25 Mayıs 2012

hadi biri benimle gelsin de kutup ışıklarını görmeye gidelim. kutup ışıklarını görmeden ölmeyelim.

16 Mayıs 2012

liste

şu an ölecek olsam son iki günümü bilgisayara veri girerek harcadığıma pişman olurum en çok. daha sonra, orta okuldayken olacağım diye kendime söz verdiğim insan olamadığıma üzülürüm. çok soğuk diye şelalenin altında biriken göle girip yüzmediğim ve fırsatım varken londra'ya gitmediğim için çok pişman olurum üçüncü olarak da. neyse ki ölünce pişmanlık ve üzüntü gibi şeyler hissetmiyoruz. ama beş saat boyunca bilgisayar ekranına bakınca baş ağrısı hissedebiliyoruz. sonra da ölüm kötü falan diyoruz. ne bileyim, yaşam da baş ağrısı ve pişmanlıktan ibaret olmasaydı bari.

pişmanlık ve üzüntü listesi de üç maddeyle bitseydi keşke.

9 Mayıs 2012

Leonard



çok kişisel şeylerden bahseden şarkıları seviyorum. bir kadın bir zamanlar sevdiği-sevemediği-usandığı-özlediği-bunaldığı-doyamadığı-umursayamadığı bir adam hakkında kendi cümlelerini yazıyor ve o cümleler ondan kilometrelerce uzaktaki bir insanın günlerce üst üste usanmadan dinleyebileceği bir şarkı olabiliyor. benim böyle bir hikayemin olmamasının da bir önemi yok, hemen onun hikayesindeki izleyici oluveriyorum. belki de bana, çok uzaktaki bir insanın hikayesini anlattığı için seviyorum. belki de her kişisel hikaye içinde evrensel bir gerçeği barındırdığı için. umrumda olan bir gerçek olup olmaması da mühim değil. geçmişte o gerçekle karşılaşmamam bile sorun değil çünkü bazı şarkılar da geleceğin fon müziğidir.

6 Mayıs 2012

Gerçeklik vs. Rüya

son zamanlarda sadece rüya görme ihtimalim olduğu için uyuduğum zamanlar var. gördüğüm rüyalarınsa iyi veya mutlu olacağının garantisi yok tabii ama rüyaların gerçeklik olmaması benim için yeterli zaten. gerçek olan şeylerden ölesiye tiksindiğim bir dönem yaşıyorum. bir tek rüyaların yarattığı o garip ruh halini seviyorum. gerçek ruh halim çöp kutusundan hallice olduğu için, her rüya çöp kamyonundan bir adım daha uzaklaşmak gibi geliyor bana. tırnaklarımı ellerime geçirdiğim veya avazım çıktığı kadar bağırıp gecenin bir yarısı annemi korkuttuğum rüyalar da bunlara dahil. geçen gece kendi sesim yüzünden uykumdan uyandım. gözümü açıp kapıya doğru baktığımda annemi gördüm. gelmiş, kapımın önünde kendi kendine gülüyor. ne dediğini duydun mu? diye sordu. ben hala yarı uyur şekilde ne dedim? dedim. buyrun demişim birkaç kez, bağırmışım BUYRUN BUYRUN diye. ne tarz bir rüya görüyordum bilmiyorum, kendi sesime uyandığım halde ne söylediğimin farkında da değildim ama bu kadar kibar ve ısrarcı bir şekilde kimi buyur ediyordum çok merak ettim. merak ettim etmesine ama bu uykuda konuşma ve rüyalarımı seslendirme olayımdan da yavaştan nefret etmeye başladım. illa ki gerçek hayata bir köprü kuruyorum. sanki zorundayım. uykumdaki şeyi neden inatla gerçeklik boyutuna iletmeye çalışıyorum bilmiyorum. manasız bir davranış. rüyayı bile rüyada yaşayamayacak mıyım ben? gerçi bu rüyalar bile gerçekten çok daha fazlası benim için. yine de mesela rüya dediğim yer su altı gibi ya da gökyüzü gibi bir şey olsaydı. sadece rüyadayken oralarda yaşama becerisine sahip olsaydım, yeryüzüyle iletişimim tamamen kopuk olsaydı. yeryüzü aşağıda ya da yukarıda var olmaya devam ederken ben sessiz bir gökyüzünde yaşasaydım. ya da sponge bob'un kasabası gibi bir su altı rüya kasabası da fena olmazdı. hem zaten suyun altında bağırsam bile annem duyamazdı. çocukken suyun altında bağırmayı deneyip birbirimizi duyabiliyor muyuz deneyleri yapardık arkadaşlarımla. kim nefesini daha fazla tutacak gibi salakça denemeler yaptığımızı da düşününce o zamanları hayatta kalarak geride bıraktıysam, bu zaman suyun altından bağırsam, hatta genzime inanılmaz ölçüde tuzlu su bile kaçsa ölmem gibi geliyor. zaten rüya dediğimiz şey saniyelerle ölçülen bir olgu. TARDIS'in bigger on the inside olması gibi rüyalar da içindeyken çok uzun, dışardan bakınca ise birkaç saniye süren kapalı göz hareketleri. o yüzden orada saatlerce nefessiz dolaşsam gerçek dünyada hepi topu 5 saniye olacak. 5 saniye ile öleceksem de ölürüm. gerçeklikten tiksindiği için ölen insan olurum. mezar taşımda yazan şey çok havalı olur en azından. bu zamana kadar mezar taşımda ne yazsa diye hiç düşünmedim. bizim kültürde öyle şeyler pek yok biliyorum ama öldüğümde başka bir kültürün parçası olursam diye bunu bir düşünmem lazım. tek bir cümleyle bir hayat özetlenebilir mi acaba? mezar taşına kompozisyon yazmak isteyen bir kimseydi diye yazdırırız hiç olmadı. kısa kesmeyi hiç bilmezdi. hikayeleri doğrusal zaman akışıyla anlatamazdı, önce hep sonu söylemek isterdi. zamanın akış şekline sinirliydi. bir sürü seçeneğim varmış meğer. düşününce bulunacak bir şey demek ki, o zaman çok dert etmeyeyim şimdi bunu. nereden nereye. rüya diyordum evet, gerçeklikten bıkmak diyordum. ölüm dedim sonra, neden bilmiyorum. öldüğümüzde sonsuza kadar rüya görseydik, hiç bitmeyen bir rüyanın içindeki hologramlar olsaydık güzel olurdu sanki. ölümün kendisi var olan son gerçekken ve insanı gerçekliğin diğer tüm boyutlarından koparırken tüm bunların yanında bir de rüya evrenine açılan bir kapı olsaydı bunu hiç garipsemezdim, çok mantıklı olurdu zira. (mantık???) sanırım bu sıralar çok fazla sci-fi dizi-film falan izliyorum. aşırı maruziyetten beynim yandı. mantık anlayışımın tipi kaydı. her neyse rüyalar iyidir. aslında hiçbir şeye zamanım yokken 14 saat uyumak da iyidir. bireysel bir başkaldırı. neye olduğunu henüz bilmiyorum. ayrıca dünyanın en zararsız başkaldırışı da olabilir. uyuyarak isyan ettim, neye? spesifik bir cevabı yok ama çok geniş bir cevap verebilirim; gerçekliğe.