26 Ağustos 2011

Kaçınılmazdan Kaçmak

Bir şeyi yapmak zorunda kalıp aslında hiç olmak istemediğiniz bir yerde bulunmanıza da değişim diyorlar çok istediğiniz ama şu anki halinizden farklı bir yerde olmanızı gerektiren şeye de. Sonuçta değişik bir şey yapıyorsunuz ama ya ondan nefret ediyorsunuz ya da çok seviyorsunuz. Benim önümde nefret ettiğim bir değişim seçeneği var. Değişim kaçınılmazsa zevk almaya bak gibi bir durum da değil bu. Zaten kaçınılmaz olan bir şey yok hayatta tabi ki ölüm hariç. Niye kaçınılmaz olsun ki bir şey, kaçarsın olur biter. Kafalarımızın içinde öyle saçma sapan sınırlar var ki çocukluktan beri belki sağda solda aslında en çok da ailemizde işittiğimiz laflar yüzünden çiziliyor çoğu da. Bazı şeyleri nasıl oluyorsa kaçınılmaz görüyoruz sanki o gün o kararı vermezsen hayatın bitecek gibi. Halbuki biten bir şey yok. Belki kaçınılmaz olarak gördüğümüz şeyler hiçbir zaman onlardan kaçmadığımız için kaçınılmaz olarak kalıyordur, olamaz mı?

Sanırım insan bazen sadece kendini düşünüp karar vermeyi öğrenmeli. Aile, arkadaşlar, sevgililer, komşular, hocalar size doğru olanın ne olduğunu söyleyebilirler, belki gerçekten doğrusu da odur ama hayatta her zaman doğruyu yapmak mı gerekir? Belki yapılan yanlışlar insanı başka yerlere götürür. Çok sorumluluk sahibi bir geleceğe, çok paraya veya yüksek statüye değil ama belki yaşamaya götürür. "Yaşamak" kelimesine uzun süredir özel bir ilgi gösteriyorum. Babam öldüğünden beri yaşamak ve ölmekle ayrı bir meselem var. Bir sürü şey bende yaşamayacakmışım izlenimi uyandırıyor. Birçok şeyi saçma buluyorum. Sanki benim yaşamak fikrime entegre olamıyorlar. Sanki hayatımı elimden alacaklarmış gibi geliyor. Belki çok saçma ve çocukça düşünceler ama bir insan gerçek bir ölüme şahit olduğunda özellikle hayatını çok yakından tanıdığı birinin aniden ortadan kaybolmasını gözleriyle görünce her an içinde bir şeylerin aniden yok olacağı korkusunu taşıyor. Yok olma korkusu ölüm korkusundan bile beter. Günlerim yok olacak, hayatım yok olacak ve sonunda kendim yok olacağım fikri olayları öyle başka bir seviyeden görmeme neden oluyor ki, bu seviyeyi insanlara anlatmakta zorluk çekiyorum. Boğuluyormuş gibi hissediyorum. Önümdeki değişim seçeneği bende hapishaneye girmişim ve orada öylece kalmışım hissi uyandırıyor. İnanılmaz tepkiler gösterebiliyorum ve bir şekilde ona direniyorum. Ama sonra kafamın içinde hep başkalarının cümlelerini duyuyorum. Mantıklı olanı ve benim için iyi olacağını düşündükleri şeyi yapmamı söyleyen sesleri. Belki onlar daha iyisini biliyorlardır, gerçekten. Belki benim hiç görmediğim şeyleri görebiliyorlardır belki de hayatlarında bir şeylerin karar verilmiş olmasını boğucu bulmuyorlardır. Onlar da haklı biliyorum, sadece kendim yok olacakmışım gibi hissederken "doğruyu" yapmanın doğru olup olmadığını bilemiyorum.

Geçen günlerin birinde babamın ne iş yaptığını sordu biri ve ben "babam yaşamıyor" dedim ona. Bir anda, o sırada bunun farkında değildim ama sonradan düşündüğümde babam öldü diyememem takıldı aklıma. Sonrasında da "yaşamıyor" kısmını düşündüm. O kelime o günden beri kafamda yankılanıyor durmadan. Yaşamıyor. Yaşamamak beni korkutuyor, babamın ölmesi değil babamın yaşamaması beni üzüyor. Çünkü yaşamamak kalp kırıcı bir şey; bir insanın artık yaşamıyor olması ve hayatta olan bir insanın yaşayamıyor olması da. Belki de her türlü değişim bana babamın ölümünü anımsattığı için bu kadar direniyorumdur. Çünkü hiç razı olmadığım bir değişimi kabul etmek zorunda kaldım ve o kaçınılmazdı. Şimdi yine bir şeyi kaçınılmaz görüp ona ayak uydurduğumda bir parçam daha ölecek gibi hissetmem anlaşılabilir geliyor bana. Yazının sonunda böyle bir sonuca ulaşacağımı gerçekten bilmiyordum ama yaşamıyor kelimesinde olduğu gibi beynim bana sürekli oyun oynuyor ve oyunun sonunda kendimle ilgili keşfettiğim şeyler sadece birer keşif olarak kalıyor. Ne zaman işe yarar içgörü geliştireceğim diye merak ediyorum. Ama tekrar düşününce hangi içgörü fiziksel dünyada gerçekten işe yarayabilir ki?

Hiç yorum yok: