30 Haziran 2011

"They say everyman goes blind in his heart" **

Geçen gün öyle çok sıkıldım, öyle sıkıldım ki anlatılacak gibi değil. Baktım duvarlarla falan konuşmaya başladım kendimi dışarı attım. Çanta almadım, sadece mp3 çalar ve bir kitap. Normalde dışarıda asla takmadığım gözlüğümü de takıp mahallenin yollarına düştüm. Gidecek bir yerim yoktu, param da yoktu. paraya gerek de yoktu. Uzun zaman sonra yolları net görebilmek güneşli havada bulanık olmayan bir gün geçirmek ilginç geldi. Gözlüğümü daha sık takmaya karar verdim mahallenin ara sokaklarında yürürken. Hayatımda her şeyi net görmek istediğim o çok ender zamanları yaşıyordum galiba. Sonuçta gözleri doğuştan bozuk bir insan için ne kadar netlik olabilir orası da tartışılır ama herkesin gördüğü dünya kendine. Bunu düşünmek beni mutlu da ediyor, kimsenin dünyayı benim gördüğüm gibi görmediğini biliyorum. üstelik bu herkesin anlam dünyasının farklı olması veya olayları farklı algılamamızla ilgili bir şey de değil. Tamamen duyum aşamasındaki farklılık, bir şekilde kendimi özel hissetmemi sağlıyor. Bir yandan da bu özel'lik ve teklik çok yalnız hissettiriyor. Benim gördüğüm ağaçlarla seninkiler bir değil çünkü büyük ihtimalle ben senin gördüğünden daha yamuk ve daha bulanık görüyorum o ağacı. Ama işte bu günlerde senin gördüğün gibi görmek istiyorum veya onun, onların. 2. tekil kişiden girince sanki bir insandan bahsediyormuşum gibi oldu tabi ama ne bileyim öyle yazdım işte. Kendi bakış açısından da sıkılabiliyor insan kendinden sıkıldığı gibi. Fiziksel özelliklerinden ve onu özel yapan şeylerden bile bıkıyor bazen. Hatta bazen farklılarını severken bir yandan da nefret ediyor aynı dakika içinde. Bazen başka bir insan olmak bile isteyebiliyor. Şu bir gerçek ki kendimizle çok fazla vakit geçiriyoruz, en çok kendimizle konuşuyoruz, en çok kendi başımıza gülüyor ve ağlıyoruz. Buradan bakınca öyle yalnızız öyle yalnızız ki sanki bir asansörde ömür boyu sıkışmışız gibi. Kurtarmaya gelen de yok. Ara sıra birileri geliyor zannediyoruz ama ancak kapının dışından seslerini duyabiliyoruz. Tüm hayatımız o asansörün bulup o asansörde sizinle durabilecek bir insanı beklemekle geçiyor. Sonrası malum, hayalkırıklığı. Kimse bu kafanın içindekileri duyamıyor. Bombok bir şey ama öyle. O yüzden bazen sırf bu kadar yalnız hissetmemek için başka insanların kafalarının içine girmek, onların gözünden görmek istiyor insan, ben istiyorum yani. Bunu yapmanın imkansız olduğunu bildiğim halde, azıcık yaklaşabilmek için gözlüklü yürüyorum yollarda. Sadece bir ağaç, ama onu bile bir anlığını farklı görmek daha az yalnız hissettiriyor sanki. Tabi sadece bir an sürüyor sonra gene kafamın içindeki ses her şeyi mahvediyor. Falan filan işte. Can sıkıntısı pis bir şey, durup durup böyle şeyler düşünmenize neden oluyor. Düşünceleri durdurmanın mümkün olmaması da bambaşka bir dramımız tabi. Bunca dramın içinde insanların hala hayata tutunabiliyor olmaları belki de insanlığa ait en ilginç şey. Sadece canımın sıkıldığını anlatmak için yazmaya başladığım yazının insanlığa dair genellemelerle bitmesi de benim açımdan bambaşka bir olay sahiden. Böyle çalışan bi kafa ne bileyim atsan atılmaz.

Sonra bir de Freud'un bir rüyasını ve kendi rüyasının analizini okudum o gün sokaklarda dolaşmayı bitirip bir parkın bankına oturunca. Adam aşmış, bir insanın kendisinin bu kadar farkında olması inanılmaz. Yani bir rüya ancak bu kadar incelenebilir ve bir insan zihninin karanlık kısımlarını zaten ancak bu kadar aydınlatabilir. Boşuna hastası değiliz, gerçi düşününce bu kadar farkındalık ne büyük sıkıntı veriyordur. Bendeki belki Freud'un onda biri kadar olan bu farkındalık ve içgörüyle bile başım acayip belada. Gerçi aptal olmaktansa mutsuz olmayı tercih ederim her daim, ölürken de tamamen uyanık ve farkında olmak istiyorum mesela. Sırf o yüzden de intiharlar bana çok ilginç ve çekici geliyor. Birazdan öleceğini biliyorsun ve buna tamamen kendin karar veriyorsun. Zihnin açık, her şeyin farkındasın ve ölümü bir deneyim gibi yaşıyorsun. Güzel bir seçenek. İntihar eden insanların kaçı bu nedenle intihar etmiştir bilemiyorum tabi ama birincisi insanın elinde böyle bir seçenek olması çok rahatlatıcı ikincisi çok yaşlanmak ve zihnin bulanıklaşması benim ölümden daha çok korktuğum bir şey. O yüzden ne bileyim. Huzurevinde çalışmanın getirdiği bir yan etki belki de bu ama. Yaşlılığın insana yaptıkları bence ölümden daha acımasız . Neyse artık o da başka bir yazının konusu. Geliriz oralara da.

Çok ordan oraya bi yazı oldu bu. Kafam hiç toplaşık değil galiba. neyse bu da böyle olsun bakalım.

** baya alakasız başlık. ama şarkı güzel.

21 Haziran 2011

Birçok derdim var Psikolog Hanım, sizi bulmuşken anlatayım.

insanlara psikolog olduğunuzu söylediğinizde size anlatacakları şeylerin sınırı yok. sizi hiç tanımıyor olmaları veya onlara karşı gayet soğuk ve mendebur bir tavır takınıyor olmanızın da hiç mi hiç önemi yok. durmadan, susmadan anlatıyorlar. sırf bu yüzden biri bana mesleğin ne diye sorduğunda nükleer enerji ya da yazılım mühendisi deme kararı almıştım ama henüz bu kararımı uygulamaya koyamadım . her seferinde boş bulunup mal gibi psikolog olduğumu söylüyorum. sonra da bir süre esir alınıyorum. geçen gün başıma çok acayip bir versiyonu geldi bu durumun. direksiyon dersi alıyorum ve direksiyon hocası öyle laf olsun diye sohbet ediyor, ne iş yapıyorsun diye sordu psikoloğum dedim. aa biz de tam psikolog arıyoruz dedi. bi süre sustu. ama ben anladım başıma gelecekleri de bi umut belki adam anlatmaz dedim. öylesine etti belki de o lafı dedim ama o laf hiçbir zaman öylesine edilmez. adamla 3 saat bir arabanın içinde tıkılı kalmışım ve psikologum diyorum, daha fatal bir hata olamaz herhalde. neyse baktım zaman geçiyor hala girmedi konuya, bi sevinçliyim içten içe. meğersem yoğun trafikten çıkmayı bekliyormuş, -neyse en azından can güvenliğimizi düşündü o bile takdire şayan bir çaba.- sonra boş alanda direksiyon çalışırken bana, -hiç tanımadığı bir insan olan bana- karısıyla problemlerini, çocuklarıyla yeni karısı arasındaki anlaşmazlıkları, karısının ona yeterli ilgi göstermediğini ve hatta telefondaki kavgalarını bile anlattı. bu konuşma boyunca adama neredeyse hiç tepki vermemiş ve gayet ilgilenmez görünmüş olmam hiçbir işe yaramadı. haa evet aslında bi aile terapisti görseniz iyi olabilir, ben bir şey diyemem dedikçe daha çok anlattı. o mu seans yaptı ben mi yaptım belli değil. hem araba kullanıyorum hem saatlerce adamı dinliyorum hem de üzerine para veriyorum. lan?? olur mu böyle iş .oluyor işte. bu zaman kadar dinlediğim yavan hikayelerin haddi hesabı yok. kuaförde kocalarını anlatanlar, çocuklarından dert yananlar. sence ben nasılım, vücut dilimi yorumlasana diyenler. bende ne hastalık var hadi bulsana diyenler... yoruldum arkadaşım. bana ne, zerre kadar ilgilenmiyorum. hiçbir psikologun da bu hikayelerle ilgileneceğini zannetmiyorum. para almadığım sürece hiç tanımadığım insanların derdini dinleyerek ömür mü geçer. bir de cevap vermediğinde sinirlenip ne biçim psikologsun falan diyorlar ya ona da acayip hastayım, sanki amme hizmeti yapıyorum anasını satıyım. sokağa bi stand açayım "dert dinlenir, bedava" falan yazayım da herkes rahatlasın ben de rahatlıyım. iş yerinde ayrı dert sokakta ayrı dert. valla nükleer enerji mühendisiyim bundan sonra. kimse nükleer enerji mühendislerine dert anlatmaz. haa ilginç bi meslekmiş diyip geçerler. ben bile bilmiyorum mühendislerin ne yaptığını da teyzeler amcalar hiç bilmez, toptan kurtulurum. gerçi iş yerinde personelden kaçmanın imkanı yok, psikolog hanım bir şey söyleyin. ya ne söyliyim yani. dedikodu yaparken insanlar, ben neden olaya uzman görüşümle dahil olmak zorundayım. dedikodu yapılacaksa ben de yapayım. iki kişi kavga ediyor psikolog hanım orta yol bulsun. hay psikolog hanım kadar ortama taş yağsın da taşlarla oyalanırken millet beni unutsun yani.

9 Haziran 2011

Honey Come Home


Ama bu şarkı çok güzel ve gerçekten bir haftadır içimden söyledğim hatta bazen dayanamayıp dışımdan söylediğim tek şarkı da bu. Bir şarkıyı bu kadar severim de bloguma koymam mı? tabi ki koyarım.

3 Haziran 2011

Tuvalet

bugün bir alışveriş merkezinin tuvaletinde kitap okudum. insanın çok fazla zamanının olmasının güzel yanı, gönlünce her türlü tuvalette kitap okuyabilme özgürlüğüymüş. bir yıllık boş zaman deneyimden öğrendiğim şey kesinlikle bu. tuvaletler zaman geçirmek için güzel mekanlar. hiç öyle suratınızı buruşturmayın sonuçta bu bir gerçek. tuvalet sevilen bir yer. ayrıca kitap okumak için güzel bir sığınak. sığınaklarda kitap okumak zorunda olduğumuzdan da değil ama bazen kalabalıkların içinde kaybolmaktansa bir ortak tuvalette tek başıma olmayı tercih ederim. herkesin sığınağı kendine tabi. bazen evde de tuvalete saklandığımı düşününce bu eylem aslında bana göre baya sıradan. Ama başkalarına göre değil galiba çünkü hep aklıma filmlerde umumi tuvaletlerde uzun süre kalan insanları aramaya birilerinin geldiği ve "hanımefendi iyi misiniz uzun süredir dışarı çıkmadınız bir sorun var mı" diye sordukları geldi orada otururken. yarım saat dışarı çıkmadığım için birilerinin beni aramaya gelmeyeceğini biliyordum ama gelseler ne cevap verirdim onu hiç bilmiyordum. ben sadece burada oturuyorum ve kitap okuyorum. "hıı peki tamam o zaman" demezlerdi çünkü tuvaletlerde uzun süre haber alınamayan insanlar hep uygunsuz şeyler yaparlardı. uyuşturucu kullanırlar veya birileriyle sevişirlerdi mesela. gerçi bunlar yarım saat sürer miydi orası meçhul ama filmlerde hep böyle olurdu. benim hikayem bunların yanında sönük kalırdı. belki de beni aramaya gelen adam büyük hayalkırıklığına uğrardı. yüzünü asar giderdi. sıkıcı-sıradan alışveriş merkezi mesaisi sırasında ilginç bir olaya tanık olma ihtimaliyle bir heyecan tuvalete gelir, değişik bir şeyler göreceğini ve sonunda akşam arkadaşlarına anlatacak güzel bir hikayesi olacağını düşünürdü. sonra beni görünce belki gerçekten "hıı peki tamam o zaman" derdi.

sonuçta bunların hiçbiri olmadı. kitabımı çantama koydum elimi yıkadım ve çıktım. tuvaletlerden hep el yıkanarak çıkılırdı çünkü. çünkü orası insanların asla uzun süre kalmak istemedikleri ve oraya ait her şeyi yıkayarak kurutarak kendilerinden uzaklaştırmak istedikleri bir yerdi. ya da sadece hijyenik nedenlerle yapıyorlardı bilemiyorum. bazen bir puro sadece bir puro. de mi freud bile öyle diyorsa. ama illa ki başka bir yönden bakacaksam tuvaletler bazen birilerinin sığınağı bazen ağlama alanı bazen de kitap okunan bir yer olabilirdi. bazen bi tuvalet sadece tuvalet değil yani.