görüşmediğim bir arkadaşım "ya sen acayip büyümüşsün, o çocuk gibi halin hiç kalmamış" dedi bana. Ben de üzüldüm, demek ki dışardan bakıldığında artık daha yetişkin gibi gözüküyorum, hayat yormuş, yüzümde o büyük insanlara ait ifadeden var. O ifadeden hiçbirimiz kaçamayacağız sanırım, büyümek iyi güzel de dışardan çok belli olmasaydı keşke büyüdüğümüz :) Yorgun ve yetişkin görünmek istemiyorum henüz, daha erken gibi. Zaten aynı arkadaşıma 21 yaşımı bitiriyorum dediğimde "ne diyosun ya oldu mu o kadar, boşver sen herkese 20yim de, 21 çok büyük" dedi. Ben de güldüm, yani sıksam 22 bile derim insanlara ama şu bitirilen yaş söylenir kuralına çok sadık olduğum için artık kaçış yok, 21 se 21dir:) Ayrıca ingiliz bilimadamlarına göre benim doğum günüm yılın en stresli günüymüş, Türkiye için de bir faili meçhul cinayetler günü, öyle hoş ve ilginç gün.Seviyorum ben yine de her ne kadar lanetli olduğu düşünsem de 24 ocak iyidir:)

O zaman Morrissey'den herkes için gelsin: The World Is Full Of Crashing Bores Bi de Counting Crows'dan gelsin: Holiday in Spain İspanyaya tatile gitmek istiyorum gerçekten, param olsaydı şu anda bir uçak bileti alır Valencia'ya giderdim sonra da Madrid'e geçerdim, sonra geri dönmeyi unutup bir süre oralarda boşboş yaşardım, ah be param olsaydı tam şu anda giderdim.

* Nina Simone söylüyor, pek hüzünlü, pek güzel. Gerçekten bu zaman nereye gidiyor bilen beni bilgilendirsin.

17 Ocak 2009

#5

Bugünün bir perşembeden çok cumartesiye benzediğinin farkındayım, aslında bugün bildiğimiz cumartesi. Benim favori şarkılar bölümümün yazıldığı gün değil kesinlikle. Kabul edelim bende bir işi zamanında yapabilmek gibi bir özellik yok, çok sevdiğim halde bloğa yazmayı bile yapamıyorum. Beceriksizim, evet. Zamanla ilgili de problemlerim var belli ki. Neyse ben yine de bu haftanın favori şarkılarını yazacağım perşembe olmaması çok da önemli değil, önemli olan niyettir zaten diyor ve bitiryorum.

1-Ezginin Günlüğü-Martı
"Gel gezmelere gidelim biz bulutların asfaltında" Sadece bu söz için bile takdir ederim ben bu şarkıyı. Last fm'e baktım bu hafta en çok Martı'yı dinlemişim ben, bu durumda haftanın en favori şarkısı bu oluyor.

2-Bülent Ortaçgil-Eylül Akşamı
"Belki benim kağıt param bir şekilde döne dolaşa senin cebine girmiştir." Serendipity filmi gibi değil mi? Çok muhteşem bir şarkı, her sözü ayrı güzel. İnsanlar böyle şarkıları nasıl yazıyor gerçekten çok merak ediyorum, yani böyle sözler nerden geliyor akıllarına, ve müzikle nasıl böyle kusursuz şekilde birleşiyor bu sözler. Gerçekten aklımın alması zor, böyle bir yeteneğim olmasını dilerdim. "Yollarımız hiç kesişmemiş şu eylül akşamı dışında"

3-Keane- Perfect Symmetry
Radyoda duyar duymaz aşık oldum ben bu şarkıya. Radyoda bir şarkı ilk dinleyişimde ilgimi çekerse eğer o şarkıyı çok seveceğimi anlıyorum. Keane'i de severim sayarım, yani albümlerini de tamamen dinlemek lazım bu şarkının üzerine.

Morrissey'in yani albümü çıkıyormuş 19 şubatta, sevindim:) Yeni şarkılar dinleyeceğiz demek ki, hem ilk single'ı da pek beğendim.

Bitti.Artık tatildeyim, mutlu gibiyim, oyuncak atım oldu sallanıp duran, erken doğumgünleri mutlu ediyormuş, düşünülmek güzel şeymiş, bilardo strese birebirmiş. Bir gün tek başına okunmayı bekliyor, sex and the city baştan sona izlenecek, zaman yine de çabuk geçsin, akşamlar geçmek bilmiyor, rüyalar bitmiyor.alışmak fena bir şey, gidenler çok özleniyor, bir insanın msnde çevrimiçi durduğunu görmek bile iyi gelebiliyormuş hem. öyle be, tatil işte, dinlenmek ve düşünmek lazım

13 Ocak 2009

Ben bu adamı seviyorum, kendisi idolüm hatta. Onun başkanlığını yaptığı kaybedenler klubüne başkan yardımcılığı için başvurdum, kabul edilirim herhalde. Ne yapacağını bilmeyen, ve saçmalama konusunda başarılı insanlarla çok güzel özdeşim kurarım, bu adamda kendimi görüyorum ben, öyle bir bahtsız, elini kolunu nereye koyacağını bilemeyen... Israrla yanlış yapan, sonra da kendine acıyan insanlar, gelin kardeş olalım valla.

10 Ocak 2009

Domatesli Ekmek

Ödev yetiştirme stresinden nefret ediyorum, gerçekten çok sinir bozucu bir durum. Okul bitse de bir sürü film izlesem, kitap okusam, tek bir şey düşünmeye bile vaktim olmayacak kadar çok dizi izlesem vesaire. Böyle ekrana bakarak ve yatarak en az 20 gün geçirmek istiyorum, valla ya. Ayrıca domatesli ekmek istiyorum ben, her daim domates, zeytinyağı ve peynirle yaşamak, sonra uyumak uyanınca yeniden domatesli ekmek görerek mutlu olmak... Belki biraz da kahve. Ne güzel bir hayat olurdu, domatesli ekmek, kahve bol bol film ve saçma sapan aşk romanları... Azıcık da kar yağsın odamın camında oturayım fonda hep sakin şarkılar çalsın. Böyle hayallerim var, gerçek olsun tamam mı?

8 Ocak 2009

#4

Yine bir perşembe günü ve ben yine çok süper şarkılarla karşınızdayım. Bu işi sevmeye başladım, kendimi düzenli bir insan gibi hissediyorum, ayrıca bir hafta denen sürenin ne kadar kısa olduğu hakkında acayip farkındalıklar geliştiriyorum. Daha geçen perşembe dün gibiydi yahu, ne zaman geçti bir hafta. Bilmem hayatın gizemlerinden biri işte zaman denen şey. Evet her zamanki alakasız girizgahtan sonra bu haftanın en favori şarkılarına geçebilirim.

1-Aqualung- Strange and Beatiful

Bu güzelim şarkıyı ve hatta grubu Wicker Park filmi sonrasında keşfetmiştim. Süper bir şarkı kesinlikle, mp3 çalarımda rastladıkça dinlediğim ve sözlerini nedense hemen ezberlediğim bir şarkıdır. Bu hafta içinde Seviyor, sevmiyor diye bir film izledim, o film biter bitmez bu şarkı kafamda çalmaya başladı, bilinçdışı böyle bir şey işte sayın seyirciler. Sonra o günden beri sürekli dinliyorum. Şöyle de süper sözleri var:
Sometimes, the last thing you want comes in first,
Sometimes, the frist thing you want never comes,
And I know, the waiting is all you can do,
Sometimes...

2-The Last Shadow Puppets- My Mistakes Were Made For You

Şimdi bu şarkının sadece ismi yeter aslında ama bundan ibaret değil tabi ki. İnanılmaz bir şarkı, son günlerde dinlediğim en iyi şarkı, yeni keşfettim, grubu da süper sözler yazdıklarını fark ettim. Acayip farklı bir tarzları var, my mistakes were made for you olmuş, tam olmuş.

3- Şebnem Ferah- Artık Kısa Cümleler Kuruyorum.

Açıklamaya ihtiyacı yok bu şarkının, Şebnem Ferah sevdiğim bir ses değil, genelde kendisine ve şarkılarına dayanamam ama bu şarkı bi özel, ayrı bi güzel. Subjektif nedenler dolasıyla belki ama aslında şarkının sözleri çok hoş. Bu şarkı da my mistakes were made for you gibi ismiyle çok şey anlatıyor, şarkı isimlerini severim ben, dikkatli seçilmelidir kesinlikle şarkıya konulacak başlık zira insan bazen sadece başlığı için sever bir şarkıyı, tek bir cümle yeter bazen.

Bu haftalık da bu kadar.Müzik sizinle olsun, şarkılar yanınızda, en zor anınınzda imdadınıza yetişsin. Her anımız müzik gibi olsun...

6 Ocak 2009

Garip Yazı

İçimde bir Thom Yorke ezikliği dışımda George Costanza salaklığı... Ne olacak bu halim insan yaşayamaz ki böyle.
Çabalıyorum ben yine de. -Çok da şiirselim aman tanrım-

Finallerim var benim, stresten ellerim yara içinde kaldı tırnaklarımı yedim de. Neyine stres yaptığımı bilmiyorum, zaten doğru düzgün çalışmıyorum. Sonu bilinen bir şey için heyecanlanmaya gerek yok ki. Ama ben yanıyorum da yine dönem başında kendime verdiğim sözleri tutamadığıma yanıyorum. Koşullar istediğim gibi gelişmedi, dikkatimi dağıtan bir unsur oluştu birden bire. Ne unsurmuş ama :) Bir ara sana anlatacağım blog olayları uzun uzun. Şimdilik beynim çalışmıyor, herhangi bir şey algılayamıyorum kafamda fazla gereksiz bilgi ve içimde gereksiz bir sıkıntı var. Ya harbiden ne çok bilgi var değil mi, bazen beynim artık almayacak diye korkuyorum. Sonra bazen gerçekten insan kendi kendine aşırı düşünerek imha olabilir mi diye aklımdan geçiyorum. Bazen cümle kurmayı nasıl unuttuğumu merak ediyorum, ama oluyor işte. Beyin mallaşması diyorum ben bu durumların hepsine, bir de aşırı gülme yapıyor, her şeye gülüp gülüp sonrasında üzgün olabiliyorum. Ama çok gülüyorum, Mesela bugün son günlerde duyduğum en komik şeye yaklaşık bir saat güldüm, ve hiç taklit yeteneğim olmadığı halde yakın arkadaşlarımdan birini taklit ettim hem de kendisi karşımda oturuken.Bir yarım saat de ona güldüm.Cep telefonu kamerası ile kısa film çekmeye çalıştık,olmadı ona güldüm. Eve geldim yeniden Seinfeld izledim, çok özlemişim, nası güldüm nası güldüm. Oh oh. Böyle işte. Her final döneminde yaşadığım her türlü gereksizliği yeniden yaşıyorum, bir de utanamdan anlatıyorum. Benim aslında şu anda ders çalışıyor olmam lazım ama boşvermişim dünyaya, zaman geçiyor, hayat bitiyor ben hala beyin mallaşması aşamasından çıkamıyorum. Nerde kaldı carpe diemler, yaşayalım canım istediği gibiler. Ancak lafta oluyor galiba, Jerry'nin dediği gibi ne yapmamız lazım da iyi bir hayat yaşadığımızı anlayabilelim, neyi değiştirmek gerekiyor mesela, ne yapınca işte hayatımı boşa harcamıyorum oluyor, o faaliyetler nelerdir yani. Bu kararı alıyoruz ama ertesi gün yeniden normal hayatımızı yaşıyoruz, bildiğimiz tek yol o çünkü. Benim yolum da beyin mallaşmasından geçiyor bu haftalarda. Ama diyorum ki yine de ben, insan eğer birini özlüyorsa bunu o kişiye söyleyebilmeli, bu bile daha iyi bir hayatın başlangıcı olabilir. Ben bunu yapmak istiyorum, evet ama yapamıyorum işte.Kendime de bir çare bulsam iyi olacak galiba. Ders çalış dostum ya, ne uğraşıyorsun.

5 Ocak 2009

Üşüyen Kız Tipi

Bende "üşüyen kız tipi" varmış bugün bir arkadaşımın söylediğine göre. O ne demek o kız tipi nasıl olur ben hiç bilmiyorum sanırım sadece erkeklerin görebildiği bir şey bu ve ben öyle görünüyormuşum. Sanki hep üşüyor gibi duruyormuşum. Şimdi bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi kendisi de yorum yapmadı ama beni gören insanlarda böyle bir "zavallı kızcağız imajı" uyandırıyorsam hoş bir şey değildir herhalde. Uzun zamandır biri bana sende şu-bu tipi var dememişti, garibime gitti. Kendimle ilgili yeni bir şey öğrendim, insan kendisine daha farklı bir yerden bakıyor normalde, böyle durumlarda başka insanların fikirlerini duymak o nedenle bilgilendirici oluyor. Hoş bunu söyleyen arkadaş kendisi pek bi ilginçtir bu sadece onun görebildiği ya da uydurduğu bir şey olabilir ama bakalım test yapacağım başka insanlara da "ben de üşüyen kız tipi var mı" diye soracağım, beni iyice garip zannedecekler sonra. Erkekler arasında bir "crazy eyes" fenomenine dönüşmesin de aman, böyle dilden dile yayılıp bir üşüyen kız teorisine baş kahramanlık yapmak istemem :)

1 Ocak 2009

*Party Number 3...#3

Bugün perşembeymiş, ben haftanın en favori şarkılarını yazacağım, geçen hafta unutmuşum gene, bir şeyi de doğru düzgün yapabilsem zaten, neyse olur öyle arada:)

1-Sara Barielles & Ingrid Michaelson- Winter Song
Tam bir kış şarkısı, çok duygusal, sözleri de çok güzel, öyle de şirin bir videosu var ki şeker gibi. Bir aralık ayının neden doğru hissettirmediği üzerine düşünüp mantıklı bir cevap bulmuşlar bu şarkıda, daha sonra da umudu elden bırakmayıp mevsimlerin değişeceğini ve hayatın kendi yolunu bir şekilde bulacağını söylemişler. Bu karla kaplı soğuk Ankara günlerinde ve bir aralık ayının sonlarında tam da sözlerine benzer şeyler hissettiğim bu zor zamanlarda, çok iyi geldi bana.

2-Pink Floyd- Wish You Were Here
Tüm zamanların favori şarkısı belki de wish you were here ama son bir haftadır ben yeniden keşfetmiş gibi davranıyorum bu şarkıya. bir şey var bu şarkıda insanı içine çeken, ortamı değiştiryor bir anda sanki, çok seviyorum.

3-The Smiths- Never Had No One Ever
The Smiths hakkında sayfalarca yazmak istiyorum aslında ben, tarihin gördüğü en iyi gruplardan biri, Morrissey'nin eşsiz sesi ve insanı dağıtan sözleriyle kendimi çok çok yakın hissettiğim 80ler mucizesi. Kısa sürmüş bir efsane, neyse ki Morrissey müzik hayatına tek başına devam etti de ondan mahrum kalmadık. İşte bu şarkı da The Smiths'in en çok acıtan şarkılarından biri, son bir haftadır kendimi alamıyorum dinlemekten, önce I know It's Over ı sonra da Never Had No One Ever'ı dinleyince hayatı sorgulamaya başlıyorum ama kendini durduramıyorum, Morrissey I'm alone, i'm alone diye söylerken ben ağlıyorum.

Böyle işte, her hafta birbirinden üzgün şarkıları favori şarkılarım yaptığımın farkındayım ama ne yapayım ben üzgün bir insanım galiba, bu şarkılar da bana hitap ediyor.

*Ailemizin dost taksicisi Ranjit aksanıyla Party Number Three, aklıma geldi Himym'da yılbaşı bölümüydü, ne güzel bölümdür. Bu da yazdığım 3. favori şarkılar olunca böyle bir başlık olsun dedim, bundan sonra sadece numara koyacağım, eğlenceli başlık burada sona eriyor anlayacağınız. Neyse klasik temennimle bitireyim, şarkılar sizinle olsun herkes yalnız bıraksa da onlar yanınızda olsun.