Güzide twitter'dan sordu, nerde sizin 2010'da dinlediğiniz albümler listeniz diye, ben de düşündüm , yazsam ya dedim, bir değişiklik olur en azından. Aslında güzide aklıma sokmasaydı hiç böyle bir şeye girişemezdim çünkü liste olayları her zaman ciddi emek istiyor ve ben ki dünyanın en üşengeç 3. veya 4. insanı olduğumdan oturup listeleme yapacak, albümler hakkında yazı yazacak youtube linki verecek halde hiç değildim ama bu sene yarım yamalak karalıyayım bir şeyler.. Yine çok aşırı bir çaba sarf etmeyeceğim gibi görünüyor; kaynağım belli sırtımı dayamışım last fm'e, son bir yılımı özet geçtiği için oldukça mutluyum. Ben de blogumda özet geçecek, sadece dinlediğim albümlerin adını vermekle ve toplamı hakkında birkaç cümle etmekle yetineceğim çünkü bir de oky'nin geçen gün yazdığı ve benim tamamen katıldığım gibi iyi müzik dinleyiciliğiyle iyi müzik yazarlığı bambaşka şeyler, ben asla bir müzik yazarı olamam ancak orta karar bir müzik dinleyicisi, güzel müzik yazılarını, albüm reviewlarını okumaktan keyif alan bir müzik sevdalısı olabilirm, yoksa hiç haddime değil bir albüme sevdim veya sevmedimden başka ciddi ciddi inceleme yazısı yazmak. Bu işi çok çok iyi yapan insanlar var ve sanırım siz de zaten onları biliyorsunuz ama belki bir gün de en sevdiğim müzik blogları listesi yaparım, şimdilik 2010 da en çok dinlediğim albümler listesiyle yetinelim.
1-The National- High Violet
Ne desem eksik kalır bu albüme, bir kış albümü benim nazarımda, her ne kadar yazın çıkarmayı uygun bulsalar da. O işin altında da bir iş vardır yazımızı kışa çevirmekten zevk alıyordur National diye düşündüm hep çünkü ben yaz mevsimine gıcık olduğumdan high violet'i dinlerken kışta oduğumu hayal etmiştim sürekli. Şimdi kış geldi gene ilk günkü gibi dinliyorum ve eminim bundan bir beş yıl sonra da aynı çoşkuyla dinliyor olacağım. The national ile ilgili çok büyük laflar etmek istiyorum müsadenizle, kendimi tutamıyorum. hep grupların büyüklüğüne led zeppelinle karşılaştırarak karar veririm de, national bu çağın led zeppelin'i bence ve bundan 20 yıl sonra geriye dönüp baktığımızda 2000lerin en büyük gruplarından biri olarak hatırlayacağız onları. Bugün led zeppelin'i nasıl görüyorsak national'ı da öyle göreceğiz, en azından ben öyle göreceğim. karşılaştırdığım şey de müzik tarzları değil kesinlikle yanlış anlaşılmasın, benim gözümde en muhteşem grup led zeppelin olduğundan kendime çizdiğim süperlik noktasıdır zeppelin, national da ona o kadar yakın işte. Çılgınca seviyorum. Ayrıca bu liste 2010 da çıkan en iyi albümler listesi değil ama onu yapsaydım da national birinci sırada olurdu ve evet arcade fire olmazdı. Favori şarkım conversation 16.
2-Glee Soundtrack
Glee yeni manyaklığım olarak yaz mevsimden itibaren hayatıma damgasını vurdu. İkinci sezonda birinci sezonu baya bi aratsalarda müzik konusunda çok çok iyi işler yaptıkları inkar edemem. Pop şarkılarını bana sevdiiyor glee oyuncuları. Mash-uplarıyla da şarkıları çok yaratıcı şekillerde birleştirip hayran olmamayı imkansız hale getiriyolar. Bir ara o kadar çok dinledim ki üstelik glee'nin soundtrackini, ipod'u ilk defa shuffle da değil glee cast listesinde bırakmıştım. Favori şarkım give up the funk galiba ama don't stop believin' de çok yakın yani.
3-Alexi Murdoch- Time Without Consequence
Bu adamın hastasıyım ben, sesine bayılıyorum bir kere, şarkı sözleri de on numara. Ya zaten ben bu tarz müziği her zaman elektronik alt yapılı indie şarkılarına tercih ederim, her ne kadar müzik konusunda açık bir insan olduğumu düşünsem de çok elektronik alt yapılı tarzlara hala alışamadım, klasik singer-songwriter işleriniyse her zaman ama her zaman çok daha fazla seviyor çok daha rahat dinliyorum. Güzel sözün üzerine güzel melodileri yapıştırsınlar bana yeter geliyor, time without consequence albümü de aynen öyle bir albüm, çok rahat dinlenen ama bir yandan da çok fena çarpan şarkıları barındırıyor. Favori şarkım wait.
4- Angus & Julia Stone- Down the Way
Down the way albümü için söyleyeceğim tek şey "kusursuz" olabilir. The devil's tears diye bi şarkı mesela açın dinleyin derim, başka da söz söylemem üzerine.
5- Blind Pilot- 3 Rounds and a Sound
Yılın sonuna doğru keşfettim blind pilot'ı buna rağmen en çok dinlediğim albümlerden biri oldu 3 rounds and a sound. Baştan sona tüm şarkıları güzel, uyumlu bir bütünlük içinde akıp gidiyor, gece yatarken özellikle seviyorum bu albümü dinlemeyi; masal dinliyormuşum gibi geliyor. Zaten blogta kendilerinden daha önce de bahsettiğim ve şarkılarını da paylaştığımdan da anlamışsınızdır durmadan blind pilot dinlediğimi. Çok tatlılar ne diyim başka. Favori şarkılarım: i buried a bone ve 3 rounds and a sound.
6- Joshua Radin- Simple Days
Joshua Radin ismi çok tanıdık gelmese de eminim herkes onun sesini bir dizide veya filmde mutlaka duymuştur. Benim de sonradan fark ettiğim üzere şarkıları amerikan televizyon ve sinemasının vazgeçilmezi. Bir de benim vazgeçilmezim oldu 2010'da. Fısıldayarak söylüyor şarkıları sanki kulağımın dibinde bana söylüyormuş gibi, ses tonu mükemmel, şarkı sözleri de çok şirin mesela vegetable car diye bi şarkı var bu albümde platonik aşıkların marşı olabilir hele bir de platonik aşkınız hergün arabasıyla önünüzden geçip gidiyorsa. Çok hoşuma gidiyor insanların böyle şarkılar yapması , kendime daha yakın hissediyorum; başkaları da böyle şeyleri dert ediniyor hatta üzerine şarkı bile yapıyor diyorum. Favori şarkım : they bring me to you (çok fatal)
7-She & Him - Volume 2 ve Volume 1
Volume 2 aslında 2010'da çıkan güzel albümlerden biriydi bence ama nedense müzik bloglarındaki listelere girmeyi pek başaramadı, biraz haksızlık olduğunu düşünüyorum zira cidden çok güzel müzik yapıyor she&him. 2009da başladığım volume 1'i de bolca dinledim 2010 boyunca. O artık baya tanıdık bir albüm benim için, volume 2 da yavaş yavaş o seviyeye geliyor. Zooey'nin sesi hakkında da ne söylesem eksik kalır, o sanki 40 yıl öncesinde yaşıyormuşuz gibi hissettiren vokallerinin, şirinliğinin ve M. Ward'ın da hastasıyım. Volume 2 da dinlemekten çürüttüğüm iki şarkı var ki gerçekten albüm ilk çıktığında bu ikisini dinlemekten diğerlerine geçememiştim uzunca süre: Thieves ve gonna get along without you now.
8- John Mayer- Continuum, Battle Studies ve Where the Light Is
John Mayer bu yıl beni baya etkileyen insanlardan biriydi. Gitarıyla yapabileceği şeylerin sınırı yok, blues tonları ondan soruluyor her ne kadar battle studies albümünde bluescu tarafını çok ortaya koymasa da Los Angeles konserri kayıtlarından oluşan where the light is de baya bir yardırıyor. Çok yetenekli bir insan ve bence continuum John Mayer'in master piece'i. O yüzden de Battle Studşes bende az da olsa bir hayalkırıklığı yaşattı ama kesinlikle kötü olduğu için değil ben çok çok daha iyisini beklediğim için. Ama galiba müzisyenler için çok iyi bir albümün üzerine gelen albüm bu etkiye neden olabiliyor. Demem o ki tek başına baya iyi albüm ama daha iyisini yapabilecek insandır Mayer, o yüzden bekliyoruz. Battle Studies'deki favori şarkım : half of my heart..
9- Jeff Buckley- Grace
Grace 2010'un değil her zamanın favori albümü, Artık zamansız bir değeri var benim için, tüm zamanlarımın albümü o yüzden 2010'da da gene çok dinlendi, bundan sonraki her yıl da listeye girmeyi sürdürecektir.
10- Kings of Convenience- Declarition of Dependence
Ne güzel albümümüzüür değil mi, huzurlu, mutlu, sakin. Tatlı talı öğleden sonra şarkılarıyla dolu. Yılın başında bir ara başka bir şey dinleyemiyordum gerçekten, me in you da en bi favori şarkım.
11- Kurban- Sahip
Kurban bu yıl fazla iyi bir albüm çıkardı ama pek kimsenin dikkatini çekmedi ne yazık ki. Gerçek manada muhalif bir albüm nasıl olur, rock'n roll ruhu nasıl hissedilir görmek isteyenleri derhal Sahip'i dinlemeye davet ediyorum. Türkçe sözlü rock müzik yapan grupların en babasıdır benim için kurban. Bir kere onlar gibi söz yazabilen yok onlar gibi gitarı bangır bangır bağırtıp, muhteşem rifller yazabilen ve canlı performanslarıyla vay anasını tepkisini verdirtebilen başka bir grup daha yok Türkiye'de. Sahip'te de daha önce hiç yapamadıkları kadar açıktan giydiriyorlar, hükümete, sisteme, düzene. Albümün genel havası sinirli ama bu dinlerken bu sinirlerine hak veriyor kendinizi deniz yılmazla birlikte sen yobaz diye bağırırken buluyorsunuz. Çok iyi albüm gerçekten, bir kere her şeyi bırakıp sadece gitarları dinleseniz bile ne kadar kusursuz ve müzikal anlamda ne kadar üst düzey bir albüm olduğunu fark edersiniz. İnsanlar albümünden sonra dağılmalarına çok üzülmüştüm ama dönüşleri mükemmel oldu. Bence sizin de gözünüzden kaçtıysa Sahip albümü hiç geç değil henüz hemen gidip alın ve dinleyin. Yine özellikle yazın başından sonuna kadar en çok dinlediğim albümlerden biriydi. Güneş diye de bir şarkı of of of yani, hastasıyım.
12-The Head and the Heart-The Head and the Heart
Bu yıl keşfettiğim ve keşfettiğime de en memnun olduğum grup kesinlikle the head and the heart idi. Aslında son sırada olmamaları gerekirdi ancak albümlerine türkiyedeki itunes'dan ulaşamadığım için oldukça kısıtlı şekillerde dinleyebildim. Bir ara myspacelerine abone olmuştum, hergün açıp dinliyordum sonra soundcloud'dan dinledim youtube falan derken çok sevdiğim bir müzik blogu canlı kayıtlarını paylaştı, ordan dinledim. Çok fazla muhteşemler, kesinlikle siz de bir göz atın derim Seattle'ın bir sonraki en büyük grubu olmaya aday the head and the heart'a. Müzikte aradığım her şey var bu grupta, down in the valley'i ilk defa dinlediğim andan beri de kopamıyorum, saniyesinde aşık oldum. şöyle de güzel bir canlı performansı var down in the valley'in, izleyin hatta izlemeye başlamışken bir de ghosts'a da uğrayın derim. Süper, süper, valla en güzel sıfatları ekleyin işte buraya, hepsini birden.
Bunların dışında Bon Iver, Ingrid Michaelson, Regina Spektor, The Weepies, Arcade Fire, The Shins, Iron & Wine, Ray Lamontagne ve The Temper Trap da en çok dinlediğim gruplardı. Müzikal açıdan güzel bir yılmış şimdi listeme baktığımda daha iyi anladım, yeni gruplar keşfedip yeni albümlerle havamı bulmuşum valla. Müizk olmasa ne yapardım hiç bilmiyorum, hayatta çok sevdiğim birkaç şeyden biri, artık bir tutku ve eksikliği hayatımda kocaman bir delik açacak türden bir bağımlılık. 2011 için dileyeceğim de şunlardır efendim; kimse müziksiz kalmasın, gruplarımız güzel güzel albümler yapsın, radiohead ve the national türkiye'ye konsere gelsin, iron maiden da gelsin haaa yeter artık, geçen yıl da aynı şeyi dilediyidim kendim için bile değil üstelik ama biliyorum iron maiden hayranlarının çektiklerini, kıyağaım olsun yeni yıl dileklerime ekleyivereyim. Bir de bu yıl bon jovi konserine gidicem, nolur bi akislik çıkmasın, gitmezsem çatlarım valla. 80lerdeki gibi bon jovi yazan bantlardan alıp kafama bağlıycam, en büyük hayalim de şimdilik bu. Hııımmm bir de coldplay gelsin bea, gider eğleniriz toptan. Sonra,bu yıl glastonbury'e gideyim, nolurr gideyim lütfen, line up bile umrumda değil yeter ki o festivalde bir kere bulunmuş olayım. Evet bu kadar. Herkese iyi yıllar o halde, yeni yıla da müzik dinleyerek girin inşallah.
30 Aralık 2010
28 Aralık 2010
Eski Fotoğraf
Biraz önce eski fotoğraflara baktım da 1994'te kullandığımız plaj havlusu hala bizde, o fotoğraf hala sapasağlam duruyor, arkasına lacivert tükenmez kalemle yazılmış not hala çok net okunabiliyor ama babam yaşamıyor. Bence insanlığın en büyük dramı şu ki; yaşayan şeyler asla sizinle kalamıyor, bir fotoğraf, fotoğrafın arkasına düşülen not, kullanılmaktan mahvolmuş dandik bir havlu bile bizim ömür dediğimiz şeyden çok daha fazlasını görebiliyor. Üstelik tek başlarına hiçbir anlam ifade etmeyen eşyalar, tek başlarına çok fazla anlamı taşıyan insanlardan daha uzun süre varolmaya devam edebiliyorlar. Sonra biz bazı eşyalar olmadan yaşayamayacağımızı düşünüyoruz halbuki eşyalar biz öldükten çok sonra da hiçbir şeyi umursamadan yaşayıp gidiyorlar.
Bir insan öldüğünde ona ait eşyaları kişiyle birlikte gömen kültürleri şimdi çok daha iyi anlıyorum. O insan yaşamıyorsa onun havlusu neden varolsun diye düşünüyorlardı herhalde. Ben de öyle düşünüyorum artık. Tek başına ne anlamı var ki o havlunun, herhangi bir eşyanın ne anlamı var ki ? Biz kendimiz toprakta çürürken, birilerinin silinen anılarında zar zor varolabilirken bir fotoğrafın hatırlanması da nedir?
Eski fotoğraflara bakma konusunda kendime sınır koymalıyım, bir saat içinde tüm hayatımı alt üst ediyorlar çünkü. Fotoğraflar ne kadar mutlu olursa olsun bana sadece kaybettiğim mutluluğu, kaybettiğim çocukluğumu ve kaybettiğim zamanı hatırlatıyor. Mesela dün albümler arasında dolanırken şunu fark ettim ki ben çocukken çok daha mutlu daha muzur, eğlenceli bir insanmışım, nolmuş bana, nereye gitmiş o tarafım da yeni fotoğraflarda çekin de bitsin hadi memnuniyetsizliği var yüzümde. Gözlerim mal mal bakıyor.
Bir nevi yas tutuyorum eski fotoğrafların her birine baktığım sürede, kaybettiğim her şey için, masumiyet mi dersiniz, bir baba mı dersiniz veya dertsiz, tasasız günler mi dersiniz, hepsi için işte ve canım çok sıkılıyor çünkü elimden hiçbir şey gelmiyor. İnsanın elinden hiçbir şey gelmemesi ne kötü şeydir. Olanla ölenin çaresi yok sözü de o yüzden o kadar üzer ki beni, çünkü yüzleşmek zorunda olduğumuz en sert gerçek bu. Kendimi kandıramıyorum zaten artık hiçbir konuda, geçer diye teselli de edemiyorum biliyorum ki olanla ölenin çaresi yok. Elim kolum bağlı bakıyorum fotoğraflara ve ağlayabiliyorum sadece. Ağlamaktan başka yapacak hiçbir şey olmaması da kalbimi çok kırıyor. Belki de insanlığın en büyük ikinci dramı da bazı durumlarda ağlamaktan başka yapacak bir şey olmamasıdır.
Bir insan öldüğünde ona ait eşyaları kişiyle birlikte gömen kültürleri şimdi çok daha iyi anlıyorum. O insan yaşamıyorsa onun havlusu neden varolsun diye düşünüyorlardı herhalde. Ben de öyle düşünüyorum artık. Tek başına ne anlamı var ki o havlunun, herhangi bir eşyanın ne anlamı var ki ? Biz kendimiz toprakta çürürken, birilerinin silinen anılarında zar zor varolabilirken bir fotoğrafın hatırlanması da nedir?
Eski fotoğraflara bakma konusunda kendime sınır koymalıyım, bir saat içinde tüm hayatımı alt üst ediyorlar çünkü. Fotoğraflar ne kadar mutlu olursa olsun bana sadece kaybettiğim mutluluğu, kaybettiğim çocukluğumu ve kaybettiğim zamanı hatırlatıyor. Mesela dün albümler arasında dolanırken şunu fark ettim ki ben çocukken çok daha mutlu daha muzur, eğlenceli bir insanmışım, nolmuş bana, nereye gitmiş o tarafım da yeni fotoğraflarda çekin de bitsin hadi memnuniyetsizliği var yüzümde. Gözlerim mal mal bakıyor.
Bir nevi yas tutuyorum eski fotoğrafların her birine baktığım sürede, kaybettiğim her şey için, masumiyet mi dersiniz, bir baba mı dersiniz veya dertsiz, tasasız günler mi dersiniz, hepsi için işte ve canım çok sıkılıyor çünkü elimden hiçbir şey gelmiyor. İnsanın elinden hiçbir şey gelmemesi ne kötü şeydir. Olanla ölenin çaresi yok sözü de o yüzden o kadar üzer ki beni, çünkü yüzleşmek zorunda olduğumuz en sert gerçek bu. Kendimi kandıramıyorum zaten artık hiçbir konuda, geçer diye teselli de edemiyorum biliyorum ki olanla ölenin çaresi yok. Elim kolum bağlı bakıyorum fotoğraflara ve ağlayabiliyorum sadece. Ağlamaktan başka yapacak hiçbir şey olmaması da kalbimi çok kırıyor. Belki de insanlığın en büyük ikinci dramı da bazı durumlarda ağlamaktan başka yapacak bir şey olmamasıdır.
25 Aralık 2010
A picture of you holding a picture of me in the pocket of my blue jeans.
Mandalinaları çift sayıda yeme gibi bir alışkanlık geliştirdim. Hiçbir zaman tek bir mandalina yiyemiyorum ya 2 tane soyuyorum ya da 4. Günde 10-12 tane de yiyorum galiba, kontrolden çıktım. Herkes için çekirdek neyse benim için mandalina o. Bir de bugün düşünüyordum da mandalina ve şeftali kokularını karıştırıp bir parfüm yapsalar yaz kış demem sürerim. Bu fikrimi de kramer'ın the beach'i' gibi ünlü bir parfüm markaına satsam zengin olur muyum acaba? Ama buraya yazdığım için artık fikrimi alıp kullansalar da bir şey yapamam aynen kramer'ın fikrini çaldıkları gibi, zavallım. Halbuki adam düşündü etti sonra biz yaptık dediler, çaldılar. Çok üzülüyorum Kramer'a . Hep en güzel fikirler kramer'ın.
Sanırım artık benim de bir işim var. Yarı zamanlı falan ama iş iştir neticede. Zaten şu an için istediğim mümkün olduğunca az çalışıp az yorulacağım ve az bu çalışmanın karşılığında maksimum ücreti alacağım bir iş bulmaktı. Buldum, nereseyse yapılacak hiçbir şey yok, haftanın 3 günü gidip orada takılıp idare eder de bi para alacağım. Zaten artık ev sıkmaya başlamıştı ben de dedim evinde değil başka ortamlarda sıkıl en azından sıklıdığın için para alacağın ortamları ara bul. O beni buldu.
Tumblr ortamlarına hızlı bir giriş yaptım. Her zaman çok hayran olduğum tumblr sayfaları bana ilham verdi. Özellikle reblog olayı çok eğlenceli ve acayip kolay. Bir de tumblr'ın en sevdiğim yanı inanılmaz görsel bir ortam olması. Temalarından başlamak üzere tüm konsept muhteşem bir görsellik sunmak için . Giriyorum saatlerce fotoğraflara, animasyonlu resimlere bakıyorum, cidden saatlerce. Kayboluyor insan o dünyada, çıkamıyor. Ben de böyle fotoğrafı, müziği bol bir sayfa yaratma amacındayım. Henüz yeni ama ben çok saracağa benziyorum. Şudur: http://shithappensalways.tumblr.com/
Bir de son olarak şu şarkıya o kadar bayılıyorum ki galiba geçen gün 55 kere üst üste dinledim. Hergün mutlaka 3 kere falan da dinliyorum. Bazı şarkıları çok fazla dinleyince onlardan bıkacağınızı sanarsınız bazılarından bıkarsınız ama bazılarından da hiç mi hiç bıkmaz dinledikçe daha çok seversiniz ya işte bu o şarkı. Yine bir canlı performans, biri altına "bu adamın sesiyle evlenmek istiyorum" yazımış. Daha güzel açıklayamzdım ben herhalde, evet aynen öyle.
Sanırım artık benim de bir işim var. Yarı zamanlı falan ama iş iştir neticede. Zaten şu an için istediğim mümkün olduğunca az çalışıp az yorulacağım ve az bu çalışmanın karşılığında maksimum ücreti alacağım bir iş bulmaktı. Buldum, nereseyse yapılacak hiçbir şey yok, haftanın 3 günü gidip orada takılıp idare eder de bi para alacağım. Zaten artık ev sıkmaya başlamıştı ben de dedim evinde değil başka ortamlarda sıkıl en azından sıklıdığın için para alacağın ortamları ara bul. O beni buldu.
Tumblr ortamlarına hızlı bir giriş yaptım. Her zaman çok hayran olduğum tumblr sayfaları bana ilham verdi. Özellikle reblog olayı çok eğlenceli ve acayip kolay. Bir de tumblr'ın en sevdiğim yanı inanılmaz görsel bir ortam olması. Temalarından başlamak üzere tüm konsept muhteşem bir görsellik sunmak için . Giriyorum saatlerce fotoğraflara, animasyonlu resimlere bakıyorum, cidden saatlerce. Kayboluyor insan o dünyada, çıkamıyor. Ben de böyle fotoğrafı, müziği bol bir sayfa yaratma amacındayım. Henüz yeni ama ben çok saracağa benziyorum. Şudur: http://shithappensalways.tumblr.com/
Bir de son olarak şu şarkıya o kadar bayılıyorum ki galiba geçen gün 55 kere üst üste dinledim. Hergün mutlaka 3 kere falan da dinliyorum. Bazı şarkıları çok fazla dinleyince onlardan bıkacağınızı sanarsınız bazılarından bıkarsınız ama bazılarından da hiç mi hiç bıkmaz dinledikçe daha çok seversiniz ya işte bu o şarkı. Yine bir canlı performans, biri altına "bu adamın sesiyle evlenmek istiyorum" yazımış. Daha güzel açıklayamzdım ben herhalde, evet aynen öyle.
Etiketler:
aklıma geldi yazdım,
gündelik hayat problemleri,
müzik
23 Aralık 2010
Winter Songs
Hazır en sevdiğim mevsim coğrafyamızda hüküm sürerken kış temalı şarkılar paylaşayım sizlerle. (hep böyle coğrafyalı falan cümleler kurmak isterdim, onu da yaptım) Çok içimden geldi. Neredeyse tüm bloglarda ya 2010'un en iyi albümleri ya da kış/christmas şarkıları listeleri dönüp duruyorken kendimi tutamıyorum ben de içinde "winter" kelimesi geçen birbirinden güzel birbirinden tatlı şarkılardan oluşan tematik bir liste yapıyorum. Kış mevsimiyle müzik her zaman daha yakın akrabaymış gibi geliyor ya zaten bana bir de sadece kışla ilgili şarkılar duyunca pek mutlu oluyorum. Dilerim siz de mutlu olur, iyi hissedersiniz bu şarkıları dinlerken.
Belle and Sebastian - Winter Wooskie
Chris Isaak - Winter Waves
A Fine Frenzy - Winter Wonderland
A Fine Frenzy - Winter White
Fleet Foxes - White Winter Hymnal
The Head and The Heart - Winter Song
Joshua Radin - Winter
Lauren Laverne - In the Bleak Midwinter
Mumford & Sons - Winter Winds
Ray LaMontagne - Winter Birds
Sara Barielles & Ingrid Michaelson - Winter Song
Simon And Garfunkel - Hazy Shade Of Winter
Grandaddy - Alan Parsons In A Winter Wonderland
http://www.mediafire.com/?529188n8xv9v00w
Belle and Sebastian - Winter Wooskie
Chris Isaak - Winter Waves
A Fine Frenzy - Winter Wonderland
A Fine Frenzy - Winter White
Fleet Foxes - White Winter Hymnal
The Head and The Heart - Winter Song
Joshua Radin - Winter
Lauren Laverne - In the Bleak Midwinter
Mumford & Sons - Winter Winds
Ray LaMontagne - Winter Birds
Sara Barielles & Ingrid Michaelson - Winter Song
Simon And Garfunkel - Hazy Shade Of Winter
Grandaddy - Alan Parsons In A Winter Wonderland
http://www.mediafire.com/?529188n8xv9v00w
You can't go back now.
I can't really say
Why everybody wishes they were somewhere else
But in the end, the only steps that matter
Are the ones you take all by yourself
You and me walk on, walk on, walk on
Cause you can't go back now
Film: Adam
21 Aralık 2010
Zamansız
Mevsimler değişiyor, insanlar ölüyor ve yıllar bitiyor. Her yılın bitişi insanlarda olanı biteni değerlendirmek ve gelecek yıl hakkında hayaller kurup kararlar almak isteğini doğuruyor. Hayatlarıyla ilgili planlar yapıp, bir şeylerin değişmesini umut ediyorlar. Ben de yapıyordum bunu eskiden ama bu yıl kesinlikle yapmayacağım. Çünkü şunu fark ettim ki çocukluğum bittiğinden beri yaşadığım her yıl bir öncekinden daha kötü oldu, her yılın başında belki bu yıl benim de istediklerim olur veya hayat daha katlanılır hale gelir diye umut ettim ama her seferinde hayal kırıklığı yaşadım. Yaşadığımız her günün bizi ölüme yaklaştırması bir yana gerçekten kaybettiğimiz sadece zaman değil. Kendimden o kadar çok şey kaybettim ki hayatım biterken acaba elimde ne kalacak diye düşünmeden edemiyorum. Mesela 2010'u düşünüyorum; aslında 2010'nun bitmesine çok seviniyor olmam lazım, ama 2011'in de daha farklı bir şey olmadığını bildiğimden sevinmiyorum. Ben zaten zamanla ilgili hiçbir ölçü birimine inanmıyorum, hepsi bizim aldanmalarımız ve kendimizi kandırmak için, yeni başlangıç yanılsamasına inanmak için uydurduğumuz şeyler. Kendimize bir başlangıç veya bitş belirme merakımızın sonucu bunlar hep ama ne yazık ki düşünüldüğü işlevlere sahip değil zaman birimleri; ne yıllar ne aylar ne de mevsimler. En azından benim için değil. Ama neye inanırsam inanayım veya inanmayayım "baban ne zaman öldü" sorusuna cevap vermek istediğimde 2010 demek zorundayım ve bu durumu kimse değiştiremez. 2010'da benim babam öldü ve geri dönüp baktığımda bunu bir yılın etiketinden bağımsız olarak düşünemem. 2010'da üniversiteden mezun olduğum gerçeğini de yok edemem. Ve belki de hayatımın en zor en sıkıcı en üzüntülü yılı olduğunu da değiştiremem. Ne yazık ki ben zaman etiketlerine inanmasam da tüm insanların aklından bu etiketleri silemem. O yüzden yapacak fazla bir şey yok. Biten bir şey yok, yeni yılın daha iyi olacağının garantisi yok ve benim hayatla ilgili herhangi bir isteğim yok. 2011 de 2038 de herhangi birer yıl ve yeni bir şeylerin başlangıcı olma ihtimalleri belki yılbaşında nilli piyangoyu kazanma ihtimalimle aynı. Eğer olur da kazanırsam o zaman inanırım belki bir şeylerin değişeceğine. O bile şüpheli. Kendimde şunları bunları değiştireceğim diye kararlar da alamam, öyle bir şeylere karar vermek için yılın bitmesine gerek yok ve kişinin kendisiyle ilgili aldığı kararlardan çok değişmek için gösterdiği çabadır değişimi sağlayan. Ben kendimde o gücü bulamadığım sürece artık öyle planlar da yapmayacağım. Ve düşünülenin aksine bu karamsar bir yazı değil. Bu artık her şeyi olduğu gibi kabul etmeye yaklaşmış bir insanın dünyaya ve hayata daha gerçekçi baktığını gösteren bir yazıdır.
Kendime not: " You can't take a picture of this, it's already gone."
Kendime not: " You can't take a picture of this, it's already gone."
15 Aralık 2010
Yolda Yürürken
Durup durup isyan edesim var. Nedennnnn diye bağırmak isteği geliyor bazen bana. Şu kalabalık sokaklarda insanlar büyük bir kaos halinde yürüken yolun ortasında durup bağırsam mesela, herkes bana baksa hatta içlerinden biri neden soruma cevap verse. Dese ki "ne bileyim hocam, manyak mısın nesin?" Hocam desin ama mutlaka, de get falan da diyebilir ardından. Sonra ben "ey Ankara halkı neden sağdan yürümeyi bir türlü öğrenemediniz" diye bir daha isyan etsem asıl isyanımdan bağımsız olarak, sanki gerçek problemim buymuş gibi olsa. O anda yanlış şeritten yürüyen bir adam bana çarpsa ,yüzüme mal mal bakıp yürüse hiçbir şey olmamış gibi. "Aman be hocam" desem, "özür dilemeyi neden öğrenemediniz. Neden yani, bunca zaman kutuda mı saklamışlar sizi, özür dilemek kavramından bihaber misiniz?" Sinirlensem biraz daha, asıl problemimi unutup kara kara düşünsem insanların kabalıkları üzerine, "aman ne bileyim bana mı kaldı derdi ne bunları düşünüyosun" diye kendimi azarlasam hala sokağın ortasında duruyorken. Yürüyüp gitsem sonra evime. "Bana neyse insanlardan, ben insanları sevmiyorum bile, ne yapıyorlarsa yapsınlar" diyip uyusam.
14 Aralık 2010
3 Rounds and a Sound
Sevdiğim grupların canlı performanslarını izlemek en sevdiğim şeylerdendir bu yüzden tüm vaktimi youtubeda harcamışlığım da çoktur. Şarkıların farklı versiyonlarının üzerimde bıraktığı etkiye aşığım. Son zamanlarda bir de bu şarkıya aşığım, her haline. Ve izlediğim en mükemmel canlı performanslardan biri kesinlikle. Burada durmazsa ve ben onlarca kez üst üste izlemezsem içim rahat etmeyecek. Bir şeyi bu kadar sevince aklıma ilk blogun gelmesinin de ayrıca hastasıyım. Güzel ya, çok güzel. En azından hayatta güzel şeyler de var, youtube'da saatlerce konserleri izlemek, canlı performansların arasında kaybolmak mesela, bir de bunu yazabileceğim bir yerin olması.
11 Aralık 2010
!
Zaten canım sıkılıyor, acayip hem de. Kendi kendime bir şeylere anlam uydurmaktan da yorgun düştüm. Ankara'da hava böyle muhteşem olmasa hayattan tamamen kopup çıldırma seviyesine de gelirdim ama şansıma oyalanacak bir şeyler var, yağan karı izlemek gibi mesela. Benim için tam zamanlı bir iş haline geliyor böyle kış aylarının başlarında karı izlemek. O açıdan halimden memnunum ama canımı sıkan mezvular bir değil iki değil. Sonra bir de neden insanlar inatla benim sevilebilir bir insan olmadığımı ima eden laflar edip duruyor. Evet anladım emin olabilirsiniz, bir erkek bana ilgi gösteriyorsa veya seviyormuş gibi davranıyorsa bunun nedeni benim aslında sevilebilir veya ilginç bir insan olmam değil de sadece ortamda bulunuyor olmam, çevrede "var olan" bir kadın olmam. Çok teşekkür ederim, amin. Kim böyle güzel sözlerin üzerine kendini dünyanın en değerli insanı gibi hissetmez bilemiyorum. Bu güzelliğin hepsini sadece bana saklamayın, çeşitli zaman aralıklarında bunu yalnızca benim yüzüme yüzüme çarpmayın canlarım, etraf zaten özgüveni yerlebir kadınlarla dolu sayenizde, hani arada gözünüzden kaçan birkaç kişi olduysa gidin onlara da böyle şenlikli laflar edin de dünyada kimse kalmasın nasibini almayan. Anlamıyorum lan, neden yani. Hani bu konularda çok safça düşünen bir insan olmadım hiçbir zaman ama sürekli böyle yorumlar almaktan da gına geldi. Ben belki bir kişinin iyi niyetine inanmak isteyen salak ve mal bir insanım veya o insan olmak istiyorum, nolur yani iki gün canımı sıkmasanız. Kendimle ilgili zaten süper şeyler düşünmüyorum bir de gelip bana bik bik bik ediyorlar. Evet ben belki uğruna şarkılar yazılan kadınlardan değilim veya birini sevmeye çalışırken her şeyi elini yüzüne bulaşturmamayı başarabilen biri de değilim ama bırakın da azıcık da olsa sevilebilir olduğuma dair umudum olsun. Veya olmasın, sıçıyım lan, ne umudu, umut kim biz kim. Çok sinirliyim cidden ama sadece bunu söyleyenlere değil bu söylenenlerin beni bu kadar üzme potansiyeli olmasına ve buna izin verdiğim için kendime de. Bu da sanırım insanın kendisi hakkında düşündüğü ama başkaları tarafından söylenince içine bir öküzün gelip oturduğu durumlardan.
10 Aralık 2010
Bir Şarkı Daha
Blind pilot - i buried a bone by scratchingcolours
well look me in the head
I've got nothing on my mind
I've been waiting for you
all this time.
well look me in the head
I've got nothing on my mind
I've been waiting for you
all this time.
9 Aralık 2010
Üşümek
Kendimi üşümekle cezalandırdığım günlerin birinde, üşürken kafamın daha iyi çalıştığını görmem üşümenin ceza kısmını baya bir etkisiz hale getirmişti. Neden havanın buz gibi olduğunu bile bile incecik bir montla ve neredeyse çorapsız dışarı çıktığımı sorgularken, bir yandan kendime işkence etmek istediğimi biliyordum bir yandan da üşümeyi hissetmek istiyordum çünkü son zamanlarda ne hissettiğimi ayırt edebilmek gittikçe güçleşiyordu, üşümek ise çok yalın inkar edilemez bir gerçekti. Üşüdüğümü her zaman tüm fiziksel ve zihinsel bileşenleriyle köküne kadar hissediyordum. Sonunda bir şey kendi kontrolümde gibi geliyordu kendimi üşümeye mahkum ediyor bundan garip bir zevk duyuyordum. Aklım çok daha açık bedenim çok daha rahatsız bir şekilde Ankara'nın herhangi bir caddesinde kimseyi görmeden yürürken hissetmem gereken diğer şeyleri seçip ayırmaya çalışıyor onlara bir isim bir cisim bulmak istiyordum. Ne yazık ki üşümek kadar kolay değildi hiçbir şey. Bölük pörçük birkaç anının hatta anı bile denemeyecek görüntülerin esiri olmuştum ne zamandır . Aklımda hep aynı sahneler dönüp duruyordu. Gözümün önüne iki yıl önceden bir gün geliyor, tüm düşüncelerim bu görüntünün işgali altında kalıyordu. İki yıl önce sanırım bir Mayıs günü hasta bir şekilde evde oturuyordum ve saatlerdir ağlıyordum. Birden evin hiçbir yerinde güvende hissedemediğimi fark ediyordum, içimde tarifi imkansız bir rahatsızlık vardı, birazdan öleceğim veya her şey bir anda duracak gibi geliyordu. Yapacak hiçbir şeyim yoktu evdeki 1500. turumu atıyordum, yürüdükçe iyi olacağımı zannediyor aksine sanki biraz daha deliriyordum. Sonra kardeşimin odasını kapsınıa geldim, kapıyı çalıp içeri girdim. Bana baktı, hayalet gibi solgun bir yandan da gözleri ağlamaktan buruşmuş bir insanı görüp bir şey diyememişti, bilgisayarında dizi izliyordu. Yatağını göstererek ben şuraya kıvrılabilir miyim dedim? Kafasını salladı, Onun yatağının ayak ucunda yorgana sarılıp minnacık oldum ve o dizisini izlerken ben onun yanında oracıkta gözlerimi kapadım. Mutlu değildim sadece artık dünya yavaşlıyordu. Biraz huzura benzer bir şey vardı o yorganda ve odanın içinde. Sonra bir de karın çılgınca yağdığı bir akşam Güvenpark metro çıkışındaki yürüyen merdivenle yukarı çıkarken gökyüzüne baktığımda, ortamı sanki gece değilmiş gibi aydınlatan kocaman sokak lambasının ışığında milyonlarca kar tanesi aşağı doğru akıyordu. Ben yavaşça yukarı çıkarken onlar da yavaşça yüzüme doğru geliyorlardı. Etraf bembeyazdı, ışık gözümü alıyordu, gereğinden fazla beyazdı. Sadece merdivenden yukarı çıktım. İşte zihnimi işgal eden bu iki görüntü beni başka bir şey düşünemez hale getirmişti. Neden bu görüntüler şimdi aklıma üşüşüyor veya neden sadece ikisi hiç bilmiyordum. Mutlaka bir ilişkisi vardı ama o ilişkiyi bile düşünüp bulamıyordum. Sanırım bir şeyler çok yanlış gidiyordu ve ben yeniden kendimi sokaklara atıp üşümek istiyordum. Neyseki önümüz baya bir kıştı belki kafamın daha iyi çalıştığı kış günlerinde asıl problemimi bulur belki onu çözmeye bile yaklaşırdım. Şimdilik bununla ilgili söyleyebileceğim bir şey yok. Zamanla ve belki karlı ayazlı günlerin sonrasında ben de aradığımı bulurdum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)