29 Eylül 2017

Ankara ve Nostalji

nostalji. bu tek kelime beni bir süredir çok meşgul ediyor. ankara'yı düşünüyorum. ankara'da geçirdiğim kışları ve sonbaharları. ankara'nın romantize edilecek bir tarafı olmadığının farkındayım. güzel bir şehir değil ama geçmişimi ankara'dan bağımsız düşünemiyorum ve bu durum ankara'yı istesem de istemesem de kişisel tarihçemin ortasına koyuyor. ondan bağımsız bir çocukluk ve gençlik yok benim dünyamda. ankara kadar bana tanıdıklık hissi veren, huzurla, acıyla, ölümle, mutlulukla ve depresyonla eşleşen başka hiçbir yer de yok.

mevsimlerin olmadığı bir şehirde yaşıyorum şu an. her daim yaz, hava hep sıcak ama son iki gündür yağmur yağıyor ve güneş yüzünü niyeyse hiç göstermedi. böyle havalarda nostaljinin ağırlığıyla baş etmek iyice zor. sonbaharları heyecanla beklerdim her yil ankara'da. ankara'ya karanlığın, yağmurun ve soğuğun yakıştığını söyledim hep. bitmeyen öğleden sonrası yağmurları, evde tek başıma içtiğim kahveler ve camdan baktığımda gördüğüm hep aynı manzara. yıllar ve yıllar boyu hiç değişmeyen manzara. 20 yıl aynı pencereden aynı dışarıya bakan ben. bu yazdığım cümlelerin hiçbirinde herhangi bir olağanüstülük yok. ama ben kendimi bu sıcak memlekette soğuğa ve yağmura özlem duyarken buluyorum. ama daha çok ankara'daki yağmura ve karanlığa özlem aslında duyduğum. ankara'nın her sonbaharda hissettirdiği yeni bir yıla başlama heyecanı... burada o heyecanı hissedemiyorum. mevsimsiz ve dönemsiz bir hayat yaşıyorum. şikayet ettiğimi düşünmeyin, güneş çok güzel ve ben ankara'da olduğumdan daha mutluyum, -genel olarak.- ama insan mutsuz anları da özleyemez mi ya da sonbaharın hissettirdiği mutluluk veren o garip hüznü özleyemez mi insan? işte nostaljinin saçma tarafı bu; yaşarken aslında tiksindiğim şeyleri özletiyor bana. nostaljinin gölgesi düşünce anıların üzerine gerçekte olduklarından daha başka hatırlanıyorlar, romantize edilip bambaşka şekillere bürünüyorlar. olduklarından daha beyaz, daha aydınlık oluveriyor o anılar. şimdiki zamansa bir anda kararıyor, mideme anlam veremediğim bir ağırlık çöküyor.

12 Eylül 2017

Ağaçlar

her şey iyi giderken, hayat güzel güzel devam ediyorken bir gün durduk yerde normalden uzun bir yürüyüşe çıkmaya karar verdim. aslında bilinçli bir karar alma durumu falan yoktu, sadece yürümeye devam ettim. bu yolun sonu nereye varıyor görmek istedim. ağaçları izledim, yol boyu her yer ağaçlarla doluydu, sağımda, solumda, önümde ve arkamda her yer güzelim ağaçlarla doluydu. bu yolun sonu nereye çıkacak diye merak ederken birden kendimi yola değil de ağaçların dallarına, gövdelerine bakarken buldum. son zamanlarda zaten artan bir şekilde ağaçlara ilgi duyuyordum. hep gözüme takılıyorlardı. önceden yollar boyu yürüsem de fark etmiyordum ağaçları. ama günden güne arttı ağaç farkındalığım. o günkü uzun yürüyüş de ağaç sevdamın geldiği son noktaydı. yürüdüm sonsuz dallar, yapraklar arasında. her birinin şekli başkaydı, her ağaç bir sürü değişik ayrıntıdan oluşuyordu. içimde dev bir yalnızlık hissettim. dünya çok büyüktü, tüm ağaçlar bambaşkaydı ve baktığım her yerde bir sürü güzellik vardı. sonra aklıma öleceğim geldi. öleceğiz dedim ağaçlara bakarken. ağaçlar benden uzun yaşayacaklardı ama onlar da ölecekti. binlerce yaprak, o güzelim dallar, kocaman asırlık gövdeler... hepsi toprak olacaktı. gözlerim doldu, bunca güzellik ve bunca ölüm çok fazlaydı. bu yolun sonu nereye varacaktı bilmiyordum ama öleceğim kesindi. hayat güzel güzel devam ediyordu ve ben ağaçlara bakıp yürümeye devam ettim. yolun sonunu bulamadım ama ağaçlar iyiydi, ağaçlar güzeldi.