30 Aralık 2009

Yeni Yıl Dediğin Dileksiz Olmaz

Sevgili yeni yıl tanrısı;

Bu yıl senden öyle aman aman şeyler istemiyorum, vallahi seni yormak niyetinde değilim. Hep kolay ve olabiir şeyler istedim, bak listeme; görecek ve bana hak vereceksin zaten.

Yeni yılın son aylarında tam olarak yapmak istediğim şeyi yapabileceğim bir ortamda bulunmamı sağlarsan çok çok mutlu olacağım. 2010, istediğim mesleği tam olarak öğrenebileceğim yerlerde bulunmaya başlayacağım yıl olsun.

Yeni yılda bana tüm the smiths ve led zeppelin albümlerini bana bahşetmeni diliyorum, onları odama ışınlarsan ben de karşılarına geçip izleyebilirim, bak dinlemek bile istemiyorum sadece orada dursunlar ben de onlara doğru bakayım istiyorum.

Bana toefl denen sınavan odtü kaç puan istiyorsa o kadar puan vermeni istiyorum, yok odtüyü boşver dersen beni NYU'ya gönderecek miktarda parayı hesabıma yatırmanı diliyorum dolar olarak tabi sana zahmet olmazsa.

Bu yıl Zara'da şöyle çılgın indirimler olmasını diliyorum, bak ne kadar düşünceliyim ki bedava olsun demiyorum, indirimle yetineceğim. Hadi gene iyisin. bir de bana çizme bul be, yok biçbir yerde.

Şöyle ağustos-eylül gibi beni ingiltereye yollamanı çok rica ediyorum ingiltere olmaz dersen de kızmam sana, İtalya'ya yolla beni. Olmadı Madrid' e yolla. Yok yok vazgeçtim hepsine yolla sen.

Bu yaz serdar ortaç ve demet akalın yeni albüm yapmasın istiyorum. cidden istiyorum bunu.

Johnny Depp ve Daniel Day-Lewis daha çok film yapsın.

Coldplay ve Morrissey türkiye'ye gelsin. Hadi insanlar kendim gitmeyecek olsam da size de bi kıyak yapayım Iron Maiden da gelsin bu yıl artık.


Neyse geyik bir yana mutlu bir yıl olsun işte 2009 bana hiç iyi gelmedi bittiği için de memnunum. Hayatımın en zorlu yıllarından biriydi ve en çok büyüdüğüm yıl da 2009du, bitmesi şöyle derin bir nefes alma isteği yaratıyor lanet yıl bitti sonunda diyip seviniyorum zaman birimlerine inanmadığım halde. Ve geçen yıl bu blogta yazdığım yeni yıl dileklerimi tekrarlıyorum geçen yıl çok iyimser geçmediği halde aynı dilekler bu yıl için de geçerli: New Year's Eve Prayer.

Herkese güzel yıllar, benim de dileklerimi yerine getir yeni yıl tanrısı 2009 için özür dileme fırsatı sana hadi bakalım. sıradaki..

27 Aralık 2009

Mucizesiz

İnsanların her şeye "mucize" demelerinden bıktım usandım. Dünyadaki en sıradan ve doğal olayları bile mucize diye adlandırıp sanki mümkünatı olmayan şeylermiş de kudretli bir el değmiş ve gerçekleşmiş gibi yüceltmiyolar mı içim bunalıyor. Bir bebeğin doğumuna mesela mucize diyen insanoğlunu anlayamam ben. Binlerce yıldır yaşanan gayet sistematik ve gerçekten hayatın en doğal süreçlerinden biridir doğum. Milyonlarca, milyarlarca kere tanık olunmasına rağmen hala bunu mucize zanneden insanların içinde bulundukları garip hali tarif edecek sözüm yok. Nesi mucize bunun, bu mucizenin tam tersi gayet sıradan gayet olağan bir şey. Hala buna şaşırmanın mantığı nedir? Soruyorum ama cevabı belli; kendi yarattıkları çocuk mucize, onların başına geldiği için mucize, anneliği yücelttiği için mucize. Sıradan olamayack kadar anlamlı bir şey, benim çocuğum ve benim anneliğim mucize. Ona mucize dersem bir anlam ifade eder bebeğin taşımanın da ne kadar özel ve anlamlı bir şey olduğunu vurgular, ben taşıdım o bebeği bu süreci başarıyla atlattıysam bu çok özel bir şey olmalı.

Ay o arabanın 2 cmle sana çarpmaması mucize. Adam çatıdan atlamış ölmemiş mucize, yıllar sonra başka bir ülkede bir kafede karşılaştık mucize. Hiçbiri mucize değil. Mucize falan yok etrafta, hiçbir zaman da olmadı. mucize dediğimiz ya tesadüf ya da görülme sıklığının azlığı. Ama tabi insan abartılarına bakarsak sıradan ve olağan bir sürü şey bile mucize. Zaten doğumun mucize olduğu yerde big mac yemek de mucizedir televizyon izlerken uyuyakalmak da. Bi rahat olun be insanlar bir şeye mucize demeyerek de ona anlamlar yükleyebilirizsiniz, bebek yapmak sıradan bir şey ama o çocuğu iyi büyütür seversin, mutlu olursunuz yaşayıp gidersiniz. Çocuğa projem diyemediğiniz için mucize diyip kendinizi rahatlatmanızın faydası yok, faydası olsaydı bu kadar mucizevi bir sürecin ardından doğan mucize yaratıkların dünyasının mucizevi bir yer olması gerekirdi, öyle mi peki, değil. Saksının sen geçtikten bir saniye sonra yere düşmesi de mucize değil, hiçbir saksının seni bu kadar önemsediğini sanmam. Tesadüfün gelmiş. Sıkılıyorum her şeyi abartanlardan, televizyonda çıkıp aman aman da inanılmaz olaylar diye gayet sıradan olayları anlatmalarından.

20 Aralık 2009

Gökdelenden at beni, aşağı in tut beni


Bir pazar sabahı yine eskilere dönmüş nostalji şarkılar dinleyip eski videolar izliyordum ki bon jovi'nin all about loving you klibi geldi aklıma. Bu klibi çok severdim ben. Tam daha liseye yeni başladığım zaman her türlü müzik kanalında tekrar tekrar gösterirlerdi ben de her seferinde çılgın gibi ekrana yapışır izlerdim. Bon jovi sevgimi o zamanlardan beri içimde bir çiçek gibi büyütürüm zaten. (tutamadım kendimi bu espriyi yapmak zorundaydım kusura bakmayın) Bu klibi çok sevmemin nedeni o yıllardaki romantik ergen halimle bana çok şık çok romantik gelmesiydi. Şarkı da güzel zati, dokunaklı sözler, acıklı bakan jon bon jovi, güzel kız ve adam mutlu günler yaşamışlar, adam kendini gökdelenden aşağı atıyor. Sonra adam paraşütlen evlenme teklif ediyor, aman da aman ne güzel değil mi? Değil işte, şimdi izlediğimde bana hiç romantik gelmiyor bu klip hatta bünyemde sinir yaratıyor.

Buradaki adamın yaptığı şeyi düşünüyorum mesela, aşağıda kız seni izlerken kendini gökdelenden atıyorsun, o kız orada aklını kaybetti bi kere, biraz sonra yumurta gibi beyninin dağılacağını göreceği düşüncesiyle bi travmatize oldu. Hoş kız da boş boş duruyor orda, adamın sümük gibi yere yapışmasını çok sakin bir şekilde izleyecek izlenimi bırakıyor, çok cool, sadece dua ediyor sanki o noktada dua edince ters yönden hızla esen bi rüzgar adamı yeniden yuları fırlatacak. Neyse kız salak oldu, şaştı kaldı orda, tam sona hazırlanırken sen paraşütü açıp evlenme teklif ediyorsun. Ya o kız orda kalp krizi geçirseydi nolcaktı hanzo ? Ben olsam o kızın yerinde, adam aşağı indiği gibi tokatı basardım suratına onca insanın içinde rencide eder pis laflar söylerdim kendisine, sonra da onu orda mal gibi bırakır olay yerini terk ederdim. Ne hakla bana bunları yaşatıyor yani başlarım evlenme teklifinden de. Güya sevdikleri insanları kendi ölümüyle korkutup sonra da bak beni kaybedeceğine ne çok üzüldün de mi ayağı yapanları sopayla dövesim geliyor. Öyle evlenme teklifini de başına çalsın, beni dağıttı aklımı oynattım geri dönüşü olmayan yaralar açtı varlığımda sonra da evlenme teklif edecekmişmiş.

Romantik olacağım diye maymunlaşan erkeklere de çağrımdır yapmayın böyle yavan şeyleri, mesela havai fişek patlatmayın sevgiliniz için ya da bilboardalara reklam vermeyin, kalabalık yerlerde herkesin içinde mikrofonla evlenme teklif etmeyin. Yavan oluyor, gereksiz şeyler bunlar. Hiç romantik de değil üstelik gösteriş sadece. Hele kendiniz hiç sağdan soldan atmayın, ölüyorum ben diye kandırmayın insanları. Romantikseniz de başka yolar bulun hem çevreyi rahatsız etmeyin hem de orjinal olun azcık. Hadi bu kadar. sinirimi boşalttım bon jovi klibi vesilesiyle.

Güzel şarkı ama :) pazar günü şarkısı olsun bari.

18 Aralık 2009

Yeni Yıl Şarkısı

A Fine Frenzy Oh Blue Christmas adıyla bir ep çıkarmış christmas şarkılarını yorumlamış, pek tatlı pek güzel. Ben oturmuş bu şarkıları dinlerken çocukluğumun yılbaşı günlerine döndüm. Ne zaman dinlesem tatil şarkılarını çocukluğumu hatırlarım zaten. İşin garip tarafı çocukken bu şarkıların hiçbirini dinlememiş olmam. O dönemi hatırlatması için hiçbir neden yok, anıları yok ama ne var ki çocukluğumun yılbaşlarına yapılan seyahetlerde mutlaka fon müziği olmuştur bu şarkılar.

Bizim evde yılbaşı hep aynı ritüelle kutlanırdı. Plastikten kocaman eski bir ağacımız vardı, dalları eski püsküydü, insanda bir yaşanmışlık hissi bırakır her yılbaşında biraz daha eskir dalları kopar yaprakları yolunurdu. Biz inatla o ağacı salonun köşesine koyar ve süslerdik. Her yıl aynı süsleri aynı poşetin içinden çıkarır, o tüylü uzun süslerle ağacı baştan başa sarıp ışıklar koyardık. Aslında tüm bunlara kardeşim ve ben çok özendiğimiz için katlanıyorlardı anneme kalsa o eski püskü ağacı fırlatıp atacaktı, çok toz yapıyordu zaten bir süre sonra annem attı o ağacı. Ama yine de hatırladığım kadar uzun süre bizle kaldı. Sonra salonda iki avize arasına parlayan iplerden gerilir uçlarına parlak toplar takılırdı. Yılbaşı günü annem tüm maharetlerini göstererek her yıl aynı menüyü masaya koyardı. Hindi, pilav, zeytinyağlı yaprak sarması, rus salatası, marul salatası, biber patlıcan kızartması, kuruyemiş. Menü asla değişmedi, hala değişmez bu bizim yılbaşı adetimiz haline geldi. Yılda sadece bir kere yapıldığı için de hep özel hissettirdi, ailecek patlayana kadar yemek yiyip, televizyon izleyerek kutladık yeni yılları. Annemin cin tonikleri içerek kafayı bulduğuna sadece o geceler tanık olabildik. Belirli bi saatten sonra komşuların gelip, parasına heyecanla tombala oynadığımız ve gerçekten tombala oynarken heyecanlandığımız zamanlardı. Çok daha küçük olduğum yıllarda babaannem yaşarken, bize geldiklerini hatırlıyorum, o zaman yerde balonlar da olurdu ben hep balonların üstüne otururdum, her şey yerde dururdu. Yine ağacımız, süslerimiz olurdu ve sanki o zamanlar yeni bir yıla girmek daha bi anlamlı daha bi heyecanlıydı. İşin güzel yanı ne zaman çocukluğumun yılbaşlarını hatırlasam aklıma tek bir kötü anım bile gelmez. Hep mutlu ve güvende hissederim kendimi geçmişe baktıkça. Düşünüyorum sonra ve diyorum ki gerçekten mutlu bir çocuktum ben, süper olmasa da iyi bir ailemiz vardı, aile geleneklerimiz vardı ve insan kendini sarıp sarmalanmış hissediyordu. 90lardı, televizyon daha eğlenceli ve ilginç, hava daha soğuk ve daha karlıydı.

Çirkin eski püskü ağacımızı attıktan sonra da minaytür bi tane aldık ama artık eskisi gibi değil yılbaşı günü takıyoruz fişe, sarı ışıkları var sadece. Artık yılbaşlarında pek kar yağmıyor ankaraya, annem içki içmiyor o gece ve tombala oynamıyoruz oynasak da zevk almıyoruz. Bazen kardeşim olmuyor evde bazen de ben olmuyorum. Büyüdük işte bazı şeyler sadece anılarda kaldı hatırlandıkça iyi hissettiryor, zaten olması gereken de bu herhalde. Her şeyi aynı şekilde devam etse neyi özleyeceğim, kendimi yalnız hissettiğimde nasıl çocukluğumu geri çağıracağım.

Bu yıl nasıl geçer yılbaşı gecesi bilmiyorum belki evde olurum belki olmam ama annem her koşulda aynı menüyü koyacaktır sofraya, sonra akşamdan kalan etlerle sabah çorbasını da yapacaktır ve ben yemeği kaçırsam bile o çorbayı mutlaka içip yeni yılın benim için bir anlam ifade etmesini dileyeceğim içimden. Öyle yeni yıl kararlarıymış, beklentilermiş onlara hiç girmiyorum. Her yıl kendine sözler verip tutamayınca da hayal kırıklığına uğrayan insanlardan olmak istemiyorum zaten hayatta yeterince hayal kırıklığı var kendiliğinden bir de benim kendi ellerimle yenilerini eklememe gerek yok.

En bi sevdiğim yeni yıl şarkısını paylaşayım sizlerle, herkes söylemiş bu şarkıyı ama otis redding bi başka söylüyor:



ya şimdi 100 greatest Christmas Songs listesinde görünce çok sevdiğim ve filmlerde kullanılmasına bayıldığım bir diğer şarkıyı da eklemeden edemedim. Muhteşem ya çok tatlı.

14 Aralık 2009

Draw Morrissey




Morrissey'i seviyoruz, ona tapıyoruz o bizim kıymetlimiss. Böyle de güzel bir site var kendisinin pek hoş pek karizmatik suratını görmek için. http://drawmorrissey.blogspot.com/ İnsanlar çiziyor, boyuyor, yapıyor gönderiyor ve ben ne zaman bu sitedeki resimlere baksam koluma, bacağıma falan morrissey suratını dövme yaptırasım geliyor. Ya da ne bileyim o morrisseyli pastalardan benim de olsun istiyorum, benim de doğum günümde bir morrisey tişörtüm bir de pastam yanımda yakınımda olsun hatta moz gelsin benimle birlikte "never had no one ever" ı söylesin . Hadi tamam doğum günüme özel davetli olmasını geçtim, konsere gelsin yahu kalabalığa karışıp birlikte şarkı söyleyelim. Gel morrissey gel.

13 Aralık 2009

Ay

Yılın en sevdiğim 2 ayı başladı. Aralığın ortasından şubatın ortasına kadar devam eden iki ay. Kafamdan ay uydurduğumun farkındayım ama mesela aralığı seviyorum desem yalan olur ben aralığın belli bir gününden sonrasını seviyorum o yüzden benim aylarım böyle, zaten zamanla ilgili her türlü birim insan uydurması herkes kendi birimlerini uydurabilir, nasılsa gerçekte yok öyle bir şey. Evet işte güzel zamanlar soğuk zamanlar bolca kahve ve hırka barındıran zamanlar. Hırkaları o kadar çok seviyorum ki...

6 Aralık 2009

Taslaklar Bölüm 2

1- Kendime peynirli makarna yaptım, karanlıkta tek başıma oturup onu yiyorum. Bilgisayarım arkadaşım olmuş, Rachael şarkı söylüyor bir yandan ve ben düşünüyorum, çok düşünüyorum. Böyle bir akşam saati oturup geçmiş muhakemesi yapınca kendime haksızlık ettiğim tüm o anlar gözümün önünden geçiyor. Hala insanları anlayamıyorum, hala karışık sinyallerden kafam karışıyor ama artık tüm bunların benimle alakalı olmadığını biliyorum. Çok buruk bi tarafım olduğunu inkar edemem, o tarafım hep benimle olacak gibi ama alışkınım, onun varlığını yadırgamıyorum bir süredir. Zaman birçok şeye iyi geliyormuş gerçekten, iyileşmeyen yaralar hep olacaktır fakat belki ben o yaranın nerde olduğunu ne zaman açıldığını unutacağım zamanla, arada sırada o yarayla burun buruna geldiğim zamanlar dışında onun varlık bilgisini sileceğim beynimden. Dizilerim, filmlerim, kitaplarım, hikayelerim... hayatın anlamını onlar yoluyla çözeceğim. Aslında hayatı izleyenler olmaktansa yaşayanlar olmamızı öğütlerler, bunu anlayabiliyorum ama her an yaşamın tam içinde olmak çok yoruyor, zaman zaman durup biraz izlemek lazım, hikayeler okumak ve hikayenin baş kahramanı yerine koymak kendimizi.

2- Bir olay olmuştur, o olayı onlarca insana tekrar tekrar anlatmışsındır hatta öyle bi noktaya varmıştır ki hikayeden sıkılmış, bayılmışsınıdr. Mümkün olabilcek tüm bakış açılarıyla olaya yaklaştığını, duyulacak ne varsa hepsini duyduğunu zannedersin, artık o olayla ilgili söylenecek başka bir şey kalmamıştır, yeni fikir üretilemez bir boyuta ulaşmıştır, yani sen öyle sanarsın. Sonra birgün 1001. anlatışında adamın biri öyle bir şey söyler ki mal gibi kalırsın. Bunca zaman bunca anlatışta kimsenin göremediği bir ayrıntıyı dünyanın en doğal şeyiymiş gibi söyler sana, sözler havada asılı kalmışçasına o adama bakarsın, sonra kendi döner vay be dersin. Onca zaman senin ve geri kalan herkesin göremediği şey buymuş aslında dersin, kafanın içindeki sesle konuşmaya başlarsın. Merak edersin neden diye, neden göremedim ben oysa ki ne kadar mantıklıymış, hatta o kadar fazla mantıklıymış ki bunu görememek için çok mantıksız olmak gerekirmiş dersin. Peki sen dünyanın en gerzek insanıydın göremedin bunu da onlarca insanın hiçbiri mi fark edemedi? Belki de fark ettiler de söylemediler, belki de öyle bir anlattım ki ben onlar benim bakış açımın dışına çıkamadılar diye düşünmeye başlarsın. Sonra zaman geçip kendine üzülmeyi bıraktığında suçladığın insanlara hak verirsin.

3- Bazı anlar vardır ki biz başka bir insanın hayatına dokunuruz, onda ufacık ama anlamlı izler bırakırız ve onlar da bize dokunur, hikayelerini bırakırlar üzerimizde. Ufacık bir andır yaşanan ama o andan sonra hepimiz değişiriz, belki yeni bir parça ekleriz benliğimize. Şehirlerarası bir otobüs yolculuğunda benimle hikayesini paylaşan teyzenin hikayesini anlatacağım ben bugün. Her zaman yabancıalrla konuşmaktan çekindiğim, kulaklıklarımı takıp yolu izlediğim şu uzun yolculuklar hani. Bu sefer bir insanı dinledim onun bana dokunmasına izin verdim

4- Hayatımda her şeyin üst üste gelme hızına hep şaşırmışımdır. Yani yorulacaksam tam yorulayım üzüleceksem dibine kadar, sevineceksem de güzel olaylar birbirini izlesin.Ama -evet bir ama vardır her zaman- ben çok yorulduğum için artık böyle olmuyor, yani öyle bir bezginlik düşünün ki olayların üst üste geldiğini idrak edemeyip buna tepki de veremeyen bir bünye. Ağlayacak hali bile kalmamış, öylesine yaşayıp giden bi insan. Üzülecek şeyler varken artık onların nasıl olduğunu anlayamayan.

2 Aralık 2009

John Mayer- Continuum

Yazmak için hiç motivasyonum yokken jazz hanım beni mimiyle hayata döndürdü. Aslında uzun zamandır bahsetmek isteyip de çeşitli üşengeçlikler sonucu bir türlü hakkında yazamadığım bir müzisyen ve onun pek süper bi albümünden bahsedeceğim mimin amacına uygun olarak. Zira mimimiz son zamanalrda dikkatimi çeken bir albüm üzerinde fikirlerimi çiziktirmemi salık veriyor. Seve seve diyor ve yazmaya koyuluyorum . Ancak öncelikle Jazz'ın karalama defterine uğrayıp Norah Jones'un yeni albümü The Fall ile ilgili yazdıklarını okumanızı tavsiye ediyorum, hislerime tercüman olmuş. Onu okuduktan sonra tekrar buraya uğrayın ve yazımın kahramını John Mayer ve müthiş albümü Continuum ile tanışın veya önceden tanıştıysanız da kaynaşın diyorum.


John Mayer şu sıralar yepyeni albümü Battle Studies'i yayınlarken ben bir önceki albümü Continuum'a götüreyim sizleri. Bu albümü benim keşfetmem çok eski bir geçmişe dayanmıyor aslında. Sanırım John Mayer'den ve Continuumdan ilk haberdar oluşum House md dizisinin beşinci sezonundaki bir bölümünde gravity şarkısını işittiğim ana denk düşüyor. O zamandan beri aklıma estikçe dinlerdim John Mayer'i ancak son günlerde kendimi continuum albümünü baştan sona sondan başa tekrar tekrar dinlerken buluyorum.

Aynen adı gibi bir devamlılığı var albümün. Bilmem size hiç olur mu ama bazı albümleri dinlerken sanki bir roman okuyormuş gibi hisseder her şarkıda başka bir bölümü okuyup bitirdiğimi düşünürüm. Böyle hissettiren albümler üzerimde bambaşka etkiler bırakır, mesela Van Morrison'un Astral Weeks albümü veya Jeff'in Grace'i. Aynı şekilde Continuum bende bu albümlerin bıraktığı tada benzer bir tat bırakıyor. Şarkı sözleriyle sounduyla, şarkı isimleriyle bile bir bütünlüğü var. Albümde bir tane bile boş şarkı yok, hepsi birbirinden güzel hepsi puzzleın parçaları.

Albüm içinde bazı şarkılara torpil yapabilirim tabi ki. Hepsi güzel bazıları daha bi güzel. Sözleriyle beni çok etkileyen iki tane şarkı var mesela, Dreaming With a Broken Heart ve Slow Dancing in a Burning Room, benim favorilerim. İnanılmaz etkileyici sözleri var ikisinin de.
"when you're dreaming with a broken heart the giving up is the hardest part" demiş mesela.
"i was the one you always dreamed of
you were the one i tried to draw". demiş sonra. Gel de sevme
Bir üçüncüyü de seçersem The Heart of Life olur sanırım. Sonra da I'm gonna find another you. (Seçmek zor anlayacağınız kendimi durdurmazsam hepsini seçebilirim)
"pain throws you heart to the ground love turns the whole thing around no, it won't all go the way, it should but i know the heart of life is good.." demiş bir kuru umudu çok görmemiş bize. "but when my loneliness is through, i'm gonna find another you "diyip en çok söyeldiğimiz yalanı da hatırlatmayı ihmal etmemiş.

Burada The Smiths'i aratmayacak uzunluktaki şarkı isimleriyle de kalbimi kazanıyor John Mayer, hoş belli ki John Mayer kadınların kalbini kazanmada pek başarılı bir insan, dedikodu boyutuna taşısaydım yazıyı bu beyefendinin çapkınlıklarından da bahsederdim mutlaka ama yazının seviyesini düşürmeyelim. Seviyoruz hep beraber John Mayer'i. Benim bu singer-songwriter sevdamın son öznesi oldu böylece kendisi. Continuum albümü de favorim. Yeni albümünü de baştan sona dinleyeceğim muhakkak ama continuum'un yeri hep ayrı olacak benim için, onu roman gibi albümler kategorime yerleştirdim bile.

Yazdık ettik bu yazının da sonuna geldik ve benim John Mayer'in ne kadar süper bi gitarist olduğunu anlatmaya mecalim kalmadı ama bilin ki bu insan hem muhteşem gitar çalıyor hem güzel sözler yazıyor hem de sesini müthiş kullanıyor. Ben burada her ne kadar sadece continuumdan söz etmiş olsam da kendisinin söylediği, çaldığı ne bulursanız arkanızı dönmeyin, dinleyin. Küçük bir başlangıç yapmak isteyenlere bir de şöyle bir liste hazırladım. Buyrun efendim sizi böyle alalım.