30 Ocak 2012

Bu bir mektupmuş gibi yapalım. Yeniden.

merhaba okur,

uzun zamandır sana mektup yazmıyordum. nereden başlarsam başlayayım sonuç hep aynı olacak ama sen yine de oku sonuna kadar. bilmem biliyor musun, buralarda her şey eskisi gibi. tüm mektuplarıma bu şekilde başlıyorum değil mi? şikayet etme lütfen, gerçekten farklı bir şey olsa ben sana söylemez miyim? ben de istemez miyim çok ilginç olay hikayeleri anlatmayı. lisede aklımıza sokmuşlar bi kere durum hikayesi ve olay hikayesi diye bir ayrımı. şimdi benim tüm hikayelerim durum hikayesiyse bunun suçlusu ben miyim yoksa 15 yaşımda böyle ayrımları kafama sokan eğitim sistemi mi? tamam kabul ediyorum burada biraz abarttım okur, ama sen anlarsın beni, azıcık abartıdan kimseye zarar gelmez ki. zaten hayatta öyle çok şey var ki kimseye zararı olmayan. tabii bir de zararlı şeyler var. herkes sağlığa zararlı şeyleri düşünüyor zararlı diyince, o da gereksiz bir ayrım aslına bakarsan. belki de sağlığa zararlı her şeyin ruhum için yararlı olduğunu düşündüğümden böyle rasyonalize ediyorum. tamam hadi bir anlaşma noktası bulalım, sağlığa zararlı her şey ruhum için iyi değil kabul ediyorum ama zararlı şeyleri sevdiğim gerçeğini değiştirmeyecek bu kabul ediş. ne güzel bir anlaşma noktası buldum değil mi? eminim içten içe beni takdir ediyorsundur. merak etme tüm anlaşma noktalarım böyle değildir, rahat ol.

bugün gözlerimi düşündüm. işte sana garip bir cümle. neden kendi gözlerimi düşünüyorum değil mi? bu tarzda cümleler kuracaksam aslında insanlar romantik laflara bayıldığı için "bugün gözlerini düşündüm" şeklinde kurmalıyım ki daha çok dikkat çeksin, bilmem sen ne dersin?sahip olmadıkları şeyler neden bu kadar romantik geliyor insanlara, hiç bilmiyorum; tek harfle romantizmi kaçırıyorum o yüzden ama zaten romantik saçmalıklar ve daha çok dikkat çekmek benim başarılı olduğum alanlar değil. anlamışsındır belki bunları şimdiye kadar ama olur ya belki anlamamışsındır diye ben yine de söyleyeyim. ne diyordum, evet kendi gözlerimi düşündüm. benim gözlerimden biri daha büyük, sağ gözüm. bazı fotoğraflarda komik bir gariplik yaratıyor bu durum. aslında fotoğraflarda çok da fark edilen bir şey değil, ben bildiğim için görüyorum sağ gözümün büyüklüğünü, garip komikliğini. gerçek hayatta daha göz önünde tabii gözlerim. eskiden gözlük takıyordum ve çok dikkatli bakmayan insanlar bu durumu anlayamazlardı. şimdiyse azıcık dikkatli insanlar rahatlıkla görebilir bu garipliği. böyle olmamdan dolayı bir üzüntü duymuyorum yanlış anlama, nasıl göründüğüme dair kavgalarımı çok gerilerde bıraktım. neysem oyum, değiştiremeyeceğim şeyler üzerine dertlenmenin bi yararını ne zaman gördüm ki zaten. her neyse neden gözlerimi düşündüğüme gelelim, bugün izlediğim filmdeki kız ölünce vücudunu bilime bağışlamak istediğine söyledi çocuğa. çocuk da seni parçalara bölüp inceleyecekler, bu çok kötü bir şey dedi. kızsa gözlerimi bir kavanozda görmeyi çok isterdim, sen gözlerimi ziyaret etmeye gelmez miydin diye sordu. gelirim dedi çocuk, gelirim, kavanozdaki gözlerini görmeye. bu diyalog yüzünden düşündüm gözlerimi, yamuk gözlerim acaba bir kavanozda nasıl görünürlerdi ve kimse onları ziyaret etmeye gelir miydi? acaba insanlar yamuk gözleri de yamuk olmayan gözler kadar seviyorlar mıydı? kavanozda dururken onların eşit olmadığı anlaşılır mıydı yoksa sadece yüzümde mi gözlerin eşitsizliği bir anlam ifade ediyordu. düşündüm düşünmesine ama cevabını hiçbir zaman öğrenmeyeceğim çıkmaz yol sorular işte, klasik sorularım, yararsız ve cevapsız. bi keresinde bir adam gözlerimizi değişelim demişti bana. senin gözlerin benim olsun. bunu bir iltifat olarak mı algılamalıydım bilmiyorum. ama istememiştim gözlerimi kimseyle değişmek, neden değişeyim ki. yamuk falan ama gözlerimi verirsem dünyamı da verecektim ona. ben ona kavanozdaki yamuk gözlerimi bile vermezdim ki. bazı cümleler vardır, söylendiği anda beklenenden farklı bir tepki veremezsiniz. insanlar size herkes tarafından güzel olduğu düşünülen bir şey söylediklerinde gülümseyip başınızı sallamanız gerekir. çünkü diğer türlü davranırsanız dünyanın en beter insanı olursunuz. böyle cümlelere herhangi ters bi tepki vereceğimden de değil aslında, zaten o tepkileri hayal edebiliyorum, yazabiliyorum, göstermeme ne gerek var değil mi? yine de bazı şeyler değişse, muhteşem olduğu düşünülen şeylerin aslında o kadar da muhteşem olmadıkları bir çeşit dünyada yaşayan insanlarla birlikte olsam mesela, o zaman her şey daha muhteşem olabilirdi. muhteşemlik benim işim değil ki, bakma sen bu laflara. neyse sen yine de boşver bunları okur, kimsenin gerçekten umrunda olmayan dertler, tasalar bunlar.

bir de her şeyi aniden özetleyen cümleler var. çok garip zamanlarda kafamın içinde dolaşmaya başlıyorlar, sonra günlerce aynı cümleleri tekrarlıyorum içimden. o kadar manalı ki bu cümleler, neredeyse benim tüm varlığımdan daha değerliler. o cümlelerin esiri olmak beni üzmüyor o yüzden. mesela "yalnızlığı soruyorlar, yalnızlık, bir ovanın düz oluşu gibi bir şey" diyor cemal süreya. ben bu cümleyi günlerce içimden tekrarlamışım ne gam ne keder. her şeyi bu kadar az kelimeyle nasıl bu kadar aşık olunacak şekilde anlatıyorsunuz be adamlar diye sitem bile ediyorum bazen, ne haddime şairlere sitem etmek değil mi? yapıyorum işte böyle şeyler ara sıra okur, boşver sen beni. şairleri düşün. şairler, ah şairler... öyle minicik şeyleri sanki aslında devlermiş gibi gösterebiliyorlar ki bu onların neredeyse tanrılar olduklarının kanıtı. birinin uzağa bakmasını, bir insanın çay içmesini 5 kelimeyle sanat haline getirebiliyorlar. şimdi ben şairlere tanrı demişim çok mu?

söyleyecek daha çok şey var, biliyorsun bu durum hikayesi hiç bitmiyor, her saniye akmaya devam ediyor. aklım yerinde olduğu sürece de devam edecek ama aklımın hep yerinde olacağına kim garanti verebilir ki? ben garanti veremeyeceğime inanıyorum mesela. hiçbir şey için garanti veremem ve hayatta inandığım tek şey bu olabilir, ha pardon bir de şairler ve tanrılık durumu var. belki düşünürsem birkaç şey daha bulabilirim inanabileceğim. ama ben pek de inanç insanı sayılmam hani, inanılan şeyleri önce düşünmeyi tercih ettiğimden. düşünmeyi seviyorum yapacak bir şey yok. sadece merak ediyorum acaba inanmak, dedikleri gibi boşlukları dolduran, bizi daha bütün varlıklar yapan bir şey mi? sanmıyorum ama bunu kesin olarak bilmemin de imkanı yok değil mi okur? o zaman ben susayım ve şairlerde kalayım. "saat kaç? yıldızlar evet diyor uzaklarda."

1 yorum:

Abdullah ÖZER dedi ki...

İnanç konusu hariç tüm fikirlerine katılıyorum... Özellikle de insanın kendisi olabilmesi bence de çok önemli... Tabiki ben siyah gözlerimi başkasının mavi gözüne değişmem...

Gerçekten güzel yazıyorsunuz... Tebrik ederim...