16 Ağustos 2010

Taslaklar Bölüm 3

Daha önceki taslaklar serisine devam. bir şurda, iki orda üç de haliyle burada.

1-Çocukken en sevdiğin oyuncak neydi? sorusuna bir türlü cevap bulamamak son bir haftadır içimde tarifi zor yaralar açıyor. Bu soruyla ilk karşılaştığımda aklıma tek bir şey bile gelmemesi daha sonrasında aslında çocukken sevdiğim hiçbir oyuncağım olmadığını fark etmek beni anlamsızca mutsuz etti. Bir çocuk düşünün ki hiçbir oyuncağını sevmemiş, onlara isimler takmamış, gece onlarla uyumaya kalkmamış veya o en sevdiği oyuncak bozulduğunda ağlamamış. İşte ben o çocuğum, oyuncaklar hiçbir zaman umrumda olmadı benim, sevemedim, kaybetmek, kırkmak, dökmek üzmedi beni. Yokluğuna alışamayacğım bir oyuncağım da olmadı, aslına bakarsam ben 6 yaşından sonra yeni oyuncak bile almadım. Böyle şeylere ilgisiz bir çocuktum o zaman bile barbieleri alıp evcilik oynamak bana saçma geliyordu, anlamsız buluyordum. Sevemiyordum, bağlanamıyordum oyuncaklara. Bunca zaman sonra düşündüğümde tüm bunla Bu soruyu duyduğumdan beri düşündüğüm bir başka şeyse acaba ben mutlu bir çocukluk geçirdiğime inanırken bunca zamandır aslında mutsuz ve soğuk bir çocukluk mu geçirdim düşüncesi oldu. A

2-Bugün şöyle bir diyaloğa şahit oldum.

1-Ya benim arkadaşımın arkadaşı bilkentte okuyormuş orada burslulara çok kötü davranıyorlarmış.
2-Burslu ne demek para veren mi burslu.
1- Burslu demek işte para vermeyen demek. Onların para vermesine gerek yok.

Bu 2 numaralı insan çocuk falan da değil bildiğin kocaman kadın, ilginç geldi hatta tam bu konuşma sırasında kafam istemsiz olarak konuşmanın vuku bulduğu masaya döndü. Hayır dalga geçmek de istemiyorum belki öyle bi ortamda büyümüştür ki hiç duymamıştır burslu kelimesini ki bu çok daha ilginç. S

3-İnsan uzun süre mutsuz oldu mu arada yaşadığı mutluluk benzeri şeylerin varlığına rağmen yeniden mutsuz olacağı günlerin bi yerden çıkıvereceğini bilir. Bir kere yapıştı mı bırakmaz çünkü. Benim de hayatı sevdiğim günlerin, sevmediğim günlerden fazla olduğu bir dönemim oldu yalan değil, bazen umutlandım da "bitti galiba artık" demişliğim de çok. Ancak üzerimde gizlenmiş bir kendini yıkım düğmesi bulundurduğuma artık eminim. O düğme bir yerlerde gizlenmiş ve ben tamamen farkında olmayarak, görmeyerek ve bilmeyerek basıyorum ona. Sonra döne dolaşa arıyorum; ben yine ne yaptım, nerede ki bu düğme nasıl dokundum diye. Bulamıyorum. bulamadığım için durduramıyorum ve bu bir kısır döngüye dönüşüyor, her seferinde biraz daha hayalkırıklığı ekleniyor üzerime. Ya bir yerde gizlenmiş bir kendini imha düğmem varsa, o kırmızı ve tek kullanımlık düğmeyi de bir yerlerde gizliyorsam o zaman ne olur?

4-"Kimi zaman beni korkuturyor içimdeki dünya, kimse bilemez" diyor Yavuz Çetin. Birileri bilsin diye garip bir hikaye anlatacağım bugün, çünkü bunun gerçek olmadığını artık kavramam gerekiyor. İçimdeki dünyaya bir laf geçirmem lazım
Hayal gücüm bana garip oyunlar oynuyor bu sıralar. Kafamda ilginç hikayeler dolaşıp dururken bu kikayeleri girş bölümünden sonuç bölümüne yapılandırırken buluyorum kendimiMesela bugün başladığım kurstaki hocanın bir oyuncu/müzisyenin kardeşi olduğundan eminim, kafamda tüm taşları yerine oturttum. Şimdi hikaye de aynen şöyle; Kıbrıs doğumlu iki erkek kardeş İngilterede büyümüş ve eğitim görmüşler kardeşlerden yaratıcı yönü ağır basanı oyuncu ve müziysen olup Los Angeleslara göçmüş diğer kardeş de ingilterede yabancı öğrencilere ingilzce öğretmek üzere bir eğitim almış ve Türkiye'nin yollarını tutmuş. Gelmiş burada ingilzice dersleri veriyor ama bir yandan kardeşine olan benzerliği inanılmaz, sesleri benziyor, aksanları benziyor efendime söyleyeyim tipleri benziyor. Bu iki kardeş üstelik pek görüşmüyorlar, yolları ayrılmış bambaşka hayatlara sürüklenmişler

Hiç yorum yok: