30 Mart 2011

Yaş, Yalnızlık, Yağmur ve Y ile başlayan diğer güzel kelimeler.

Bir gün biz de yaşlandığımızda, amerikayla ilgili komplo teorileri, hükümetin dandiklikleri ve gençliğimizde öğrendiğimiz hayat dersleri konuşulacak yegane konularımız haline geldiğinde yanımızda bunları konuşurken bile sıkılmayacağımız veya belki de konu değiştirme becerisine sahip biri olsa diye geçirdim içimden bugün. Beraber yaşlanmak dedikleri şeyi düşününce aklıma bu geliyor bir şekilde. Yaşlı insanlar hep aynı şeylerden bahsediyor ve işin garip tarafı hepsi aynı şeyden bahsettiği halde karşı tarafı hep aynı şeyden bahsetmekle suçluyorlar. Dinlemiyorlar kimseyi. O yüzden ben biriyle yaşlanacaksam o insan aynı hikayeyi 1500. kere anlatıyor bile olsa onu dinleyebiliyor olmayı hatta anlattığı şeyi hala ilginç buluyor olmayı isterim. böyle bir şey mümkün müdür ondan da emin değilim ama olsa mükemmel olmaz mıydı? Gençken bir insanda aradığımız özellikler hiç bunlar olmaz biliyorum ama 20li yaşlarının başında bir insanı bir sürü yaşlı insanla aynı ortamda bırakınca onun düşündüğü şey genelde yaşlanmak oluyor. Ve yaşlılar çok yalnız, yaşlılık çok yalnız bir şey o yüzden birlikte yaşlanmak bir ayrıcalıktır sözünün edildiği p.s i love you filminde bunu yazan kişinin ne demek istediğini anlıyorum artık. Yalnız ölmek diye bir şey de var, evet biliyorum ki herkes yalnız ölür aslında ama kimse tek başına yaşlı olmasın.

Kendi içini karartma konusunda dünyanın en başarılı üçüncü veya dördüncü kişisi olmam da keşke bir ödülle taçlandırılsaydı. Bana evde oturmak yaramıyor ne zaman bir şeyler düşünecek olursam kendimi sokağa atmalı ve ordan oraya yürümeliyim. Hayır şimdi çıkıp yürüsem amaçsızca diyorum ama dışarıda fırtına var ve biliyorum ki evde oturup fırtınayı izlemek en güzel şeydir ama bi yandan şunu da biliyorum ki ne zaman evde oturup yağmurları izlesem kendimi sorgularım ve mutsuz olurum. Eskiden mutsuz olmak beni rahatsız etmiyordu, seviyordum hatta ama artık çok sıkıldım be hocam.

Trilyon tane benim var, her gün çoğalıyorlar hatta. zaten hayatta işe yaramayan şeylerin çoğalması gibi bir fenomen var. Hiçbir işlevi olmayan ve bence çirkin görünen bu benler çoğalmayı durdursa onun yerine saçlarım daha çok uzasa mesela. Keşke bu tarz anlaşmalar yapabiliyor olsak hayatla. Bir şeyi başka bir şeyle değiştirebilsek. Tamam belki kötü bir şeyi iyi bir şeyle değiştirmek adaletsiz olabilir ama çok gıcık olduğumuz kötü bir şeyi az gıcık olduğumuz kötü bir şeyle değiştirme hakkı verilmeli bence. En azından tüm hayat boyunca 3 kere falan. Güzel olurdu yani.

Çok seviyoruz, deli seviyoruz. Jimi Hndrix'i de seviyoruz ama John Mayer bu şarkıyı çok güzel yardırıyor. Nedense son günlerde hep kafamda çalan şarkı olduğundan burada da dursun hem de pek güzel bi canlı versiyonu konuşmalı falan love diyor kendisi. öyle şeyler.

29 Mart 2011

başlık ve benzeri şeyler.






Şunları çok seviyorum:

-every now and then
-every once in a while
-out of the blue.

Ya bi de sarhoşken bloga yazı yazmasam daha güzel olabilir sanki. okuyorum anlamıyorum sonra ne demek istediğimi falan. mal mıyım neyim.

ayrıca gene aklıma gelmişken "how can i blame you when it's me i can't forgive" ne güzel bir şarkı sözüdür. doğruluk payı da olmayaydı sadece bir söz olarak güzel kalaydı iyiydi tabi. kısmet.

28 Mart 2011

Aynı Hikaye- Versiyon Bilmem Kaç.

sanki birisi benim hikayemi yazmış ve onu loopa almış gibi hissediyorum. hep aynı şey. dönüp dolaşıp aynı şarkıyı dinliyorum. bana shuffle'ın bir oyunu bu sanki. aynı hikayeyi dinlemekten veya anlatmış olmaktan sıkılmamın hiçbir değeri yok. benim payıma düşen buymuş, sanki evrenin benimle ilgili planında asla bir değişiklik olamazmış gibi.

ben niye hala kavga ediyorsam, işte onu bi anlasam tüm problemlerimi çözmüş olacağım. bazen hikayeyi sevmesen de onu dinlemeye alışmak lazım. zaten hayatta her şey alışmakla ilgili değil midir? alışmak lazım. bir şeyler artık o kadar sıradan gelmeye başlamalı ki içimdeki tepki verme isteği tamamen sönmeli. "evet ya bu böyledir ve başka türlü olamaz ama o kadar da problem değil" demeyi öğrenmeliyim. bunu öğrenemediğim sürece yaşamak hep çok ağır gelecek ve ben yaşamayacağım günlerin hayalini kurarken mutlu olacağım ancak. ama insan yaşayacağı günleri düşünerek mutlu olmalı. niye bilmiyorum ama öyle olmalı. insanın bir şeylerin değişeceğine dair bi umudu olmayınca yaşamak da öylesine anlamsız geliyor ki. anlam kelimesi bile bir anlam ifade etmiyor.

neyse işte. içimden büyük harfleri bile tamamen terk etmek geldiğine göre içimde önemsemeye değer hiçbir şeyin kalmadığının sinyallerini yavaş yavaş duyuyor olabilirim. sorun şu ki ne sinyallere ne işaretlere inanırım ben. inanç diyince de aklıma bambaşka şeyler geliyor, sonra beni bir gülme alıyor. ne bileyim inanmakla ilgili her şey öylesine komik ki insanlar nasıl oluyor da gülmeden durabiliyor anlayamıyorum. ama dediğim gibi anlamadığım çok fazla şey var zaten. belki de bazı şeylerin asla anlaşılamayacağı gerçeğini kabul etmem lazım. "kabullenmek" sırf bu yüzden ne güzel bir kelimedir. türkçe'nin bize armağanı gibi. böyle kelimeler beni hayata bağlıyor inanması güç olsa da. ama aslına bakarsam her şeye inanmak güç, neticede kimin bir şeye inanmaya zamanı ve azmi var. tam zamanlı iş gibi. inanmak, güvenmek, istemek vesaire ne salak fiillerdir. fiilere de inanmayasım ve hepsini yok sayasım var. but then again kimin fiileri hayattan tamamen çıkarma lüksü vardır ki.

24 Mart 2011

İmkansızın Şarkısı

Gecenin ikisinde yapayalnız hissetmek çok boktan blog biliyor musun? sabah 10da yapayalnız hissetmekten baya baya kötü hatta. bu saatte birilerini aramak zor, ses yapmadan konuşmak zor. geriye bir tek kitaplar kalıyor. onlar da olmasa yalnızlıktan öleceğimi zannederdim ama sağ olsunlar beni hayatlarına çağıran bir sürü hayali kahraman var. bir yerlerde yaşıyorlar onlar. ben de bir yerlerde yaşıyorum. çok daha yavan bir hayat yaşadığım hem de baya mutsuz ama en azından kitaplardaki karakterler de mutsuz. zaten bana öyle geliyor ki insanlar genelde mutsuz. veya değiller ne bileyim. herkes mutlu olmak için nedenleri nereden buluyor ki onu bilsem keşke. belki de kuzenimin dediği gibi mutluluk diye bir şey gerçekten yoktur, neşe vardır sadece, o da iki saniye sürüp geçiyordur. veya belki kimsenin gerçekten bir nedeni yoktur. hepsi gören gözdedir. güzellik gibi aynı. bazı insanlar olaylardaki mutluluğu bazıları da tam tersini görebiliyordur. gecenin şu saati yaptığım muhabbete bak, belki de bu yüzden yalnızım; gecenin münasebetsiz saatlerinde kimsenin umrunda olmayan şeylerden bahsettiğim için.

bahar gelmiş ben bon iver dinlemeye başladım gene. ne anlamsız. bir de haruki murakami'yi o kadar çok seviyorum ki ne desem eksik kalır. üstelik henüz sadece tek bir kitabını okudum. o derece işte.

19 Mart 2011

“I wish that just once people wouldn't act like the clichés that they are.”**

ne zaman ki "ama bu diğerleri gibi değil" diye düşünmeye başladınız o zaman kendinize bir dur diyin. çünkü herkes herkes gibi. kimse farklı değil, farklı birinin hayali çok güzel, çok mutlu edici ama ne yazık ki yok öyle bir şey. insanlar klişelerin gerektirdiklerini yerine getirmeye öylesine meraklı ki farklı insan fikri ancak ulaşılmaz bir ideal olarak kalıyor. herkes herkese benziyor. herkes sizi üzmenin bir yolunu bulabiliyor. herkes siz onlara bok gibi davranın istiyor, herkes içinizden geldiği gibi olmanın cezalandırılması gereken bir şey olduğunu düşünüyor.

kimseye ilgi göstermeyin, içinizden insanları aramak geldiğinde durdurun kendinizi. çünkü bir insanı aramak muhtaç görünmenin diğer şekliymiş.. hatta birine nasılsın diye sormak bile muhtaç görünmek anlamına geliyormuş. cool insanlar birbirlerine nasılsın diye sormuyorlarmış. neler öğreniyoruz hayatta.

kimseyi sevmeyin çünkü görünen o ki insanlar sevgi aradıklarını iddia eden ama sevgi gördüklerinde sizden uzaklaşmanın yolunu arayan mahluklar. kimsenin sevgi aradığı falan yok hepsi yalan.

kimseyi özlemeyin. çünkü özlemek de hezeyana tekabül ediyormuş. hatta bir insana yakın davrandığınız her an bi sorgulayın hayatı. çünkü yakın davranmayı sizin başlatamamış ama yakınlığa yakınlıkla karşılık vermiş olmanız "ne yapsaydım kendimi geri mi çekseydim" cümlesini duymanıza neden olabilir. insanlar ciddi ciddi bu cümleyi kurabilirler. kuruyorlar. çünkü kendi dünyalarında birileri onlara yapışmanın fırsatını kolluyor kendileri de "çok iyi" insanlar olduklarından karşı tarafı "kırmamak" adına kendilerini geri çekemiyorlar. Olay tamamen başka şekilde vuku bulmuş olsa da onlar size hiçbir şeyi düzgün hatırlmayan ve uyduran sensin muamelesi yapabiliyorlar. ah canlarım benim.

ve "kimseye bir şey anlatmayın, herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra." ama yukarıda dendiği gibi bir insanı özlemek de yapılacak en büyük hatalardan biri. o yüzden kimseyle konuşmayın. siz bitirin her şeyi başlamadan. çünkü belli ki bir insanla konuşmanız bile onun sizi hezeyanlar içinde sanması için yeterli. o yüzden susun.

kimseye ben her zaman buradayım sen ne yaparsan yap ben yine de gitmem mesajını asla vermeyin. yaşar usta gibi olun, çeker vururum dönüp arkama bakmam bile falan diyin ne bileyim. ama sakın ha anlayışlı olmayın. siktiri çekin. ben giderim arkadaş ayağını denk al diyin. ya da demeyin. ne bileyim keyif sizin. ama bence diyin bi bildiğim var ki konuşuyorum.

sakın ama sakın bir insanın size kendinizi değerli hissettireceği günü beklemeyin. yok öyle bir şey. değersiz hissettireceği derseniz günlük bir aktivite olarak zaten hayatımızın merkezinde. beklemeyin yani öyle filmlerdeki gibi şeyler olmuyor. kimsenin umrunda değilsiniz. olmayacaksınız.

ama yok ben olmadığım biri gibi davranamam. bir insanı seviyorsam seviyorumdur aramak istiyorsam ararım ve kimseye bilerek kötü davranamam diyorsanız o zaman siz yalnız kalacak bir insansınız. tüm dürüst insanlar gibi.

ama yine de benim bunları yazdığıma bakmayın sinirli olduğum için diyorum hepsini. hani doğruluk payı yok mu tabi ki var. hayatta tutunabilen- oldurabilen insanların davranışlarını gözlemleyip fark ettiğim şeyler bunlar. gerçekten insanlar her şeyi oyuna çevirmeyi ve kötü niyetli davranışlarda bulunmayı başarabiliyorlar. arada safça davranan kişiler de ezilip gidiyor. belki davranışlarımızı değil de olaylara bakış açımızı değiştirirsek biz de mutlu olabiliriz. bunu yapmak dünyanın en zor şeylerinden biri olabilir ama aklıma başta türlü bir şey de gelmiyor. yani belki daha önce dediğim gibi beklentileri yok etmek lazım. çünkü insanların hayal kırıklığı yaratma potansiyelleri beni dehşete düşürüyor.

(bu yazı romantik ilişkiler bağlamında yazılmıştır. her türlü insani ilişki için geçerli değildir. hayır biliyorum zaten anlaşıldığını ama gene de notumu düşeyim ben)

**bir claire fisher cümlesidir. nasıl haklı bir isyandır. evet öyledir. zaten bi claire bi de ben sürekli isyanlardayız. değişen bir şey yok ama ne yazık ki.

15 Mart 2011

now the sky could be blue...



bu şarkıyı dinleyecek kadar mutlu olduğum ender günlerden birindeyim. çok garip ama hayatımda ilk defa yaz gelsin istiyorum. sıkıldım çünkü karanlıktan valla ya, şöyle etektir uçuşan elbisedir, babettir neyse onlardan giymek istiyorum. bu video da insanda çayırlarda koşma efenime söyleyim paptaya tarlaları arasında yakalamaç oynama isteği falan uyandırıyor zaten. Yine de biz içimizde sevgi kelebeğine çüş diyelim ama yaz gelsin strawberry swinglerde sallanalım yellowları söyleyelim. öyle şeyler işte.

11 Mart 2011

umut ve beklentinin olmadığı bir dünya.

gerçekten de "nasılsa bundan daha kötüsü olamaz" dediğiniz anda güzel bir şeyler olunca çok iyi hissediyormuşsunuz. beklenti ve umut kavramlarının ne kadar iğrenç olduğunu anlamanın bir başka yolu da bu. o ikisi olmadı mı insan cidden mutlu olabiliyomuş. hani mutluluğun süreğen bir şey olmadığını bilmediğimden de değil, o öyle anlık bir şeydir ama o anlık şeyin bile nasıl olduğunu unutmuş kişiler için umut ve beklenti kelimelerini hayattan çıkarmak inanılmaz mükemmel sonuçlar verebiliyormuş. hiçbir şeye inanmayınca saçma bir rahatlama gelip yerleşyormuş kafanızın olduğu yere, sanırsınız hayat boyu böyle kafası rahat bi insandınız. hatta şöyle yamuk bir örnekle açıklamak isterim; hiç ummadığınız şeyleri yapan bir X kişisi var ve o beklenmedik durum ağzınıza sıçtı diyelim, bir süre sonra X'in bana böyle davrandığı dünyada Ynin neden iyi olmasını bekleyeyim diyorsunuz. sonuçta X bile malsa Y neden olmasın, daha beteri bile olabilir diye düşünüyorsunuz. sonra Y o mal çıkmayınca eh neyse değilmiş diyorsunuz. üzüntü ve sinir sıfıra yakınsıyor. X'in mallığı bile daha anlamsız gelmeye başlıyor. bu kadar soyut bir şekilde anlatmayayımdım iyiydi ya tüm olayları açık açık anlatacak güce ve isteğe sahip değilim. olayın özü bana yetiyor. amacım da sadece bağımsız olaydan yola çıkarak bir genelleme yapmak. genellemeler çoğu zaman çok gereksiz olsalar da. sonuçta bazı şeyleri belli kalıplara sokma ihtiyacı duyuyoruz. diğer türlü inanılmaz bir kaosa mahkum olup kafayı yememiz gerekirdi. ki bazen aynen öyle oluyor. veyahut tembellikten ötürü böyle söylüyorum, genellemelerin arkasına saklanıyorum. ama sonuçta demek istediğim; insanlardan çok fazla şey beklemek gereksiz. çünkü yapmıyorlar. çünkü insanların bir derdi sizin beklentilerinizi karşılamak değil. çünkü siz de başka insanların sizden bekledikleri şeyleri yapamayacaksınız. yürüyemeyen bir insanı zorla yürütmeye çalışmak kadar anlamsız bir şey. sonuçta yaptığınız şey o insanı rahatsız etmekten öteye geçemiyor. yürüyebilseydi yürürdü zaten. siz on kere lütfen yürü diyince büyülü bir şekilde iyileşemiyor. bazı insanların duygusal ve fiziksel kapasiteleri asla sizin hayalinzidekilerle örtüşmüyor ve örtüşmeyecek. bunu bir gurur meselesi haline getirmekse ancak zaman ve ömür kaybı. sonunda bunu anlayabilmiş olmam da benim açımdan bir dönüm noktası.

8 Mart 2011

Şarkıya Gel



Don't follow your head, follow your heart diyorlar ya ben grubu o yüzden seviyorum. Yok sadece ondan da değil şu şarkının mükemmeliğine bakıp ağlamak istiyorum bir de ondan.

Cause there are stars up above
We can start moving forward.

Bazen müzik olmasa yaşamak istemezdim diye düşünüyorum. Ciddi ciddi düşünüyorum, geriye kalanlar bana yetmezdi. Yaşadığımı için mutlu olmamı sağlayan şarkılar üzerine de şarkılar yazmak istiyorum ya onu yapamıyorum. Henüz.

6 Mart 2011

Nothing is meant to be.























Bazen belki bir 500 gün belki de 9 ay gerekir ama sonunda, -hiç gelmeyecekmiş gibi görünen günlerin sonunda- iyi olursunuz. Olunuyormuş. Çünkü gerçekten hiçbir zaman sonsuza giden bir doğru değilmiş grafikte sinir de üzüntü de. En üst seviyeye ulaşıp oradan aşağı bırakıyormuş kendini. En önemlisi de filmlerde, sağda solda duyduğunuz "bir gün uyanacaksın ve hepsi geçmiş olacak "sözüymüş, doğruymuş. Bir gün uyandım ve o gün o şekilde uyandığımdan bile haberim yokken bitiverdi. Tabi ki hepsi bir günde sihirli bir şekilde meydana gelmiyor zamanla soğuyuveriyor insanın içi ama o fark ediş anı belki saniyelerle ölçülen o an, şöyle bir içini yoklayıp orada hiçbir şey bulamama anı ne hoş, anlatamam. Tom'u bu kadar iyi anlayabileceğimi de hiç düşünmezdim ya hayat insana her şeyi gösteriyormuş. Benim "eventually'imin sonunda gelmiş olmasına ve mutlu olmak için elimde bir şans olmasına içelim o vakit. Bengisu'ya verdiğim sözü de tutuyorum daha ilk günden, sorgulamıyorum, neden böyle oldu diye düşünmüyorum sadece olduğuna seviniyorum. Yaşıyorum ve geride hiçbir pişmanlık bırakmıyorum. O devir kapanmıştır artık.