26 Ekim 2009

Ankaralıya son kazık: Domuz Gribi

Malumunuz domuz gribi Ankara'da patladı, hepimiz manyak gibi dolaşıyoruz ortalıkta, nereden kapacağız acaba diye sağa sola bakıyoruz. Yıkamaktan harap oldu ellerimiz. Herkeste bir panik havası varken dedikodular alıp başını gidiyor, beytepede öğrenci evlerinde varmış, odtüde yurtlarda varmış, bilkenti zaten biliyoruz falan derken bir korku sardı bizleri. Her nekadar televizyonda olayı çok abarttıklarını düşünsem de korkmadan edemiyorum. Mesela insanlarda sevmediğim şeylerden biri tam karşımdaki insanı öpmek için harekette bulunduğumda hastayım diye kendisini geri çekmesidir, mal gibi kalırım napacağımı bilemem böyle bi bozulurum kendi çapımda, ancak bu domuz gribi beni bu gıcık olduğum davranışı yapmaya itti sonunda. Kapmayı geçtim, birilerine domuz gribi bulaştıran insan olmayı hiç istemiyorum. Arkamdan edecekleri küfürleri düşünsenize, tüm ailesi, arkadaşları baya bi kulaklarımı çınlatır, hiç istemem böyle bir şeyi. Başkaları da bana bulaştırsın istemem tabi ki. Neyseki insanlar bu konuda anlayışlı, benim gibi kendi çaplarında triplere girmiyorlar zira tavsiye edilen bir şey bu. Hoş yine illa ki öpüşülüyor, bazı insanlarda başlarım gribinden napıyım anasını satıyım halleri var, bende de vardı ondan ama galiba bugün itibariyle bitti. Uzun bir kış bizleri bekliyor. Ankara'daki her türlü zor yaşam şartlarına bir de domuz gribi korkusu eklendi, zaten toplumcak kalabalık bir yerde bomba patlayacak, çılgın bi şöför kaldırımda bizi ezecek, birazdan mendil satan çocuklardan biri üzerimize atlayacak, edebiyat fakültesinde soğuktan donarak öleceğiz, melih gökçek'in yaptığı alt geçitin çirkinliğine daldığımız bir anda gözlerimiz bu acıya daha fazla dayanamayıp kör olacak veyahut melih gökçek televizyona çıkıp sırıtacak cinnet geçirip üst geçitlerden birine molotof kokteyli atacağız, okulumuza çevik kuvvet girip nedensiz yere bizleri ve kedileri biber gazına boğup itip kakacak korkusuyla yaşıyorduk bir de bu eklendi çok şükür. Şimdi hep beraber karanlık tarafa geçmeye bir adım daha yakınız. Ankaralı geçmiş olsun. Bu da teğet geçerse zaten çok mübarek bir kavim olduğumuz yeni neslin din kitaplarında falan yazar artık.

23 Ekim 2009

Cevap

Görmek isteyen için cevaplar her zaman ortalıkta. Hayat da yaşamaya değer bu sıralar. Domuz gribi olup ölmenin hiç zamanı değil. Hem saçımı seviyorum, mutluyum, izlenecek daha çok film dinlenecek çok şarkı var. Daha yüksek lisans yapıp ortalığı kasıp kavuracağım, klinik psikolojinin gelecekteki yüzü olacağım. (çüş) neyse yani siz benim demek istediğimi anladınız. zaten küresel iklim değişikliği, savaşlar falan filan önümüzde yaşanacak bir on yıl var şöyle kaliteli bi hayat için, cevaplar dışarıda, insanlar dışarıda.bir sürü bir sürü insan yani, neden birkaç tanesini hayatın merkezine oturtup acı çekiyoruz ,anlamııyorum çok saçma , çok anlamsız. Devam etmek lazım, gidenlerin yenisi var, her yaz meyve veriyor ağaçlar şimdilik. Böyleyken yaşamakta fayda var derim ben. Hem saçımı seviyorum, pantolonlar yakışıyor, müzik dinliyorum ve yemek yaparken makarnalarla konuşabiliyorum. Tribe girmiyorum, acılı bir havam yok, hayatı olduğu gibi kabul ettim bazen çaresiz kalabileceğimi biliyorum, herkes hayat karşısında çaresiz sonuçta bu yükü tek başıma taşımadığımın farkındayım. Geri kalanları da şimdilik umursamıyorum hatta yeni mottom bir morrissey sözüdür ki şöyle diyor canım benim "i really don't know and i really don't care" .

21 Ekim 2009

Hafta dediğin yedi gündür.*

Bu hafta;

500 days of summer'ı 3 kere izledim. Param olsa 10 kere izlerdim.
Attila İlhan kitapları aldım. Okudum.
Gözüme ve burnuma aynı gün içinde sinek kaçtı.
Perşembe günlerinde bir gariplik olduğuna inandım.
Birkaç insana içimden sinirlendim.
Çok güldüm, eğlendim.
Supernatural'ın son bölümünü beğenmedim.
Üds'yi atlattım.
Ales'e çalışmaya başlayamadım.
Taç aldım, kaküllerime alıştım.
Tavuk sote ve makarna yaptım.
Pizza ve hamburger yemekten bıktım.
Pozitif yanımı ilk defa bu kadar kuvvetli gördüm.
Lethal Weapon 1-2 yi 3ün de yarısını izledim.
Mikrodalgada kendi buharıyla pişen dondurulmuş sebzelerden aldım.
Neşeli ve canlı hissettim.
Guitar hero'yu görüp yine almak istedim.
Çok para harcadım.
Annemi özledim.
İstanbul'a gitmek istedim.
Hayali mesleklerimin listesini yaptım.
Çok müzik dinledim.
Okey oynadım, kazandım.
Az uyudum ama çok yorulmadım.

*tespit yaptım. oh yeah!

12 Ekim 2009

Yalan Mı Gerçek Mi?

Bugün sabah erken okulda kütüphanenin duvarına oturmuş geleni geçeni izlerken aklımdan alakasız bir sürü düşünce geçti. Mutlu düşünceler değildi hiçbiri, durgun bir güne biraz üşüyerek, biraz da açlıkla başlamıştım, böyle olduğunda genelde mutlu olmazdım. Ben aynı şarkıyı 50. kere üst üste dinlerken , poğaçamı zorla boğazıma tıkıp, kahvenin tadından nefret ederken, insanlar yürüyordu. Kimisi koşuyor kimisi gülüyor kimisi afiş asmaya çalışıyordu. Bazıları afişte yazanı okumak için yavaşlıyor, kimisi benden tarafa doğru bakıyordu. Ben ise tam o sırada insanların her eyleminin ne kadar geçici olduğunu düşünüyordum. Derse 5 dakika geç kalacaklarını düşündükleri için yaşadıkları heyecan, afiş asılmaması gereken bir yere astıkları afişe bakıp duydukları gurur.gülümsemeler, yürüyüşler, bakışlar... bunların hepsi yok olacaktı. kimse üzerinde en ufak bir etki yaratmadan, biz önemli olduğunu düşünürken üstelik, -birgün ödevi yapmadığımız için çektiğimiz sıkıntının gerçek olduğunu zannederken- aslında hepsi yok olacaktı. Ve insanlar zayıf yaratıklardı. Üzüntüleri, intikamları, perişanlıkları, kıskançlıkları, şiddet eğilimleri, sevgileri, muhtaçlıkları.. her şeyleri zayıftı. Ben de o insanlardan biriyim evet sanki bambaşka insanlardan bahsediyormuş gibi yapmama rağmen ben de zayıfım. kendi zayıflıklarıma yenik düştüğümü gördüğüm hergün, biraz daha uzak hissediyorum kendimden. Başkasına bakıyormuş gibi bakıyorum yüzüme. Girmemem gereken yollara sapmaktan alıkoyamıyorum kendimi, ve evet bunların hepsi düşüncede gerçek tek bir eylem bile göremezsiniz dışarıdan bakarken, ama içeride hepsi gerçek.

Kendim dahil insanlar çok üzüyor beni, sevdiklerini iddia eden insanların zamanla birbirlerine ne kötü şeyler yapabileceklerini görmek bile kalbimi kırmaya yetiyor. Sevgi evet ne güzel kelime değil mi oysa artık sadece bi kelime çünkü o bile zayıflığımıza esir düşüyor. Neyi seviyor ki insanlar, tek bir nesneyi bile sevme yeteneğine sahipler mi yoksa sevdikleri kendi benlikleri mi sadece? Çünkü bana öyle geliyor ki sonunda her şey kendileriyle ilgili oluyor. Kocaman laflarımız var hepimizin; sevgi, aşk, nefret, kıskançlık üzerine ama acaba nedir ki bunlar? Bildik mi hiç, lafta hepimiz her şeyiz ama sonuçta hep kırılmışlık, hezimet, bir garip bunaltı. Ben yaşamadım bunları öyle sonuna kadar, tam ortasında olamadım bütünüyle ne var ki görmek bile parçalıyor beni, yoruldum çünkü insanların bunca türlü zayıflıklarından; lafta kral işte acınası olmalarından. Ben de dahilim bu insanlara, farkındayım hala kendim dışındaki bir kalabalık hakkında konuşuyormuşum gibi ama hiç öyle değil. Tam göbeğindeyim. Kendimden hiç mi hiç hoşlanmıyorum.

Bugün tüm bu düşünceler kafamda oradan oraya fink atarken, önemli hiçbir şey olmadığını bir kez daha fark ettim. İnsanların hayatındaki tek önemli şey yok olacakları bilgisi. Bu bilgiden kaçmak için her şey; saçma heyecanlar, uyduruk sevdalar, gülüşler, yürüyüşler... Bir anlam çıkarmaya çalışmalar, orada oturup benim bunları düşünmem bile... Ve bir sevgi yalanı dolaşıyor ortalıkta, insanlar ölüm kadar önemli olduğunu söylüyor sevginin, uğruna savaşlar yapılıyor ironik bi şekilde, sevgi sevgi diye dolaşıp birbirlerinin gözlerini oyuyorlar ya da kafalarının içinde olmayan bir sevgi yaratıyorlar. Muhtaçlıklarını gizlemek için sevgiye sığınıyor ve sonunda nasıl oluyorsa daha muhtaç hale geliyorlar. Ben de muhtacım, ne olduğunu bir türlü anlamasam da insanlar hergün ama hergün kalbimi kırsa da dünya da yapayalnız hissetsem de muhtacım. İhtiyacım var deli gibi, belki ihtiyacım olduğunu zannettiğim şeydir sevgi, belki çok başka bir şeyin boşluğu içimdeki, bilemiyorum. O kadar zayıf, o kadar perişan hissediyorum ki, yeniden bir parçamı kaybetmişim gibi. Ve hissedebileceğim- aslında- tek gerçek şeyin; sevgi, kısaknaçlık, nefret değil fiziksel acı olduğunu bildiğimden olacak ki hemen hasta oluyorum. Sistemimin beni gerçeğe döndürme yolu, belki de dikkati aynı anda iki şeye veremeyeceğimi ve fiziksel acıyı her zaman önde tutacağımı bildiğinden böyle oluyor. Fiziksel olarak acıyorum, başımı taşıyamıyorum artık.

* demek ki neymiş sabahın köründe insanları izlemek bünyeye iyi gelmiyormuş. ya bir de sabahtan beri aklıma takılan bir şarkı var ki orda aynen şöyle diyor : "love is natural and real but not for you my love". Belki sorun bu belki hepsi gerçek ben bu gerçeğe uygun ve hazır değilim. Neyse ne. Bir de bence ben ne zaman "neden" diye sorsam batırıyorum her şeyi. Ne gereksiz bir soru kelimesi neden? Ha evet yaşam enerjimi kendim sömürdüm, aşağıdaki neşeli halimden eser kalmadı. bu da gelir geçer vesselam.

* bir insan "belki" kelimesini bu kadar çok neden kullanır? aha bak gene yaptım neden diye sormadan duramıyorum.

6 Ekim 2009

Yeni Bir Keşif- She & Him

Son zamanlardaki Zooey Deschanel çılgınlığıma kendisinin M. Ward ile birlikte çıkardıkları volume one albümünü dinleyerek devam ediyorum. Şimdi ben bu kadını çok seviyorum ama kendisi için beslediğim garip boyutlardaki sevgim müziğini objektif değerlendirmeme hiç engel değil. Başkası olsaydı da buna benzer bir albümü bağrıma basar, sabah akşam dinlerdim. Çünkü güzel, fazla güzel. Son zamanlarda dinlediğim en iyi albüm diyebilirim hatta, baştan sona tutarlı soundu, çok süper sözleri ve canım zooey'nin şirin vokali her şey yerli yerinde, Folk esintileri, akustik gitar, sanki eski bir zamandan çok eski şarkıları dinliyormuşuz gibi hissetiren nostaljik bir hava... Tüm şarkılar on numara Daha da ne olsun bilemedim. Siz de şöyle bir bakalım neymiş ne değilmiş derseniz Myspace sayfalarına bir uğrayın derim. Her ne kadar süper zeka insanlar myspace'i yasaklayıp dünyadaki tüm müzisyenlerden bizi koparmaya çalışıp müziksiz yavan bir hayat sürmemiz için ellerinden geleni yapıyor olsalar da ulaşmanın yollarını herkes biliyor artık ki bu birçok yönden üzücü bir şey. Neyse bu da başka bir yazının konusu.
Ah bir de şu şarkıyı dinleyin, hepsini dinleyin de önce bi bunu dinleyin. change is hard

4 Ekim 2009

Neşeli

Mutluyum ben ya, çok ilginçtir çoşkuyla doldum. Sonbahar benim mevsimim olduğundan, belki de üzülecek bir şey olmadığından. Dikkati toplayabilmenin nasıl bir şey olduğunu uzun zaman sonra hatırladım. Film izleyebiliyorum artık mesela. Sbarro'dan mega dilim pizza yiyince çok fazla mutlu oluyorum, alışveriş yapıyorum, saçımı zooey deschanel gibi kestireceğim, çok heyecanlıyım. Sonra bugün ipodumdan sıkıldım, dedim "ne bu böyle bi tane mutlu şarkı olmaz mı, hepsi mi acılar içinde şarkılar" insan içinde böyle şarkılar dolu bir ipodla nasıl mutlu olsun zaten, neyse açtım AC/DC, bayık olmayan Bon Jovi falan. İçimdeki Rock n' Roll ruhunu öldürmemeliyim, asla. İç bayıcı şarkılarımdan vazgeçemesem de arada bir böylesi lazım. Guitar Hero almak istedim sonra, herkesi eve çağırıp guitar hero tunuvaları düzenleyesim geldi. Slash gibi dar kot da almışken guitar hero moduma girebilirdim. Ama ben karar verdim benim guitar herom Jimmy Page. Ama bir de mesela karaokeye gitsek bir Led Zeppelin, Gnr ya da ac/dc şarkısı da söyleyemem yani, içimde kalır, ve evet benim karaokeye gidesim var. Yarın okul başlıyor, tatil modundan da pek çıkasım yok. Üds pek iyi geçmedi de pek umursayamadım, yaklaşık 1 saat umursadım sonra geçti. Bu yeni halimi çok sevdim, Barney gibi kendime iki de bir I'm Awesome diyesim bile var. Yaşam enerjimi sömürecek tek bir gereksiz insan bile yok ve bu süfer bir şey gerçekten. Hayattan soğutan her şey ve herkesten uzak hissediyorum. 5 ay önceki halim için kendimden özür diliyorum valla.

1 Ekim 2009

Perşembe

Sabah uyanıp bilgisayarımı açtıktan sonra, kocaman fincanımda kahve veya yeşil çay içerken google reader'ı açıp bir şeyler okuduğum, okurken de müzik dinlediğim zaman dilimi günümün en mutlu zamanı. Son zamanlarda hep böyle oldu. Akşama doğru içim kararıyor. Yazdan kışa geçerken yaşadığım değişimlerden biri de bu; yazın akşamları severim, sonbaharla birlikte sabahlar daha güzel daha mutlu hissettirir. O yüzden yazları öğleden sonraya kadar uyuyan ben şimdi gece ne kadar geç yatarsam yatayım geç kalkamıyorum.

Pazartesiden itibaren okul başlayacağı için sabah eğlencem bölünecek ancak bölünecek dediğime bakmayın zaten toplamda 2.5 gün okula gideceğim. 4. sınıf olmak böyle bir şey işte, memnun muyum, değilim. Son senemde okulda mümkün olduğunca çok zaman geçirmek istiyorum. Mezun olmak da istemiyorum. O kadar çok şey var ki birsürü sınavlar, yüksek lisans mülakatları, belki iş arayışları... Her şey stres, okulun bitmesini istemiyorum ben hazır değilim hiç.

500 Days of Summer. Şu sıralar en çok merak ettiğim film, uzun zamandır bir film vizyona girecek diye bu kadar heyecanlanmamıştım. Fragmanını açıp açıp izliyorum, o kadar sevdim ki anlatamam. Zooey ablanın hastasıyım zaten kendisi dünyanın en güzel insanı olabilir bence. Ayrıca başka bir film daha var beklediğim o da The Imaginarium of Doctor Parnassus. Johnny Depp, Heath Ledger, Jude Law, Colin Farrel aynı filmde yani daha ne olsun, Tom Waits de oynuyormuş. Fragmanını izledim, çok güzel olacağa benzer ancak 500 days of summer'ın aksine bu filmi daha bekleyeceğiz, marta kadar sanırım.

Friends'i, Seinfeld'i ve How I Met'i tekrar tekrar izlemekten hiç sıkılmıyorum hatta tam tersine ne zaman sıkılsam üçünden birinden herhangi bir bölüm açıp izliyorum, sıkıntım uçup gidiyor.

Kürk Mantolu Madonna hayatım boyunca okuduğum en güzel kitaplar top 10una üst sıralardan giriş yapabilir. Çok süper bi kitaptı, altını çizmekten eskidi kitap. Benim için zaten bir kitabın ne kadar güzel olduğu altı çizilmiş cümle sayısıyla doğru orantılıdır.

Çıkarken acayip ağrıtan sivilcelerden nefret ediyorum. Yani ufacık şey nasıl bu kadar acı verebilir bir türlü anlayamıyorum. 2 gün ağrıyor, bir gün yetmiyor bile.

Son olarak şöyle bir şarkı var himym 502 de çalan, çok çok güzel: Goldspot- Rewind