18 Haziran 2012

Zaman

hayatımın 2 yılını seksenlerde 10 yılını doksanlarda ve 12 yılını iki binlerde geçirmiş biri olarak geçen gün defterime 2012 diye tarih atarken kendime yabancılaştım. hayatımın çoğunu 2000li yıllarda geçirmiş olduğum halde 2012 yılında yaşıyor olmak çok garibime gitti . tarihi düşündüm, insanların günlüklerine yazdıkları tüm tarihleri düşündüm. insanlık ve zamanın bitmeyen mücadelesi... 2000 yıldan fazla bir süredir bir yerlere tarih yazılıyor olduğunu fark etmek kendimi çok çaresiz hissetmeme neden oldu. bunca yıl boyunca insanlar bir kağıdın üzerine günleri ayları ve yılları yazdılar. sonra o gün,ay ve yıllar geçti, sadece defterlerde kaldı tarihler. tarihler bir yerde kalmaya uygun değil ki, var oldukları bile şüpheli. ama ben ve benim gibi insanlar miladi takvimin başlangıcından beri bi yerlere yılları yazıp duruyorlar. o yıllar birike birike 2012'ye kadar da ulaşıyor ama ben defterime yazdığım tarihe bile inanamıyorum. ne var ki inatla tarih atmaya devam ediyorum. yazılı olan şey gerçektir değil mi? öyle olması gerek, ama söz konusu tarih olduğunda bunu hissedemiyorum. hayatımın on iki yılını 90lardan sonra yaşadım ama sanki yaşamadım. tarihsel boyuttan düşündüğümde 2012'yi görmek bana hiçbir şey ifade etmiyor. zamanı bir türlü yıllarla düşünemiyorum. tabii ki hayatımı dönemlere bölüyorum, matematiksel hesaplar yapabiliyorum, tarih sorulduğunda hiç şüpheye düşmeden cevap verebiliyorum ama bunu derinden hissedemiyorum. hayatım boyu zaman birimleriyle kavga edip durdum, bi yerden sonra herhangi bir şeyle kavga etmenin manasız olduğunu kavradım ve kavgaları bıraktım ama kavgayı bırakmış olmam zamanla ilgili meselelerimi çözdüğüm anlamına gelmiyor ne yazık ki. zamanla ilgili meselelerimi çözemedim.

zaman benim için hep bir gariplik. günlüklere yazılan tarihlerin garipliği gibi. geriye dönüp bir günü gün olarak hatırlayabiliyor mu insan ? hatırlayamıyor. bir duyguyu, bir olayı, bir insanı hatırlayabiliyor ama bir günü, bir ayı, bir yıl zamansal olarak hatırlayamıyor. çünkü öyle bir şeyin imkanı yok. o zaman neden zamanı mümkün olan en küçük parçalara bölüp, onları bi yerlere not ediyoruz? ne değişecek ki? 2012 yılında 24 yaşımda olmam nedir ki? 1940'da yazılan bir kitabı okurken bunu yazan insanın benden 100 yıl önce doğduğunu düşünmenin ne yararı var. insanların saplantılı şekilde zamanı kontrol etme çabaları bazen çok acınası geliyor bana. çünkü bunca çabaya rağmen kontrol edemiyorlar. her şeyi bin parçaya bölsek de o parçaları birleştirip bir bütün elde edemiyoruz. zamanın bizden bağımsız olduğunu kabul edip günlüklere zaman yazmayı bırakmak en doğrusu belki. bunu yapamayacağımı biliyorum ve bu yüzden kendime de acıyorum. çünkü  yaşadığım yılla ayla ve günle bağlantı kuramayacağımı bildiğim halde her seferinde zamanın bir şey ifade etmesini istemeye ve her şeyin anlamlı geleceği bir gün görebileceğime dair umudu barındırmaya devam edeceğim. belki ani bir aydınlama yaşayıp zaman birimlerinin önemini falan anlarım gibi boş umutlarım var. hiçbir şey anlayamayacağım çok açık ama ne yapayım ben de insanlık dramının bir parçasıyım. zaman ve umut kavramlarını öyle şıp diye silemem ki hayatımdan. gariplik devam ederken ben defterlere tarih yazmaya devam edeceğim. yaşlanacağım, yaşlanmamı yıllara bile bağlayacağım belki. "yıllar geçti gitti yaşlandık be çocuklar" diye başlayan konuşmalar bile yapabilirim, kim bilir.

1 yorum:

DARMADAGIN dedi ki...

insallah o tarz konusmalar yapabilirsiniz.

Bir de paragraf yapmayı ihmal etmeyin okuma kolaylıgı acısından..