13 Ekim 2010

Bir Film: Nowhere Boy

John Lennon 70 yaşını doldurdu geçen gün, ben de oturdum tüm günümü Beatles şarkıları dinleyerek geçirdim ve bu adamın bize bıraktıklarının ne kadar büyük ne kadar önemli olduğunu düşündüm. Tek bir insanın dünyada böylesine değişim yaratabilmesini hep büyüleyici bulmuşumdur; insanlıkla ve kendimle ilgili az da olsa umut barındırmama sebep oluyor bu insanlar.. Sonra Lennon'ın doğumgünü şerefine aylardır izlenmeyi bekleyen Nowhere Boy'u izledim, meğerse filmin zamanı buymuş dedim kendi kendime, onca zaman bekletmenin güzel bir tarafı da olabiliyormuş. Öncelikle söylemem lazım filme bayıldım ve Beatles'ı ve John Lennon'ı seven herkesin derhal izlemesi gerektiğini düşünüyorum. Ve buradan sonra spoilerlı mevzulara giriyorum.

Film Lennon'ın ergenliğini anlatıyor; çok kısaca böyle diyebiliriz. Tam bir ergen görüyoruz filmde sinirli, tavırlı, eğlenceli bir çocuk John ve ailesiyle okuluyla problemli. Aslında asıl olay ailesi, filmin bize gösterdiği John Lennon'ı annesi Julia ile ilişkisi ve bu ilişkinin onun hayatına ve müziğine etkisi. Julia John'u bırakıyor ve teyzesi Mimi ile büyüyor John ancak çok sonradan annesiyle karşılaşıyor, ardından derin-karmaşık aslında çok da anne-oğul ilişkisine benzemeyen bir nevi arkadaşlık bağı gibi bir şeyle bağlanıyorlar birbirlerine. O bağ sayesinde Lennon müziğe başlıyor ve belki filmdeki en heyecan verici yerlerden biri de John'un müzikle tanışması oluyor. Plak dükkanından rock'n roll plakları çalmaya çalışması mızıkasının melodileri, Elvis'e özenip ben rock'n roll grubu kuracağım diyerek çok spontan bir kararla ilk gitarını alması. Bu sahneler beni çok heyecanlandırdı, bir şekilde The Beatles'ın kuruluşunun ilk anlarına tanık olmuş gibi hissettim. Aynı heyecanı Paul McCartney'nin ilk göründüğü sahnede de yaşadım ve filmin sonuna kadar beatles kelimesinin geçeceği anı bekledim ama o an hiç gelmedi. Yine de söylenmese de filmin sonunda John yeni grubunu kurmuştu ve Paul ile birliktelerdi.

Julia karakteri hakkında ise söylenecek çok fazla şey var. John Lennon'ı bu insan yapan şey aslında çocukluğu, annesinin onu bırakması, babasının yokluğu ve Julia'nın müzikle içli dışlı olup oğluna bildiği her şeyi anlatması ya da belki sadece başlı başına bir ilham kaynağı olması. Böyle bir anne figürünün ve onun yokluğunun bir adamı şekillendirmesi hiç de şaşılacak şey değil ve ben, hayran olduğum insanların çocuklukları, travmaları, aileleri konusundaki genel merakımı göz önüne alınca çok da memnun oldum Lennon'ın geçmişinden, onun bir ikon olmasını sağlayan geri planından anlar izlemekten. Hikaye tamamiyle doğru mudur eksiği gediği var mıdır bilmiyorum ama film bitince Julia şarkısını açıp da bir dinlemek istiyor insan, öyle etkiliyor Julia işte -ki o şarkı da Julia için yazılmış ama yoko ono'dan da bahseden bir şarkıymış.- Şimdi düşününce Lennon'ın Julia gibi bir farklı ve baskın bir anne figüründen sonra diğer güçlü ve baskın bir kadın olan yoko ono'yu böyle çok sevmesi şaşırtıcı değil. Veya ben çok zorlama bir bağ kuruyorum şu anda. Her neyse filmde en sevdiğim söz şu aşağıdaki diyalogta geçen John'un bir Elvis olma hayaliyle yanıp tutuştuğu ve annesine dert yandığı sahnede annesinin verdiği cevaptı. Elvis olmadığı iyi olmuş gerçekten yoksa kim John Lennon olabilirdi.

John: why can't god make me Elvis?
Julia: cause he was saving you for John Lennon.

Hiç yorum yok: