13 Ocak 2012

Bütün Hikaye

napıyorum ben burada?

gittiğim en manasız yerlerde, hayattaki en anlamsız olayları yaşarken, uyumaya çalışırken, uyanırken ve hatta genel olarak bu hayatta ne olduğuna dair düşüncelerimle kavga ederken her zaman kendime sorduğum yegane soru bu. mütemadiyen soruyorum ancak çok nadir olarak cevap verebiliyorum. belki de soru sorma aktivitemdeki bahsedilmeye en değer kısım da bu cevapsızlık. yoksa bir insanın kendine soru sormasında öyle olağanüstü bir durum yok. zaten genel olarak benim yaptığım veya düşündüğüm hiçbir şeyde olağanüstü bir durum yok, çoğumuz gibiyim ben de. bence ben her zaman herkes gibiyim, öyle arkamdan şiirler yazılacak bi halim de yok, zaten hayatımda bir nazım da yok. bu da her zaman herkes gibi olduğumun en güzel kanıtlarından biri ama her neyse. bugün okuldan çıkınca, okula çok yakın bir alışveriş merkezine gittim. kapıdan içeri girip biraz yürüdükten sonra napıyorum ben burada? diye sordum. neden orada olduğumu hatırlayamadım iki dakika boyunca. sonra sinemaya gitmek amacıyla orada bulunduğum aklıma geldi. yukarı çıktım filmlere baktım, dandik bir romantik komedi filmi vardı, bilet alma aparatlarından seanslara baktım. 13.50 tl ye bir bilet alabiliyordum, dedim ki yavan romantik komedileri tek başıma izlemeyi sevmiyorum bile neden bu parayı şimdi bu filme vereyim. zaten film çok yüksek ihtimal berbat çıkacak o parayla sevdiğim bir filmin dvdsini alırım, en azından on kere izlerim, güvenli alanıma bir film daha eklerim gider gelir ona sığınırım. alışveriş merkezinde sinemaya gidip yapayalnız dandik bir filmi izleyeceğime bir arkadaş alırım kendime. başka film de almadım gerçi ama olsun. sinemadan koşar adım uzaklaşıp manasızca yürümeye başladım. birkaç mağazaya bakayım dedim ama her yerde indirim vardı. indirim zamanları alışveriş yapmaktan nefret ederim, bu size bir züppelik gibi gelebilir, haklısınız da belki ama indirime girmiş mağazalar bana nedense çok hüzünlü ve mide bulandırıcı geliyor. sanırım temelde indirimleri sevmeme nedenim bu. kimsenin normal değerini vermeyi istemediği bir sürü kazak, pantolon, tişört; üst üste atılmış, onlarca kere denenip çıkarılmaktan buruşmuş yorulmuşlar. kimse, normalde durdukları yerlerine asmaya bile uğraşmamış onları. öylece bırakmışlar. bu görüntüde çok hüzünlü bir şeyler var. bazı insanların da indirimli satışlardaki kazaklar gibi olduğunu düşündüğümden belki de. herkesin çok isteyip parasına bakmadan aldığı kazaklar olamayan, yüzde yetmiş indirime girdiğinde bile insanların sadece deneyip kabinde bıraktıkları kazaklar. sadece giyilip çıkartılan, o derece ucuzken bile kimsenin kendine yakıştıramadığı... o insanlar var, aramızdalar, hepimiz gibiler. bir de o insanların zihinlerinin içinin indirimdeki mağazalar gibi olması ironisi var. o mağazalar gibi karman çorman, üst üste atılmış tişörtlerin arasından hiç bulunmayacak bir şeyi arayan teyzeler var içlerinde. her şey buruşmuş ve pis görünüyor. hepimiz gibiler. ben gibi. ben napıyorum burada? diye soruyorlar kendilerine belki her gün.

indirimli mağazaların önünden midem bulanarak geçtikten sonra ben burada gerçekten ne yapıyorum? sorusu artık kafamın içindeki tek şey haline gelmeye başladı ve hızlı bir şekilde mağazalardan uzaklaştım. bazen göz görmeyince gönül gerçekten de katlanıyor. bazı şeylere yeterince uzak olmak bile çok güzel bir şey, en azından bir süreliğine. boşuna demiyorum uzaklığa ihtiyacım var diye, tam da böyle durumlarda uzak olmaktan tatlısı var mıdır? sonra kahve dedim, kahve içmeli. son bir aydır içtiğim bardaklarca sade kahve yüzünden midem eski alışkanlıklarına dönmeye çalışıyor bu sıralar, belki annemin kehanetleri gerçek oldu ve midemi deldim bilemiyorum ama beni kahve içmekten vazgeçirebilecek kadar büyük bir hasar olamaz, olsa da kabul edemem. oturdum, kitabımı çıkarıp masaya koydum ama okumadım. kahvemi içtim sadece, kıpırdama isteğimi tamamen kaybederek. yine hiçbir şey hissedemediğim o boşluk anlarından birine yakalanmıştım, öylece durdum bir süre. sonra buradan çıkmam lazım dedim, napıyorum ben burada? böyle durumlarda hep yaptığım şeyi yaparak montumu giymeden dışarı çıktım, biraz yürüdüm. hiçbir şey hissedemediğim zamanlar kendimi üşümeye mahkum ediyorum, bir şeyler hissedebilmek için, ellerim karıncalanıyor mesela, yüzüm kesiliyor ve ben o hisleri o kadar çok seviyorum ki. yaşıyorum diyorum, ben yaşıyorum, ama neden. ben burada ne yapıyorum? yine cevap veremiyorum kendime, sadece üşüyorum. eve kadar da üşüdüm. işin kötüsü kendimi buna o kadar alıştırdım ki artık eskisi kadar üşüyemiyorum bile, herkesin montla donduğu havalarda üzerimde tek bir hırka hiçbir şey hissetmeden duruyorum, sonra sen nasıl bir insansın, neden üşümüyorsun diye soruyorlar, onlara tüm hikayeyi anlatamıyorum, nasıl anlatırım zaten, sen napıyorsun burada derler sonra bana. ben ankaralıyım, kış çocuğuyum diyorum, yalan da değil öyleyim ama bilmiyorlar ki ben iki yıldır kendimi üşütüyorum sırf yaşamak olsun diye. belki de üşürken ben neden üşüyorum diye sormak zorunda olmadığım için. temel fiziksel tepkilerin en sevdiğim özelliklerinden biri de bu; onları sorgulayamıyoruz. yaşadığımıza dair ipuçları olarak görüp geçiyoruz, analiz etmiyoruz onları. çünkü bu doğamız. peki doğamız sürekli ben burada ne yapıyorum? sorusu sormanın da doğal bir şey olduğunu mu düşünüyor? yoksa bu soruyu soranlar değil de ona cevap veremeyenler mi hayattan bir şekilde eleniyor? belki de çok fazla üşümekten, farkında olmadan eleniyorlardır, tam o sırada, üşümenin tam ortasında, sorgulayamadan.

napıyoruz biz burada?

2 yorum:

zeys dedi ki...

İndirimli magzalar hakkinda bende ayni seyleri dusunuyorum..bedave verseler bile iceri girip biseyler alasim gelmiyor..yazini cok sevdmmmm sevgiler...


http://zeysfashionroom.blogspot.com/

gokciii dedi ki...

çok teşekkür ederim :)