23 Eylül 2013

Atlas Hands



Bu Britanyalı genç adamlarda var bir şeyler. Bu çocukların bu kadar güzel müzik dolu olmaları yaşadıkları topraklarla mı yoksa genetik miraslarıyla mı açıklanır hiç bilmiyorum ama bu adamlar iyi müzik yapıyorlar. Son zamanlarda hastası olduğum Britanyalı genç adam se Benjamin Francis Leftwich. Last Smoke Before the Snowstorm albümünü günlerce üst üste dinledim. Sanırım Almanya'daki son günlerimin soundtracki haline geldi bu albüm. O yüzden de yeri şimdiden çok ayrı.

20 Eylül 2013

Just in Time



Sanırım bu zamana kadar izlediğim tüm filmler içinde en çok sevdiğim son bu olabilir Filmi izlemeyenler için bir şey diyemeyeceğim, videoyu izleyip izlememek size kalmış, spoiler duyarlılığınıza göre ya yardırın ya da kendinizi filme saklayın. Aslında bu zamana kadar bu filmi izlemediyseniz internette boş boş gezinmeyi bırakıp hemen gidin de filmi izleyin bence.

Dünyanın en acıklı ve en umut dolu sahnesi. Böyle şeylerin aynı ana sığması da hayatın en güzel trajedesi galiba. Aklıma geldi gene nedensiz yere. Bunu izleyip de bir kere bile gözlerimin dolmadığı olmadı. Benim için yüzde yüz çalışıyor. Duygusal olarak dağılmayı her istediğimde açıyorum azcık gözyaşı döküp kapatıyorum.

16 Eylül 2013

Herhangi Bir Hikaye: İkinci Bölüm

(Aylarca önce yazıp nedendir bilinmez taslaklarda çürümeye terk ettiğim bu yazıyı buldum bugün. Kendi tarihime düşmek istediğim notlardan olduğu için bulunsun istiyorum burada.)

Onun hakkında yazmak istediğim binlerce şey var çünkü o, gerçekten var olduğuna asla inanamayacağınız adamlardan. Bir kitapta okusanız, bir masalda dinleseniz, bir filmde görseniz; böyle insanlar da ancak kurgularda yaşıyor diyeceğiniz bir insan o. Belki de bu yüzden uzunca bir süre onun gerçek olup olmadığını sordum kendime. Acaba yeni bir kısa hikayeye konu olsun diye uydurduğum sonra da gerçek olduğuna inandığım bir karakter mi diye düşündüm. Ciddi bir şekilde düşündüm. Akıl sağlığım konusunda her zaman kendimden az da olsa şüphe ettiğim için bu tarz düşüncelerle uğraşmak çok zor olmadı. Sonra onun gerçek olduğuna ikna oldum. Beni ikna etti. "ben buradayım, gerçeğim," dedi, "hiçbir yere gitmiyorum." Gidecekti elbet ama gerçekti. Evinde kocaman dünya haritaları vardı. Gittiği yerleri yeşil, gitmek istediği yerleri kırmızı iğnelerle işaretlemişti. Dünyayı görmek istiyordu. bana dünyayı gösterecekti. beraber hayaller kurduk. Haritaları açtı önüme, seçelim dedi, dünya bizim, görülecek çok yer var. "Her yeri görmeden öleceğim diye korkuyorum" dedi. Dünyanın en güzel korkusunu paylaşıyorduk. Aynı korkulara sahip olduğum insanları sevmekten başka yapılabileceğim ne vardı. Sevdim ben de. Bir insanı böyle sevmek ne güzeldi. Sonra bir gün ben ona neden bana bu kadar iyi davranıyorsun diye sordum. "çünkü hak ediyorsun," dedi. Doğduğum günden beri bunu duymayı bekliyordum, o bana kendimi sevmeyi öğretiyordu. Nedendir bilinmez beni çok seviyordu. Söyleyemiyordu bir türlü, söylemek için debeleniyordu ama biliyordum seviyordu. Beni mutlu etmek istiyordu; beni güldürmek, yedirmek, beni korumak, benim sevdiğim kitapları okumak, sevdiğim filmleri izlemek, boş konuşmalarımı dinlemek, bana bakmak, benimle dans etmek istiyordu. garipti, beni mutlu ediyordu durmadan. Hiç bıkmadan, usanmadan.

Sabahın yedisinde daha hava bile aydınlanmamışken Lüksemburg'un ıssız bir sokağında yürüyorduk; en sevdiği diziden bir sahneyi anlattı bana. Karakterin taklidini yapmak için durdu, karakter bi süre sessizce uzağa bakıp gülümsüyor sonra da "çünkü seni seviyorum" diyordu o sahnede. Biliyordum ki bana söylüyordu. Bana dinlettiği tüm şarkılar her zaman söylemek istediklerini özetliyordu. Ben şarkıları dinlerken o bana bakıyordu. her tepkimi beynine kazıyordu. Kulağıma fısıldıyordu şarkıların sözlerini. Anla beni diyordu, bu şarkılar hep senin için. Sonra bir gün gerçekten söyledi, buz pateni yapan insanları yukarıdan beraber izlerken, Münih'in buz gibi havasında, ben sana aşığım dedi. Aşık olmak ne güzeldi. Sonrası da iyilik güzellik tabii. Beni sevdiğini söylemediği tek bir gün olmadı.

Haritaları mükemmel kareler yapacak şekilde katlıyor, kuzeyin nerede olduğunu hiç çaba harcamadan bulabiliyordu. Yürürken bana hikayeler anlatıyordu. Bana hikayeler anlatmak için yaşıyordu. Zaten ben ona tam bir hikayenin ortasında aşık olmuştum, ona bunu hiç söylemesem de aslında ben onu cümleleri için sevmeye başlamıştım. Kahve sevdiğimi bildiği için her sabah ilk iş bana kahve alması mesela onu dünyanın en mükemmel insanı yapmaya yetiyordu. Londra'ya gitmeyi ne çok istediğimi bildiği için doğaçlama bir İngiltere gezisi planlayabiliyordu anında. İzin versem Londra'yı bile alırdı bana." Seni mutlu etmek istiyorum" dedi. "Sen mutluyken ben de o sırada yanında olabilirsem ne mutlu bana." Önümüzdeki 70 yıl beni seveceğine söz verdi, 71. yılda duruma bakarız dedi. 70 yıl garanti olduğu için sesimi çıkardım. Çok uzunca bir süre seni sevmeyi planlıyorum belki öldüğümde bile seni severim  ama belki de bir geleceğimiz yoktur birbirimizi başka kıtalardan sevmeye devam ederiz, şimdiden beni bir ömürlük sevdin bu bile bana yeter dedim cevap olarak. Ne de olsa bazen bir insanı kaybetmek onunla hiç tanışmamış olmaktan iyidir değil mi? Ya hiç tanışmasaydık bana sevmeyi kim öğretecekti, kim yalnızlığımı silip süpürecekti.

Herhangi Bir Hikaye Birinci Bölüm

3 Eylül 2013

Sıkıntı

yazmak iyileştirir. peki iyileşmek ne demektir? sanırım iyileşme, üzerine düşündüğümüz zamanlar iyi olmadığımız anlamına geliyor en temel haliyle. olumlu bi kavramın bir olumsuzluktan türemiş olması çok rastlanır bir şey elbette. neden iyileşme ve yazmak üzerine düşündüğümü anlamaya çalışmam ise ayrı bir mesele. ne yazdığım var ne de iyileştiğim. sadece düşünüyorum. diyorum ki yazayım ne varsa, bitene kadar, bitmezse de sonsuza kadar. sonsuzluk ve bir gün'e ne kadar takık olduğum geliyor sonra aklıma. onun üzerine düşünmeme bile gerek yok, her şey kelimelerde gizli. bazı şeylerin pat diye bitmesini ve bazı şeylerin sonsuza kadar yakamıza yapışmasını konuşuyorduk bir de bugün. hani her şey biter diyorlar ya six feet under'da da, bazı şeyler bitmiyor nedense. yani öldüğümde benim için bitecek tabii ki ama milyonlarca insan için devam edecek. o da çok büyük bir sorun değil belki. ne düşündüğümü bile bilmiyorum. düşünce ile sıkıntıyı birbirine karıştırmak mümkün müdür acaba?

hala bu şarkının içinde yaşıyorum. geceleri katlanılır kılıyor.