29 Ağustos 2011

Reel Around the Fountain


En sevdiğim The Smiths Şarkıları listesindeki sıralamam sürekli değişiyor. Zaten o kadar çoklar ki 30 maddelik bir liste falan olabiliyor minimum ama son zamanlarda en sevdiğim the smiths şarkısı şu yukarıda duran reel around the fountain. Canlı performansı varken de onu dinlememek aptallık olur tabi. Morrissey ne kadar mükemmel gariplikte bir insan, canımın içi. Nasıl seviyorum anlatılacak gibi değil.

28 Ağustos 2011

Şiir

Her şey öyle yeni ki burda
Kolunu kaldırsan yarının folkloruna katkı
Ama ben budalalıklarla doldurdum
Yıllarca bütün boş sayfalarımı

Cemal Süreya

26 Ağustos 2011

Kaçınılmazdan Kaçmak

Bir şeyi yapmak zorunda kalıp aslında hiç olmak istemediğiniz bir yerde bulunmanıza da değişim diyorlar çok istediğiniz ama şu anki halinizden farklı bir yerde olmanızı gerektiren şeye de. Sonuçta değişik bir şey yapıyorsunuz ama ya ondan nefret ediyorsunuz ya da çok seviyorsunuz. Benim önümde nefret ettiğim bir değişim seçeneği var. Değişim kaçınılmazsa zevk almaya bak gibi bir durum da değil bu. Zaten kaçınılmaz olan bir şey yok hayatta tabi ki ölüm hariç. Niye kaçınılmaz olsun ki bir şey, kaçarsın olur biter. Kafalarımızın içinde öyle saçma sapan sınırlar var ki çocukluktan beri belki sağda solda aslında en çok da ailemizde işittiğimiz laflar yüzünden çiziliyor çoğu da. Bazı şeyleri nasıl oluyorsa kaçınılmaz görüyoruz sanki o gün o kararı vermezsen hayatın bitecek gibi. Halbuki biten bir şey yok. Belki kaçınılmaz olarak gördüğümüz şeyler hiçbir zaman onlardan kaçmadığımız için kaçınılmaz olarak kalıyordur, olamaz mı?

Sanırım insan bazen sadece kendini düşünüp karar vermeyi öğrenmeli. Aile, arkadaşlar, sevgililer, komşular, hocalar size doğru olanın ne olduğunu söyleyebilirler, belki gerçekten doğrusu da odur ama hayatta her zaman doğruyu yapmak mı gerekir? Belki yapılan yanlışlar insanı başka yerlere götürür. Çok sorumluluk sahibi bir geleceğe, çok paraya veya yüksek statüye değil ama belki yaşamaya götürür. "Yaşamak" kelimesine uzun süredir özel bir ilgi gösteriyorum. Babam öldüğünden beri yaşamak ve ölmekle ayrı bir meselem var. Bir sürü şey bende yaşamayacakmışım izlenimi uyandırıyor. Birçok şeyi saçma buluyorum. Sanki benim yaşamak fikrime entegre olamıyorlar. Sanki hayatımı elimden alacaklarmış gibi geliyor. Belki çok saçma ve çocukça düşünceler ama bir insan gerçek bir ölüme şahit olduğunda özellikle hayatını çok yakından tanıdığı birinin aniden ortadan kaybolmasını gözleriyle görünce her an içinde bir şeylerin aniden yok olacağı korkusunu taşıyor. Yok olma korkusu ölüm korkusundan bile beter. Günlerim yok olacak, hayatım yok olacak ve sonunda kendim yok olacağım fikri olayları öyle başka bir seviyeden görmeme neden oluyor ki, bu seviyeyi insanlara anlatmakta zorluk çekiyorum. Boğuluyormuş gibi hissediyorum. Önümdeki değişim seçeneği bende hapishaneye girmişim ve orada öylece kalmışım hissi uyandırıyor. İnanılmaz tepkiler gösterebiliyorum ve bir şekilde ona direniyorum. Ama sonra kafamın içinde hep başkalarının cümlelerini duyuyorum. Mantıklı olanı ve benim için iyi olacağını düşündükleri şeyi yapmamı söyleyen sesleri. Belki onlar daha iyisini biliyorlardır, gerçekten. Belki benim hiç görmediğim şeyleri görebiliyorlardır belki de hayatlarında bir şeylerin karar verilmiş olmasını boğucu bulmuyorlardır. Onlar da haklı biliyorum, sadece kendim yok olacakmışım gibi hissederken "doğruyu" yapmanın doğru olup olmadığını bilemiyorum.

Geçen günlerin birinde babamın ne iş yaptığını sordu biri ve ben "babam yaşamıyor" dedim ona. Bir anda, o sırada bunun farkında değildim ama sonradan düşündüğümde babam öldü diyememem takıldı aklıma. Sonrasında da "yaşamıyor" kısmını düşündüm. O kelime o günden beri kafamda yankılanıyor durmadan. Yaşamıyor. Yaşamamak beni korkutuyor, babamın ölmesi değil babamın yaşamaması beni üzüyor. Çünkü yaşamamak kalp kırıcı bir şey; bir insanın artık yaşamıyor olması ve hayatta olan bir insanın yaşayamıyor olması da. Belki de her türlü değişim bana babamın ölümünü anımsattığı için bu kadar direniyorumdur. Çünkü hiç razı olmadığım bir değişimi kabul etmek zorunda kaldım ve o kaçınılmazdı. Şimdi yine bir şeyi kaçınılmaz görüp ona ayak uydurduğumda bir parçam daha ölecek gibi hissetmem anlaşılabilir geliyor bana. Yazının sonunda böyle bir sonuca ulaşacağımı gerçekten bilmiyordum ama yaşamıyor kelimesinde olduğu gibi beynim bana sürekli oyun oynuyor ve oyunun sonunda kendimle ilgili keşfettiğim şeyler sadece birer keşif olarak kalıyor. Ne zaman işe yarar içgörü geliştireceğim diye merak ediyorum. Ama tekrar düşününce hangi içgörü fiziksel dünyada gerçekten işe yarayabilir ki?

21 Ağustos 2011

And at once I knew I was not magnificent


Son bir aydır müzik dinlemeye ilk bu şarkıdan başlayıp gece yatmadan önce en son bu şarkıyı dinliyorum. Dünyada mükemmellik diye bir şey varsa o bu şarkıda gizli. Dinledikçe anlaşılıyor parça parça, bir planın parçaları gibi. Şimdi bir de izledikçe anlaşılıyor. Nasıl güzel bir video çekmişler, nasıl yapmışlar, nasıl bazı görüntüler bazı müziklerle bu kadar uyumlu olabilir, ben bilmiyorum. Neyse ki birileri biliyor. Neyse ki.

13 Ağustos 2011

Filmler, Filmler.
























Çok uzun zamandır film izleyemiyor olmamı anlamlandırmaya çalışıyordum ki bu anlamlandırma çabamdan vazgeçip filmleri izlemeye başladım. En son Xavier Dolan'ın Annemi Öldürdüm'ünü izlemiştim yaklaşık 2 ay önce galiba. İki ay hiç film izlemediğimin notunu kişisel tarihçeme düşüp bu iki mükemmel filmden bahsedeyim size. Broken Flowers daha mükemmel ama kesinlikle, başlangıç olarak bunu söyleyeyim. Sanırım Jim Jarmusch filmleri benim sinema anlayışımla çok fazla örtüşüyor. Adamda bir şeyler var ne olduğuna dair bir isim bulamadım ama filmlerini izlerken yüzümdeki sırıtmayı engelleyemiyorum. Sakin ama çok hızlı ilerleyen filmler yapıyor. Bunu nasıl başarıyor anlamak mümkün değil. Zaten bu dahi adamları anlamak pek mümkün değil o yüzden hayran olmakla yetiniyorum şimdilik. Bill Murrayla ilgili söyleyecek ekstra bir şeyim yok. Belki de Hollywood'daki en iyi 3 oyuncudan biri. -Birinci kesinlikle robert de niro- Kendisini her zaman çok sevdim , her zaman da çok seveceğim. Muhteşem komik, muhteşem sempatik bir insan. Lost in translation ve bu filmdeki halleri de bir oyuncu sadelikle nasıl epik bir performans çıkarabilirin dersi gibi. Mimik yapmadan mimik yapabiliyor kendisi, nasıl oluyor onu da anlamıyorum ama dediğim gibi dahiler işte, yapacak bir şey yok. Yalnız burada filmin konusundan hiç bahsetmeyip sadece yönetmeni ve oyuncuyu övüyorum, nedense diğer şeyleri yazmaya üşendim. Nasılsa filmin konusunu her yerden okursunuz. Ya da okumayın canım izleyin hemen, zaman kaybetmeden.

Chaos Theory de aslında şu sıralar hayatımla ilgili yaşadığım kararsızlıkların üzerine çok güzel denk gelmiş bir film. Klasik bir Hollywood olayı var tabi burada; çok control freak bi karakterin hayatla yüzleşmesi, her şeyin ona anlamsız gelmesi ve bir anda hayatı yaşamaya karar vermesi şeklinde tecelli eden binlerce aynı konulu film gibi ama biraz daha iyi. Bu insanların hayatlarının bir döneminde yaşadığı şeyi sanki ben sürekli yaşıyorum gibi geliyor. Belki o açıdan çok faydalı olmuyor bu filmler bana ama illa ki bi yerden yakalıyor. Sanırım herkes hayatında bu tarz hesaplaşmalar, kopmalar yaşadığı için aynı konulu filmlerden yüzlerce yapılıyor. Yani o kadar da yalnız değiliz gibi bir sonuç mu çıkarsam bilemedim. Gerçi bu filmde ufak bi zamanlama hatasıyla ana karakterimiz bir anda raydan çıkıyor. Zamanlama ilgili de bir takım sıkıntılar ifade ediliyor filmde ama yine eninde sonunda bireysel iradeye ve tercihlere bağlanıyor her şey. Kaos var bunu kabul edin ama kaos hayatınızın içine bi yere kadar sıçabilir gibi bir mesaj işte. Yine de film de olsa "heveslerinizin peşinden gidin" diyen birini duymak iyi geldi. Belki sadece bugün bunu duymak iyi gelmiştir. Ryan Reynolds da baya baya iyiydi filmde. Ben zaten bu adamı pek sever oldum son zamanlarda. Çok düz bir tipi var ama sanki birazcık daha zorlarsa kendi jenarasyonunun iyi aktörlerinden biri olacak gibi. Green Lantern bi gelsin hele bi de görelim.

Ayrıca bir de bugün sinemada Horrible Bosses'ı izledim. Çok komikti ama o kadar. Güldüm, bitti. Bir de Jennifer Aniston hala taş gibi. Kadın zerre yaşlanmıyor. Nasıl iş anlayamıyorum valla.

10 Ağustos 2011

Ne Güzel Dizimizsin Sen; Freaks and Geeks.

pek süper freak tayfası.

Hem freakleri hem geekleri delicesine seven ayrıca james franco'ya ve jason segel'a da tapan bir kimse olan ben, şaşırtıcı olmayacak şekilde bu dizinin hastası oldum. Amma lakin ki zamanında insanlar dizinin hastası olmadığı için bu güzel, munis dizimiz 18 bölümde bitivermiş. Tabi sonradan mallıklarını anlayan insanlar diziyi baya bir efsaneleştirip kült mertebesine yükseltmişler. Ama sonradan değerini anlamış olmaları bize ekstradan bol geekli bol freakli bölümler sağlamıyor haliyle. O yüzden banane la kültlüğünden keşke on sezon sürseymiş diyorum ben. Şimdilik önümde 10 bölüm daha var, bitmesin diye yavaş izlerim gibime geliyor ama belli de olmaz tabi. Hepsini bitir diyen iç sesime kulak da verebilirim.

Geek tayfası.

Müzikler on numara, bir klasik rock geçit töreni gibi. Özellikle Journey, Led Zeppelin, Rush, Alice Cooper, Black Sabbath, isimleri çok geçen gruplar. Hem sürekli bahsediyorlar hem de sağolsunlar ara sıra güzel yerlere serpiştirerek bizi güzel müzikten mahrum etmiyorlar. Tam da rock 'n roll'a dönüş yapmak istediğim bu öfkeli ve isyankar günlerimde bana ilaç gibi geldiği için ayrıca tebriklerimi iletirim. Boşluğa iletiyorum tabi, kimse tebriğimin alıcısı olmadığı için. Olsun. Güzel.

9 Ağustos 2011

8 Ağustos 2011

And given my life long search for irony, you can imagine how happy I am.

Huzureviyle ilgili anlatacak çok hikaye var ama galiba ben şimdilik hiçbirini anlatmayacağım. Niye bilmiyorum, öyle işte. Sadece Güney teyzeyle vedalaştıktan sonra, tam ben odadan çıkarken arkamdan "kendine iyi bir sevgili bul" diye bağırmasından bahsetmek istiyorum. Ne mükemmel kadın ya, 20 yaşında bir insanı 80 yaşındaki bir bedene koymuşsunuz işte o Güney Teyze olmuş.- Sırf güney teyze için bile artık iyi bir sevgili bulmalıyım yoksa kendimi kötü hissedeceğim ciddi ciddi.- Bir keresinde Güney Teyze'ye "birtakım adamlar beni istemedi ben napıyım" demiştim. O da direkt "olmaz öyle şey" demişti. Çok içten bir "olmaz öyle şey." "Oluyor valla" dedim. "Olmaz, imkansız" demişti çok ciddi bir şekilde. İnsan sevdiği insanlara hep en iyisini layık görür. Birileri tarafından sevilen kimselerse hep kendilerine onları seven kişiden daha iyilerini layık görür. O yüzden böyle; sizi seven insana göre siz mükemmelsiniz ve yalnız kalmamalısınız ama sizin sevdiğiniz insana göre her zaman sizden daha iyisi olabilir. Sen beni seviyorsan daha iyisi de sevebilir diye düşündükleri için herhalde. Çok da emin değilim. Ama olaydaki ironi asıl bahsedilmeye değer olan. Phoebe'nin Friends'in bir bölümde sarkastik bir şekilde dediği gibi, "hayat boyu ironiyi aradığım düşünülürse şu an ne kadar mutlu olduğumu tahmin edemezsin." İroni var iyi güzel de al bu ironiyi nerene dayarsan daya durumu kısaca. Bu bilgiyle ne yapabiliriz hiç bilmiyorum. Bakın artık neden diye bile sormuyorum, Oluyor öyle diyorum, Güney Teyze de olmaz öyle şey diyor. Gene de anlaşıyoruz bi yerde. Zaten bazı insanlarla anlaşmak çok kolay. Fikirleriniz farklıyken bile gül gibi anlaşıp gidiyorsunuz. Bazı insanlarla da aynı fikirde olsanız bile anlaşamıyorsunuz bırakın farklı fikirlerde olmayı. Sanırım hayatımı ilk gruptaki insanları aramaya ve bulmaya adamalıyım. Veya hiçbir şeye adamamalıyım. O insanlar kendiliğinden bulur beni diye ummalıyım. Belki günün birinde onunla maçlarda bağırıp zıplayan, cebinde 5 kuruş yokken restaurantlara gidip hesabı ödemeden kaçmayı onunla beraber planlayan ve anlattığı her hikayeyi can kulağıyla dinleyen Güney Teyze'nin eşi gibi biri beni de bulur. "Ben çok şanslıydım" diye kabul etmese inanacağım benim de başıma böyle bir şey geleceğine ama kadın şanslı, ben değilim.

Şaka maka anlatmayacağım dedim ama anlattım gene Güney Teyze'yi. Gerçi kendisi bir derya burada yazılanlar onun onda biri bile değil ama işte biliyorum ki o çok mutlu olurdu onun hakkında yazdığımı bilse. Yine de bazı şeyler anlatılmayacak kadar güzel ve kafamın içinde bir yerlerde korunmaya değer.

Bahsedilen alıntının orjinali de şu:
Monica: Wow, isn't it ironic that David would show up on the same day that you and Mike exchange keys?

Phoebe: (sarcastically) Uhuh... Yeah...!, you know. And given my life long search for irony, you can imagine how happy I am.

4 Ağustos 2011

Yaşatmak

Ben istediğim hayatı yaşamıyorum, bu zamana kadar da hiç yaşayamadım. Belki de sadece bu yüzden yazar olmalıyım diye düşünüyorum. En azından hayalini kurduğum şeyleri yazabilir kendi yarattığım karakterleri yaşatabilirim. Bir şeyleri yaşatmam lazım artık veya büyük bir değişiklik yapıp yaşamam. İkisinden biri kolay gelecektir elbet bir gün.