23 Şubat 2012

and I said I know it well


çeviri yaparken yine çıldırma seviyesine geldim ve çıldırma seviyesine geldiğim zamanların çoğunda yaptığım gibi bir şeyler izlemeye karar verdim. videolar arasında dolaşıp dururken bu videoyu gördüm. sonra durdum. videoyaya gelmeden önce, bon iver'i ne kadar sevdiğimi bir kez daha söylememe gerek yok sanırım. sevdiğimi bir kez daha söylememe gerek olmasa da onunla ilgili söylenecek çok şey var. grammy'deki hali mesela. bir insan ancak bu kadar samimi olabilirdi. komşunun oğlundan ödünç alınmış gibi duran kahverengi takım elbisesiyle, ne yapacağını tam olarak bilemeyen, nasıl bakması gerektiğini çözememiş gözleri ve mütevazi gülümsemesiyle, konuşmasıyla, sesiyle her şeyiyle bir insanın çıkabileceği en yüksek noktadaydı o gün. gidip sarılmak istedim ona. sevdiğim müzisyenlere hep sarılmak isterim zaten. her zaman beni teselli eden onlar olduğu halde bazen onların çok üzgün ve teselli edilmeyi isteyen insanlar olduklarını düşünürüm. öyle değillerdir büyük ihtimalle ama benim hayal dünyam -en azından o an için- öyle olmalarını istiyorsa öylelerdir. bir şarkının tam ortasında gidip onlara sarılmak, kafamı kalplerinin olduğu yere koymak, öylece durmak gelir içimden. müziğe çok sembolik anlamlar yüklediğim için hep bunlar. benim kalbime dokunan bu insanların kalplerine kulağımı dayayıp dinleme isteği çok da mantıksız değil böyle düşününce. sonra bir de bu video var. izleyince kendimi kaybettim bir süreliğine. en sevdiğim şarkılardan biri fonda çalarken arabayla bir yerlere gitme isteğinin gücü karşısında şaşıp kaldım. bir yere gitmek istedim, o arabada ben de olayım istedim. nereye gittiklerini bilmiyorum ama bir günü yolda bitirmek, günün geceye dönüşünü hareket halindeyken izleyebilmek ne güzel diye düşündüm. bazen bi yerde bulunma fikrinden çok tiksiniyorum. ama her zaman bi yerde bulunmam gerekiyor. bi yerde bulunmamazlık edemiyorum. sadece yollardayken bu bir yerde bulunmanın yarattığı kötü histen birazcık da olsa arındığımı hissedebiliyorum. yine bir yerde bulunmuş oluyorum tabii ki ama sanki o yer her saniye her kilometre değişiyor, bu da bana azıcık da olsa minnacık da olsa çarpıtılmış bir özgürlük hissi veriyor. içinde bulunduğum arabayı, otobüsü unutuyorum birkaç dakikalığına. oradayım ama değilim yanılsaması... yanılsamaları seviyorum.

Hiç yorum yok: