29 Aralık 2008
New Year's Eve Prayer*
Herkese güzel mutlu yıllar, bu yılın iyi bir yıl olacağını düşünmekten kimseye zarar gelmez, olan biten her şeyi unutalım, yaşayalım istediğimiz gibi ve kararlarımızı cesaretle savunalım, kendimizden başka bir şeyimiz yok sonuçta ve yeni yılda kendimizle barışık, heyecan dolu günler geçirelim. Ayrıca ben bu yıl iskoçya'ya ve irlanda'ya gidebilmeyi diliyorum sadece gezmek için:)
*Jeff Buckley'nin böyle bir şiiri var, çok tatlı, çok güzel. Buradan paylaşayım okumak isteyenler için: New Year's Eve Prayer
26 Aralık 2008
Ne güzel filmdin sen. Dursana burada güzelim afiş, her baktığımda aklıma gelsin Yusuf'un ölümle sınavı, bekleyişi, gözlerindeki hüznü. Çok güzel filmdin sen, çok üzdün. Sarı bir günbatımına hayran bıraktın, uçurum kenarında kendi sesimin yankısını dinlemek kadar huzur vericiydin, ağlattın. Sonbahar, son olsa da güzeldir; her renk vardır ya içinde, sisli bir öğleden sonra gibi kasvetli ama iyidir işte sonbahar, çok güzel filmdin Sonbahar. Son bir kez karların üzerine kendimi bırakmak kadar düşünceliydin, çok güzeldin.
23 Aralık 2008
Aralık bile bitiyor, neden ki?
22 Aralık 2008
Fonda çalan: Coldplay- The Scientist
18 Aralık 2008
Bu da böyle bir haftaydı müzik dolu, şiir de var.
1- Fikret Kızılok- Farketmeden
Bu şarkıyı yeni dinlemiş olduğuma inanamıyorum. O kadar güzel, o kadar duru ki. Bir de tam bu haftayla çok yakından ilgili, bana hatırlattığı güzel şeyler var, aslında tek bir insanla bütünleşti bu şarkı benim için. Böyle yapmamak lazım güzel şarkıları tek bir insanı düşünerek dinlediğimzide ilerleyen zamanlarda şarkıyı dinleyemez hale geldiğimiz olabiliyor, böyle olduğunda şarkıya da yazık oluyor.
2-Coldplay- Shiver
Coldplay'in bu güzeller güzeli şarkısı sadece bu haftanın değil son 2-3 haftanın favori şarkısı. Sözlerine bakmanızı tavsiye ediyorum, ayrıca Chris Martin'i bu şarkıyı icra ederken gösterdiği yüksek performanstan dolayı kutluyorum. Çok süper şarkı, tek taraflı aşkın acı yönlerini süper sözlerle anlatmış, beni üzmüş ama bağıra bağıra söyleme isteğimi körüklemiş şarkı. Ah, ah:)
3-Mor ve Ötesi- Sonu Belli
Kötü bir film gibi, başından sonu belli
Doldu içim, bu biz mi o ben miyim?
Çok dinliyorum, durmadan dinliyorum, Cd çalarda 10. şarkıdan başlıyorum albümü dinlemeye.
4-Kate Havnevik- You Again
I can't go anywhere, without feeling strange
I can't see anyone, everything has changed
Cause every time i close my eyes,
it's you again, you again and every time i hear your voice
I, don't know what to do with myself .
Sözlerin güzelliğine bakar mısınız, benim yol şarkım oldu bu şarkı, gidip gelirken hep dinledim, kendimi buldum,üzüldüm.
Bu haftalık bu kadar, haftaya süper şarkılarla yeniden görüşmek dileğiylen, mektubuma son verirkene, pardon pardon hatlar karıştı, müzik dolu günler, esenlikler...cık cık içime trt spikeri kaçtı. Neyse müziğiniz bol olsun, şarkılar hep sizinle olsun diyeyim burada bitsin.
Burada bitmesin, ben bir de bir Edip Cansever şiiri koymak istiyorum buraya, tam buraya, çok yakışacak çünkü.
O YALNIZ
O kadar ki, o yalnız
Ona ilk rastladığım bir şeydir aklım
Bir el sürer mavisini uzağa
Uzaktan daha uzağa. Ardından
Yetişir sayısızlığım.
Kuzeyde, ince bir kar dağıtımında
Çocukların oyun oynamadığı yerlerde
Bulunmaya hazır ve
Eski çağlara ait bir parayım.
Aksam, soyulmuş gün ışıkları
Bölüşülmüş insan yüzü gar
sayısız beni toplar bakışlarım
Dört güneşten biri o. Kendimi tarif edemem
Güneşler ıslak, soluğum kalın.
12 Aralık 2008
Küçük Zaferler
Bir garibim ben, garip olduğumu bilmesinler ama, söylemesinler yüzüme.
Kazanma zamanı gelmedi mi daha, yılbaşı çekilişini mi beklesem acaba,yılbaşı,yılbaşııı,yılbaşı biletleriii. Şans :)
7 Aralık 2008
Mutlu olma çabaları ve güzel filmler
Sonracığıma 2 tane süper film izledim. Burada bahsetmezsem çatlarım. Birincisi bir Pedro Almodovar şaheseri (çok beğendim o yüzden şaheser falan diyorum normalde garip bir kelime): Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar-Mujeres al borde de un ataque de nervios. Filmden bahsetmeden önce son zamanlarda kendime aldığım diğer bir hediyeden bahsedeyim. Empire dergisine abone oldum (ilk defa bir dergiye abone oldum hoş bir şeymiş) bana bedavaya Pedro Almodovar dvd seti verdiler. Bu benim kendime değil de Empire'ın bana hediyesi oldu biraz aslında, çok da güzel oldu valla. Sinir krizinin eşiğindeki kadınlar da bu setle taa evime kadar geldi. Empire seviyorum seni. - Neyse efendim konumuza dönelim filme gelelim. Çok acayip sevdim ben bu filmi, tam bir akşam baktım kendim sinir krizinin eşiğindeyim ne yapayım da rahatlayayım diye düşünürken, açayım da şu filmi seyredeyim bari dedim. Pedro amcam bilir işini hem kadınları çok iyi anlar dedim, bir hışımla oturdum başına. Gerçekten de Pedro Almodovar'ın kadınlara ve ilişkilere bakışını seviyorum ben, sinema diline söyleyecek sözüm yok zaten, ikisi bir araya geliyor ve her filmiyle beni kendisine biraz daha hayran bırakıyor.
- Sinir krizinin eşiğindeki kadınlar son aylarda izlediğim en güzel filmdi, belki içinde bulunduğum duygu-durumun bu değerlendirmede bir payı vardır, benim baktığım yerden şu anda bu payı kestirmek zor ancak ne olduğu nasıl olduğu öenmli değil bu film olmuş :)
- Filmdeki mizah beni büyüledi, komik olmaya kasmadan çok komik olan yerler vardı, çok duygusal sahneler de vardı ancak bir karmaşa ve sinir krizi filmin geneline hakimdi pek tabi ki. Söz konusu kadınlar olunca her şey mümkün.
- Kırmızılar sarılar pembeler klasik Almodovar renkleri, capcanlı görüntülerle birlikte güzel müzik, muhteşem ispanyolca ve yine her zamanki gibi Madrid... Daha ne olsun.
İzlediğim ikinci süper film ise The Big Lebowski. Bir Coen kardeşler filmi. Kendilerinin toplamda 3 filmini izledim, the Ladykillers'ı hiç sevmedim No country old man'e vuruldum, The Big Lebowski'ye aşık oldum. Çok komik, çok absürd, Steve Buscemi var:) İnanılmaz bir mizah, gerçekten ayakta alkışlamak lazım, sürekli bir gariplik, The Dude ayrı bir dünya, pasifist olmak ne demek tüm dünyaya göstermiş bir adam, sıradan ama bir çizgi film kahramanı gibi, anti-kahraman bir çizgi film kahramanı :) Walter zaten çok çok komik, bitirdi beni. Diyalogların garipliği, alakasızlığı, white Russian, sürekli küfür eden insanlar, baştan sona yaran halı geyiği... Çok eğlendim ben, yeniden izlemek istiyorum kesinlikle. Çok spoiler olacak ama en sevdiğim sahneyi anlatmam lazım.-Filmden sahne anlatmak-
-The dude polis karakolundadır, polis konuşur konuşur bişeyler söyler, the dude'a dönüp anladın mı gibisinde bir şey söyler dude da dönüp dinlemiyordum der muhteşem bir surat ifadesi ile, o sırada polis dude'un kafasına fincanı fırlatır, ben bu noktada gülmekten geberirim, hala gülüyorum zaten gözümün önüne geldikçe. Dude'un ağzından çıkan her cümle bombadır zaten bu karakol sahnesinde:)
6 Aralık 2008
Sleep.. it's the easiest thing to do*
We want it but we don't know how to get it.
I don't know why i came here?
Seviyorum Grey's Anatomy'i.
*
1 Aralık 2008
Yankı'nın Maymununa Benzedi Bu***
Ben seviyorum Daffy'i. Zaten ksıa bir süre önce blog aracılığı ile o zavallı gagası kopmasın diye hakkını arama girişiminde bulunmuştum. Gerçekte bu karakterde bi insanla arkadaş olamam ama daffy bir insan olmadığına göre çok büyük bir problem yok ortada. Esmer güzelim benim Daffy, kafasındaki üç tele aşığım, yirim. Ayrıca kendisi insan olsaydı bir ikizler burcu erkeği olup adamı deli edebilirdi ama illa ki vazgeçilmezdi, çilesi çekilirdi. Yine de insan olmasın o ördek güzeli olarak kalsın :D
Sponge Bob, gerçek olamayacak kadar süper bir yaratık. Mutlu, saf, garip, en yakın arkadaşı patrick yani daha ne olsun. Benim sarı şekerim olur kendisi, pek çapkınım her çiçeğe konarım:) Sarı şekerimi daha bi çok seviyorum, eğer insan olsaydı sponge bob onunla gerçek hayatta arkadaş olabilirdik mesela Daffy'nin aksine. Zaten kendisinin üzerimdeki etkisi o kadar büyükki gittim gerçekten Sponge Bob'a benzeyen bir adama aşık oldum. Ama gerçekten benziyor :P Mavi-sarı böyle bi şirin bi şirin:) Bence balık burcu olma olasılığı yüksek Süngerciğin ama bilemiyorum yükselene de bakabilir bu iş:D Bunun gerçek versiyonu akrep burcu mesela, ama yine de inanması zor. Utanınca tatlı olmak gibi özellikleri var bu süngerlerin, aman da pek sarı pek güzel.
Tazcığa geldi sıra. İlk aşkım olur kendisi. Kumralların en güzeli, çapkın bakışlı asabi sevgilim:) Gerçek hayatta tanışsak kesin ilk görüşte aşık olurdum o derece bir çekiciliği var bu arkadaşımızın da. Kendisi bir insan olsaydı akrep ya da koç burcu olurdu nitekim, çok üzerdi kızları, öyle peşine takar dolaştırırdı. Maymun iştahlı olup, ordan oraya atlardı. Buzdolabını tamamen yeme huyu biraz bezdirebilirdi bizleri ama buzdolapları kurban olsun ona, nedir ki yani bu karizmanın karşısında bir buzdolabı.
Evet geldik romantiklerin şahı, gerçek aşık sevdiği kadını dünyanın en mutlu insanı yapacak bir diğer esmer güzelimiz kokarcaya. Ben bu arkadaşı tamamen unutmuştum halbuki böyle bir romantik unutulur mu ayıp bana. Zaten adını da bilmiyorum, adı var mıydı hatırlamıyorum bile o yüzden sadece kokarca olarak anmak istiyorum kendisini. Tutkulu bir insan, şair ve şarkıcı, her şey. Gerçek hayatta benim böyle bir insana aşık olma durumum söz konusu olamaz çünkü bu kadar romantikliği bünyem kaldırmaz, yine de teorik olarak kendisini tebrik ediyor ve çevresindeki bağyanlara kolaylıklar diliyorum. Burcu hakkında ne desem yalan olur o sebeple yorum yapmak istemiyorum.Herkese mutlu günler ve geceler diliyorum, istek şarkılarınız için benburalardangidicem@saçmaladım.com adresine maillerinizi bekliyorum, bütün güzel şarkılar tüm sevenlere gidecektir. Aşklar, aşklarımız ve sevgi pıtırcıklarımız, tazlarımız ve süngerlerimiz için. Bu gece isteyin şarkıları ama özellikle bu gece. Çalmayan terbiyesiz olsun, hem de böyle romantik sözler söyliycem önce, sonra çalıcam valla billa.
Fonda çok alakasız olarak sürekli "Durma Öyle ve Kış Geliyor" çalıyor.
28 Kasım 2008
Saçma bir günün ardından saçma bir şeyler...
Benim Ü harflerim bay yengeç'e benziyor. O yüzden içinde çok fazla ü olan bi kelime yazdığımda hayattan kopup bay yengeçi düşünmeye başlıyorum. çok komik bir karakter ama tip olarak, patrickten bile komik bence.
Manevra çok komik bir kelimeymiş. Duydukça kopasım geliyor. Manevra ya ne biçim kelime bu :)
Kütüphanede 2 saat 15 dakika oturmayı başardığıma göre kütüphaneler oturulabilinen yerlermiş, bugün öğrendim bu işi. Bir de çok sıcak olmasa daha mutlu yerler olabilirlermiş. Bizim kampüsteki en azından. Bir de girişine kahve makinası koymuşlar, millet kütüphanenin önünü kafeye çeviriyor ama kütüphaneye girerken kahve kokusu duymak da her koşulda hoş bir yaşantı oluyormuş
Kampüste bir insanı aramanın, onu görebileceğine inanmanın çok ama çok gereksiz bir çaba olduğunu fark ettim. Öyle pis bir yer ki bu beytepe en aramadığın insan pıt diye burnunun dibinde bitiyor, görmek için beklediğin insan hiçbir yerde yok. Pis işte, pis pis pis.
Bazen insanların size bakıp acıdıklarını görmek daha da kötüsü sizi aslında hiç tanıyamadıklarını fark etmek çok üzücü oluyormuş. Bir süre üzüldükten sonra eh başlarım ben böyle işten de diyip sinirlenebiliyormuş insanoğlu.
Hiçbir zaman kendimi bir grubun parçası olarak görmeyeceğimi anladım. Kaçıncı kere yaşandı bu farkındalık bilmiyorum ama her seferinde üzüücü oluyor. Ben ait olamıyorum, hep bir yanım kopmak ve gitmek istiyor. Dışarıda kalan gibi hissediyorum her defasında. Tam bu sefer oldu derken yine olmuyor. Bu durum da bu blogun teması gibi bir şey oldu ama böyle işte. Sıkıcı suskun ve çok sıradan bir insanım ben tamam mı, grupların aradığı süper insan olamadım hiçbir zaman. Olmak da istemedim kendi sıkıcı dünyam onların dünyasından daha güzel geldi her seferinde.
Mavi gözlü çocuk beni sevmeyecek bunu anladım, hatta bundan emin gibi bir şeyim. Tersi olsa çok şaşıracaktım. Neyse ben yine hayatımın sözü haline getirdiğim death cab for cutie'nin çok güzel bir şarkısının çok güzel sözüyle devam edeyim "i know your heart belongs someone you've yet to meet, someday you will be loved" Gecenin bu saatinde de yavanlaş yavanlaşabildiğin kadar mottosuyla ilerliyorum fark ettiğiniz gibi, pek dürüstüm bu gece blog kardeş. Canım çok sıkkın aslında böyle neşeli bir üslup varmış gibi ortada ama yok öyle bir şey.
Tüm bunların üzerine gecenin bir yarısı eve gelip ağlama isteğimi bastırıp sonra da karşıt tepki geliştirerek gülmeye başladığımı fark ettiğimde savunma mekanizmları denen şeyin varlığına tüm varlığımla bir kez daha inandım. Freud büyük adammış, bunu yeni anlamadım ama tekrarlamak istiyorum.
Her şeyi geçtim geceyi sonlandırmak için ne yapıyoruz. Dave Matthews Band'i açıyoruz Itunnesdan. Crash into me, Crush ve Number 41 i arka arkaya dinliyoruz. Güzel müzik dinlemenin vermiş olduğu kısa süreli mutluluka uykuya doğru ilerliyoruz. Dave Matthews Band'in en kadar süper müzik yaptığını yeni keşfetmedim ama tam da bugün çok iyi geldiler bana bunu fark ettim. Bugün bana iyi gelen başka bir grup da Metallicaydı, yeni albümleri güzel. Tam bana göre. Müzik de olmasa halimiz pek bir iğrenç olacaktı galiba.
26 Kasım 2008
Yorgun*
*Alakasız başlıklardan tek kelimelik ve çoğunlukla sıfat olan başlıklara geçiş yaptım, bu da bir şeydir değil mi?
24 Kasım 2008
Zor
19 Kasım 2008
Tesla
Şimdi şu kitap burada olsaydı da okusaydık ne güzel olurdu değil mi?Radyoda da güzel güzel şarkılar çalıyor, yağmurlu havalarda radyoyu çok seviyorum ben, ayrıca kasvet en sevdiğim kelimeler sıralamasıda ilk 5e girer. Böyle bir listem yok ama yapsam kesin ilk 5te, evet ya ben sevdiğim kelimeler listesi yapmalıyım:)
Not: Ya ben yanlışlıkla geri dönüşüm kutusunu sildim, geri döndüremiyorum, hiçbir yerde de bulamıyorum, ben salak mıyım, nasıl oluyor da geri dönüşüm kutusunu silebiliyorum, ne biçim bir el sürçmesi bu, öff ya. Geri dönüşüm kutusunu nasıl boşaltacağım artık, teknolojiye gıcığım, tıkıyor bütün yollarımı:)
Yok ben harbiden salağım, Geri dönüşüm kutusunu sildim diye yok olacak zannediyorum ben ciddi salağım, kafam nerde benim ya, buldum kutucuğu ama nasıl buldum ben de bilmiyorum :)
18 Kasım 2008
All The Lonely People
All the lonely people, where do they all belong?
Ah bir bilsem ben bu soruların cevabını, öyle bir cevaplayacağım ki tüm merakları sileceğim kafalardan ama ben de bilmiyorum, nerden geliyor bu kadar yalnız insan, niye yalnızlar, neden böyle oluyor? Bilmiyorum ve ben de soruyorum kendimi bildiğimden beri. Neden böyle bu işler, neden neden neden... Ne kadar çok neden olursa o kadar anlamsızlaşıyor aslında, bir nedeni yoktur belki de, kabul etmek lazım. Yalnızız işte, yalnızım. . Bunca yalnız insanla birlikte savrulup gidiyoruz. Koca bir dünyaya atılmış ufacık anlamsız yaratıklar olmanın yalnızlığı bir yerde, bir de bu küçücük yaratıklar arasında kendine yer edinememenin, sığamamanın yalnızlığı başka yerde. Bir anlamda hepimiz yalnızız, öyle doğduk öyle öleceğiz. Bu hayatı yaşarken de ruhuna bir anlam arayıp, o anlamı da başka insanlarda bulmaya çalışıp, bulamadığını görünce yalnızlaşan, ne varsa ben de var ve ben de tek başımayım diyen insanlar, nerden geliyorsunuz, neredesiniz? Belki bulsak birbirimizi anlam bulabiliriz. Ancak ne yazık ki yalnız insanlar aramıyor diğer yalnızları ve bu döngü sonsuza ulaşıyor, biz biraz daha yalnızlaşıyoruz. Dünya küçülüyor, biz yalnızlaşıyoruz. Kayıp ruhlar kaybolmakla meşgulken yalnızlığa mahkum olmaya devam ediyorlar. İşin sonunda galiba neden diye sormak iyice saçma bir hal alıyor. Geliyorlar bir yerden, bir yere ait bile değiller belki. Savruluyorlar, kayboluyorlar. Niye, nasıl, hangi amaçla bilinmiyor?
Kafamdan geçenleri öylesine buraya yazmak çok hoşuma gidiyor, terapötik benim için neredeyse. İyileştirmeye yardım ediyor, iyileşmek??? Müzikle ve kelimelerle iyileşmek, bana iyi gelen kesinlikle bu. 2 güne bir iyileşmeye ihtiyaç duymasam ne güzel olacaktı. Şarkılar çok şey düşündürtüyor, mutlu ediyor bazen, bazen de boşlaştırıyor, düşünemez hale getiriyor insanı. Tesadüfleri de seviyorlar. Bir anda en olmadık yerlerde fon müziği oluveriyorlar. Beni iyileştiriyorlar.
15 Kasım 2008
Mutlu Yazı
Ne çok rüya görüyorum ben, hatırlıyorum üstelik ayrıntılarına kadar, sonra da son günlerimin en mühim insanı Freud olduğu için kendi kendime rüyalarımda anlamlar arıyorum, onun yolundan gidiyorum. Aslında yalan söylüyorum son günlerimin en mühim insanı Freud değil, ikinci en mühim insanı olabilir belki. Mutluyum ben, sırıtıp duruyorum, konuşup duruyorum, hayaller kuruyorum durmaksızın. İçimde hep bir müzik, bateriler çalıyor fonda, Jim Morrison şarkı söylüyor kulaklarıma. Neşe hissedilen bir şeymiş, tüm bunların üstüne bir de Moondance dinliyorum, kalkıp dans edeceğim nerdeyse. Kendimi yine bir filmin içindeymiş gibi hissediyorum, mutlu bir film hani şu mutlu bitenlerden "the end" yazısı göründüğünde sırıttığımız filmler. Ne güzle filmlerdir onlar, mutlu bir şarkı çalar isimler akıp giderken. Fotoğraf çekme isteği var içimde. Mutluyum.
8 Kasım 2008
Yeşil Çay Bağlantısı
Bu maç için 3 olasılık var demek gibi oldu ama, ben bugün yeşil çay içerken bunları düşünüyordum. Kafamda kalmasın, çok anlamsız olsa da boşluğa doğru yola çıksın. Zaten bu sıralar büyük ifade güçlükleri yaşıyorum, kelime bulutları arasında kaybolup cümle kuramıyorum, sorulan sorulara uzun boşluklarla cevap verebiliyorum. Kafamın içini temizlemem lazım sanırım bunun için blogtan daha iyi bir yer bulamam.
Yazının ilk cümlesine de mesela ile başlanmaz ama ne yapayım...
6 Kasım 2008
Şu anda yorgunum ve söyleniyorum blog
Yaklaşık bir saat önce içtiğim kahvenin etkileri hala üzerimde. Nasıl sert bir kahve yapmışlarsa artık, içim kıpır kıpır. Garip bir mani hali var üzerimde,bir yandan da midem bulanıyor, o kadar kahve içmeme rağmen hala başım ağrıyabiliyor, çok acayip mutlu bir insanım ben, kafamı duvara vurmak istememi saymazsak.
Annem evde olmadığı için yemek yiyemiyorum, çünkü yemeği ısıtmaya üşeniyorum. Annemin her zaman ve her koşulda söylenmeden bana yemek ısıtmasına sonra onu tabağa koyup beni çağırmasına bayılıyorum. Sorsalar bana bu hayatta en sevdiğin şey nedir diye, cevap olarak bunu verebilirim, şu an için en azından açlığın verdiği gazla.
Tam şu anda Bireysel Ayrılıklar dersime çalışıyor olmam lazımdı. Notların içinde kaybolup, ne demek istemiş bu adamlar acaba diye düşünüyor olmam gerekirdi ancak hem açlık, hem baş ağrısı hem hapşırık neticesyle oluşan bacak ağrısını üstüste koyunca bu bünye ders notu görürse kafasını duvara vurma isteği artabilir.
Kollarımın da nasıl ağrıdığından söz etmedim değil mi? Öğlen taşıdığım kağıt yığınları yüzünden bu hale geldim, yetmezmiş gibi 9. sınıf insanların bitmek tükenmek bilmeyen sorularıyla bir ders boyunca uğraşmak zorunda kaldım, allahtan hepsi çok şirinlerdi de sinirlerim bozulmadı, ama çok yoruldum be blog.
Şu anda eve geldiğimde masanın üzerinde duran ayıklanmış narımı yiyiyorum, annemi seviyorum ya, narı ayıklayıp masanın üzerine koymuş.
Çok yorgunum, öldüm bittim, pis kokuyorum şu anda. Benicalin çözemeyeceği dertlerin pençesine düştüm galiba.
Neyse napıyım, gidip yemek ısıtayım bari, çok üşeniyorum öffff.
5 Kasım 2008
İsyanım Var!
Daffy Duckla Bugs Bunny'nin birlikte olduğu bölümleri çok severim ben. 2 karakter ancak bu kadar uyumlu olabilir, ikisi de fesat, ikisi de kurnaz ama birazcık zeka farkı var aralarında o yüzden Bugs Bunny hep alt eder Daffy'yi.Daffy Duck da her zaman gıcık olarak gösterilmeye çalışılır ama Bugs Bunny'nin gıcıklıkta Daffy'den arta kalır yanı yoktur, tek üstünlüğü pratik zekasıdır bence buna rağmen her zaman Bugs kazanır, Daffy zavallımın gagası kopar, ezilir büzülür. Neden yani, isyanım var bu noktada. Daffy Duck da kazansın, son gülen olsun bir sefer de. Ukala ve bencil olabilir ama Bugs Bunny de öyle. Hem şimdi burda Bugs Bunny daha zeki dediysem Daffy de aptal değildir yani, onun yaptığı gibi komplike hain planları kim yapabilir, söyleyin bana. Ama Daffy için sonuç hep ya ördek çorbası ya da fırında ördek.Looney Tunes'a isyanımdır; biraz da coyote, daffy duck, slyvester kazansın. O tweety denen manyak hayvanı mideye indirsin slyvester geri çıkarmamak üzere, road runner denen gıcık yaratığı uçurumdan aşağı atsın coyote, üzerine de kocaman kaya fırlatsın, bir kere Daffy Duck Bugs Bunnyden tavşan çorbası yapsın.

Tam şu anda uzun süredir Spoonge bobtan başka çizgi film izlemediğimi fark ettim, içim acıdı. Sadece benim suçum değil herhangi bir kanalda tazı veya başka looney tunes çizgi filmlerini, jetgiller veya taş devrini gösteriyorlar mı bilmiyorum, hiç rastlamadım . Ben onları seviyorum, belki birazcık da Tom ve Jerry'i. Ama yeni çizgifilm kanallarında bunların hiçbiri gösterilmiyor. Hep garip senaryoları olan, uzun ve ciddi çizgi filmler var. Işınlar saçan yaratıklar ya da ne idiğü belirsiz hayvanlar barındırıyorlar.
1 Kasım 2008
Eşya
31 Ekim 2008
Mustafa ve Üç Maymun
“Mustafa Kemaller de insandır” Hatırlanmak isterler bazen, gece ışıksız bir odada uykuya dalmak onlar için de zordur belki ve onlar da her insan gibi kaçıp gitmek özlemi duyarlar içten içe, biraz huzura muhtaçtırlar ve yalnızlığın ortasında küçük bir kulübede yaşamak isteyebilirler.Benim için Mustafa filminin özetidir bu. Atatürk’ü putlaştırmış, sanki çok başka bir dünyadan gelmiş bir süper kahraman gibi görmüş, insani zayıflıkları, kırgınlıkları, korkuları olmayan kocaman bir dev zannetmiş insanların hayal kırklığına uğramasını anlayabiliyorum. Ama şu bir gerçek ki Atatürk’ü bir nevi peygamber-üstün güçleri olan bir insan gibi anlatmanın kimseye faydası yok ve eminim kendisi de bunu istemezdi. Çünkü o,dogmalara, kalıpyargılara, temellendirilmemiş inançlara, gökten inmiş mucizelere karşıydı Eğer biz Mustafa Kemal’in bu ülke için yaptıklarını anlamak istiyorsak onun insani iç çekişmelerini, çabasını, yorgunluğunu ve yalnızlığını görmek bize bakış açısı kazandırır.Belki biraz olsun empatik bakabilmemizi sağlar. Bunu yapmaya çalıştığı için de Can Dündar’a teşekkür etmek lazım. Böyle ağzı olanın konuştuğu ve konuşurken sadece saldırmayı, yermeyi amaç edinen insanların çokça yaşadığı bir ülkede attığı bu cesur adımın takdir edilmesi gerekir. Atatürk’ün yalnızlığını, unutulma korkusunu, arkadaşlarıyla,kadınlarla ve annesiyle olan ilişkisini, devrim ve dinle ilgili fikirlerini aynı film içinde görmek beni mutlu etti. Birçok kişinin aksine ben canlandırmaları ve efektleri de sevdim. Filmin genel havasından mıdır bilmem beni rahatsız eden hiçbir görüntü yoktu zaten bir belgesel izleyeceğimi bilerek girdiğim için o salona, gördüklerim beni şaşırtmadı. Birkaç yerdeki kopukluk dışında çok ayarında işleyen güzel bir kurgusu vardı. Daha önce hiç görmediğim fotoğraflar, görüntüler ve güzel müziklerle birlikte de çok tatlı bir hava yakalamıştı Can Dündar. Salondan çok memnum ayrıldım anlayacağınız, Sarı Zeybekle çok ağlatmıştı beni, bugün bir kez daha ağlattı.
Gelelim 3 Maymun'a.Nuri Bilge Ceylan sinemasına aşina olduktan sonra heyecanla beklememek elde değildi bu filmi. Beklediğime de değdi, çok iyi bir iş çıkarmış Nuri Bilge Ceylan. Kendisi kalbimde çok büyük yerin sahibi şimdiden. Fotoğrafçı olması dolasıyla insanları ve mekanları görüş ve anlatış şekli beni gerçekten çok etkiliyor. Ayrıca insan ilişkileri üzerine yaptığı çıkarsamalar ve bunları diyaloglar ve görüntülerle çok duru ama çok keskin bir şekilde yansıtması,bunu yaparken de her türlü abartmadan kaçınması kalbimdeki yerini giderek büyütüyor. Bunun yanında her filminde bizleri ayrıntı manyağı yapmasıyla, filmleri daha dikkatli izlememiz, sembolleri görmemiz ve yorumlamamız için bizleri zorlamasıyla sinema seyircisini en çok çalıştıran yönetmenlerden birdir benim nazarımda. (beni zorluyor en azından) Üç Maymun benim için doyurucu bir sinema deneyimiydi. Doğru kelimeyi ararken bulduğum "doyurucu" sözcüğü, film hakkındaki görüşlerimi özetliyor bir bakıma. Yine bir görüntü ziyafeti sunuyor bize, doymamak elde değil; filmin rengi, dokusu, karakterleri ve bu karakterler arasındaki ilişki yine inanılmaz ayrıntılı düşünülmüş ve işlenmişti. Aynı aile içinde yaşayan insanların bile birbirlerinden ne kadar kopuk olduklarını, insanlar ne kadar uğraşırsa uğraşsın anlatabileceği şeylerin bir sınırla çevrelendiğini ve bu durumun doğal olarak bizleri iletişimsizliğe itişini, yalnızlığın ve umutsuzluğun peşimizi asla bırakmayacağını, hayatın çok ironik bir varoluşsal döngüden ibaret olduğunu, ne yaparsak yapalım bu düzenden kendi çabamızla kurtulmayacağımızı bazen esprili bazen de çok hüzünlü ve karamsar bir şekilde anlatıyordu. Ya da belki ben bunları anladım, Nbc çok başka bir şey de anlatmak istiyor olabilir ama ne de olsa karşıdakinin anlayacağı kadardır anlatabilcekleri. Ben filmleri kendi penceremden değerlendirmek istediğim için çoğu zaman yönetmenlerin ne düşündüğünü bilmemek daha çok hoşuma gider. Ama Nbc filmlerinde değişmeyen ve benim her zaman hissettiğim duygular hüzün, karamsarlık ve yalnızlık. 3 Maymun için de değişmedi bu hissiyat. Hayatımda kendime en yakın hissettiğim temalar hüzün ve yalnızlık olduğu için bu kadar çok sevdim belki de, bilmiyorum dediğim gibi ben filmleri çok ama çok öznel değerlendiriyorum. Filmde tek beğenmediğim nokta bazı yerlerde dublajın çok kötü kullanılmış olması. Bilerek mi yaptı bunu bilmiyorum ama Hatice Aslan'ın sesinde bir gariplik vardı, bazı yerlerde gerçekten rahatsız edici boyutlara ulaşıyordu. 30 Ekim 2008
Icq Yenilince Ben De Yenilmiş Sayıldım!
Eski internet alışkanlıklarıma bir göz attım da bugün (düşündüm manasında, böyle bir rüzgar esti gözümün önünden, o günler şöyle bir geldi geçti), ne kadar da azlarmış.(anneme sorsan bilgisayarın başından hiç kalkmıyordum). 2000 yılında ilk defa bilgisayarım olmuştu ve o zamanlar internet için yanıp tutuşuyordum, buna rağmen aslında hiçbir şey yapmıyormuşum. O günlerden aklımda kalan birkaç forum, unutulmuş birkaç net arkadaşı, saçma sapan chat odaları, oyun siteleri ve hepsinden ayrı bir yeri olan icq. Ben en çok icqyu severdim, çok güzel muhabbetler olurdu icq da ve hep çok eğlenceli gelirdi bağlanma sesi. İnternet bağlanama sesinden sonra bilgisayardan çıkan en güzel sesti benim için. İyi insanlar tanımıştım icq üzerinden.(hoş sorsan şimdi hatırlamıyorum doğru dürüst ama o dönem için iyi gelmişlerdi) Icq bitince internet benim gözümdeki değerini iyice kaybetti, msni sevmiyorum ben, icqdaki gibi tatlı sohbetler olmuyor, yavan bir iletişme aracından başka bir şey değil o yüzden msn. Sadece msn değil tüm internet alemi gün geçtikçe daha sııkıcı bir yer haline geliyor, ya da ben daha sıkıcı bir insan halini alıyorum, bilmiyorum. (bilmiyorumla biten cümleleri seviyorum, parantezle biten cümlelerin hastasyım)
28 Ekim 2008
!
19 Ekim 2008
.
-Ruh ne peki, nasıl bir şey?
-İçindeki sen işte, derinin altındaki sen, ya da onun gibi bir şey
-Anlat bana nasılmış bu ruh, neye benzermiş
-Bilmiyorum işte, ruh deme adına da başka bir şey de, nasıl istersen, nasıl hissediyorsan.
-Bir şey hissetmiyorum ki ben nasıl anlayayım ruh neymiş, hangi renk uygunmuş,var mıymış yok muymuş.
-Her şeyin kesin ve net bir açıklaması olmak zorunda mı yani,neye benzediğini bilsen rahatlayacak mıydın?
-Peki sen hiç görmediğin, varolup olmadığından emin olmadığın bir şey hakkında nasıl bu kadar rahat konuşabiliyorsun?
-Ben böyleyim, bilmiyor musun, istediğimi söylerim, hem sana ne zararı var yani. Sen konuşmuyorsun diye ben de mi susmalıyım?
-Susmanın iyi bir şey olduğunu hep söylerim, saçma sapan şeyler söyleceğine arada bir susmanı yeğlerim.
-Dedim ya ben buyum, sen de osun, kabullenmeyi öğrenemediğimiz sürece bu konuşmanın hiçbir anlamı yok. Bir daha söylüyorum, iyi dinle; ruhum griyi seviyor, gördün mü bak işin içinde sevgi bile var bu sefer, ama sakın sorma bana sevgi nedir, neye benzer.
-Sorsam istediğim cevabı veremeyeceksin ki,bilmiyorum diyip duracaksın, hissedeceksin ama anlatamayacaksın, o yüzden sormuyorum artık sana bir şey, susuyorum.
-Sus bakalım, ben konuşacağım galiba...
16 Ekim 2008
Yazası Gelen İnsan: Ortada Kuyu Var Yandan Geç*
Madem yazasım var, son zamanlarda okuduğum kitaplardan da bahsedeyim. 4 kitabı aynı anda okumaya çalışıyorum şu sıralar, daha önce hiç böyle bir şey yapmamıştım ama çok da zor değilmiş. "Yeraltından Notlar"a başladım, henüz çok başındayım. Gözlem görüşme derslerinden sonra haftada bir kez okuduğum Irvin Yalom kitabı "Bağışlanan Terapi" var yine başka bir Irvin Yalom kitabı(yeni kitabı) "Güneşe Bakmak, Ölümle Yüzleşmek" var, bir de acayip hızlı bir giriş yaptığım ama sonra yavaşladığım "Tutunamayanlar" var. Okuyorum işte yavaş yavaş, acelem yok. Okuduğum kitaplardan bahsetmişken izlediğim filmlerden de bahsedeyim biraz:
"İklimler"'i izledim acayip beğendim, sırada Mayıs Sıkıntısı var, vizyona girince de Üç Maymun'u izleyeceğim, heyecan yaptım. Ayrıca "Mustafa" için de acayip heyecan yaptım, fragmanını ne zaman görsem tüylerim diken diken oluyor, müzikleri çok muhteşem olmuşa benziyor. Goran Bregoviç'i seviyorum, her ne kadar kendisinin konserinden elimde olmayan nedenlerle yarıda çıkmış olsam da bi dahaki konserinde asla böyle bir şey olmayacak. Can Dündarla birlikte Ntv'de bir programa konuk olmuştu, ben o programı izlerken Can Dündar'ın ne kadar doğru bir karar vermiş olduğunu anladım, Balkan ezgileri ne kadar güzel, Atamıza da ne çok yakışacak. Neyse ben başka ne izledim son zamanlarda? Hımmm. Righteous Kill'i izledim. Üstadları beyazperdede yanyana görmek büyük bir olaydı ama onun dışında filmin aman aman bi yanı yoktu. Benim için tek esprisi bu sinema tanrılarını birlikte görebilmek ve tüm mimiklerine kadar incelemek oldu. Yaşlandıklarını biliyorum ama hiç ölmesinler istiyorum, sonsuza kadar yaşasınlar istiyorum,ben öleyim onlar yaşasınlar, o derece yani. Sonracığıma "Dead Man'" izledim, inanılmaz beğendim, benim sinema anlayışımın üzerine cuk diye oturan bir film gerçekten, görsellik konusunda inanılmaz şeyler var, ayrıca hikayesi ve mizahı muhteşem. Johnny Depp oyunculukta muhteşem, favori filmlerim arasına girdi kısacası. Bunun üzerine bir de Coffee and Cigarettes aldım, hepsini izlemedim, bölüm bölüm izliyorum hepsini bir seferde tüketmiyorum. Sinemaya gitme fırsatım olursa Tropic Thunder'ı izleyeceğim, çok komik olduğunu duydum ayrıca Robert Downey Jr. nasıl oynamış çok merak ediyorum :)
9 Ekim 2008
Midye Günü
6 Ekim 2008
Kırılgan olmak.
"Sensitivity isn't being wimpy. It's about being so painfully aware that a flea landing on a dog is like a sonic boom. "
Kırılgan olmak? Ne demek bu?
Bazı olaylar karşısında derinden sarsılan insanlar kırılgandır, bahsettiğim olaylar öyle inanılmaz büyük şeyler değil, herhangi bir şey, bir kedi sekerek yürüyor diye ya da tanımadığı bir insan ağlıyor diye üzülen insanlar kırılgandır. Bunu açıklamak hala zor, nasıl hissettirdiğini sormak lazım insanlara, onların hislerini duymak gerek, ben de açıklayamaıyorum bu duyguyu olması gerektiği gibi, oysa insan yazarken yapabilmeli bunu, duygularını tanımlayabilmeli ve sunabilmeli, ama ben duyguları anlatmaya çalışırken benzetme bulmak konusunda hep yetersiz oldum. Bu hisse yakıştırdığm kelime ise kırılganlık oldu, durup dururken aklımda birden canlanan kelime buydu. Uzun uzun tanımlayamasam da bazı kelimeler çok güçlü, anlamını, işitildiği anda karşı tarafa hissettiriyor.
Bir insana kırılmak-küsmek değil burada kast edilen, üzülmek belki, olayların üzücü yanlarını görebilmek, her şeydeki yalnızlığı ve yitmişliği görebilmek. Hayatın birçok anlamda bir pazar öğleden sonrası sıkıntısı gibi olması ve bazı insanların ne yazık ki bunun farkında olması ve sırf bu yüzden acı çekmek, dünya için yapılabilecek bir şey kalmadığını görüp, ümitsizce çabalamaya devam etmek; kırılganlık. Ve bu bir lanet, üzgünüm bunu söylediğim için ama bu gerçek bir lanet. Bence bir insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden biri. Bu dünyada yaşamayı imkansız kılıyor, hayatı sekteye uğartıyor, sürekli nemli gözlerle dolaşmaya ya da somurtmaya neden oluyor.
4 Ekim 2008
2 Ekim 2008
Farkındalık
Fonda çalan: Roy Orbison- Dream
28 Eylül 2008
Casusluk Kariyeri İçin İlk Adım
26 Eylül 2008
Yağmurlu Akşam
24 Eylül 2008
--------------- ******* ---------------
Bugün alışverişe gittim, üstüme başıma bir şeyler alayım diye, ama hiçbir şey bulamadım. Ya tüm giyim markaları zevksizleşti ya da ben. Hiç mi bir şey beğenemez insan, mağazalarda kızlar ellerinde bir sürü şey heyecanlı heyecanlı alışveriş yapıyorlar, deniyorlar, alıyorlar, bense sadece bakıyorum ve tiksiniyorum. Sanırım paramı bu çaputlara vericeğime 2 dvd 2 kitap alırım en azından bir işe yarar düşüncesiyle gezince mağazalarda, bir şey beğenemiyor insan. Ancak gerçekten başka bir isyanım daha var ki iki gıdımlık bez parçaları bile ne kadar pahalı olmuş arkadaş, kazaklara filan zaten yaklaşılmıyor. 2 kazak 2 gömlek alsa insan ayın yarısı aç oturmak zorunda kalabilir. Ya da ben harbiden parama kıyamıyorum, anlamadım gitti. Şimdilik eskilerle idare edeceğim gibi duruyor, ilerleyen günlerde yeni bir şeyler almayı tekrardan deniyebilirim.
How I Met Your Mother süper döndü, 3 kere izledim ama doymadım, artık 2. bölüm gelene kadar izlenme sayısı 10a falan çıkar:) Bu yıl da Emmylerde Neil Patrick Harris'e ödül vermedikleri için sinirliyim, hem de çok sinirliyim, zaten Hugh Laurie'ye de ödül vermediler ayıp bir şey yani artık.
22 Eylül 2008
How I Met Your Mother Üzerine Tahminler, Beklentiler, İstekler ve Heyecan*
Malumunuz dünyanın en güzel televizyon dizisi How I Met Your Mother'ın 4. sezonu bugün başlıyor ya ben de bir HIMYM yazısı yazayım dedim, blogum şenlensin, güzelleşsin. 3.sezonda neler oldu 4. sezonda neler olacak çerçevesi etrafında bir şeyler karalamak istiyorum.
Gelelim Victoria olayına; bu sezon Victoriayı görmek beni şaşırtmayacaktır hatta Stella-Ted ayrılığının nedeni olabilieceğini bile düşünüyorum Victoria'nın gelişinin.Belki de hiç gelmez Victoria ama tedmosbyisnotajerk.com diye bir site açtığından mütevellit kendisinin yakışıklı mimarımızı unutmadığını varsayıyorum. Bu sezon olabilecek en kötü şey ise Marshall ve Lilly'nin taşınmaları olur. Eğer yamuk apartmanlarına taşınırlarsa o dinamik bozulur gibime geliyor ki bence senaristler bunu düşünüp ev işini ertelemek için ellerinden geleni yapacaklardır. Ayrıca evli çiftimiz bir bebek sahibi olurlarsa da yanlış olur gibi görünüyor, bu şekilde korumaları lazım olayı, çünkü himym arkadaşlık çerçevesinde dönen bir dizi durup dururken bir aile sitcomuna çevirmenin alemi yok. Bu kadro ve işleyiş bozulmasın. Yeni sezonda da dizide konuk oyuncular görecekmişiz, Stella'nın kardeşini görcekmişiz mesela, yine aralarda meşhur isimlerle süslerler gibime geliyor. Bu güzelim diziyi Britney Spears konuk oldu diye izleyen bir sürü insan olmuştu geçen yıl, onun olduğu bölümlerin oldukça yüksek reyting alması beni çok sinirlendirmişti ama napalım. Dizi yayından kalkmasında ne kadar yavan insan varsa bir görünsün,razıyım yani. Güzel bir dördüncü sezon olsun, -tersi pek mümkün değil aslında söz konusu How I Met Your Mother olunca.- Heyecan yaptım, oturdum makale gibi HIMYM yazısı yazdım. Anca yarın akşam izleyebileceğim, saatleri sayıyorum anlayacağınız.19 Eylül 2008
Başlangıçlar heyecanlı oldu bu sefer.
*The Verve
**Iron & Wine
***Alanis Morissette
13 Eylül 2008
I Want To Change The World Instead I Sleep*
Ingrid Michaelson- Keep Breathing
8 Eylül 2008
"Life should sparkle and rush, burn with fire, hot like melting steel, like freeze-burn from a comet. Be seriously involved with growing, with your own development, and never fear. Be the kind of person who is naturally powerful, positive, ingenious, open, to the highest degree, but with no interest in coersion or pressure or power over other people. That kind of power is hollow. It contains nothing and brings you nothing in the long run. BE THE BEST. NO NEGATIVITY, NO WEAKNESS, NO ACQUIESCENCE TO FEAR OR DISASTER, NO ERRORS OF IGNORANCE, NO EVASION FROM REALITY. "
4 Eylül 2008
Gregory House Benim Ol!!!
Bugün yeni bağımlılığımdan bahsedeyim istedim biraz. Bendeniz yine kendim için tüm uygun koşulları yaratarak bir dizinin daha bağımlısı olmuş bulunmaktayım. Ne olacak benim halim bilmiyorum, iyi bir izleyici olmanın acılarını çekiyorum.Tüm süpergüçlerim içinde bahsedilmeye en değer olan seyretmek-izlemek (ki bu ikisi farklı şeylerdir) eylemlerinin ikisinde de çok ama çok başarılı olduğum ve sevdiğim şeyleri aşırı sahiplenmek gibi bir başka süper gücüm de olduğu için, işte böyle diziler olsun efenime söyleyeyim filmler olsun,tv programları olsun hatta ve hatta gerçek hayattan insanlar olsun bağlanırım ben, severim vesaire. Bir de asıl yazmak istediğim şeye bir giriş yapabilsem dünyada yaşayan en mükemmel insan olabileceğimi hissediyorum, pardon ikinci en mükemmel çünkü birincinin barney stinson olduğunu herkes biliyor, onunla herhangi bir yarış içine girmeyi hiç mi hiç istemiyorum. Neyse bu uzun ve gereksiz girizgahtan sonra söylemek istediğim ilk şey Gregory House benim ol! evet çok yavan bir cümle kurduğumun farkındayım ancak hislerimi laf salatası yapmadan kısaca özetlemek istedim. (peh:))1 Eylül 2008
Bir Karmaşa Var Ortada.
Sen öyle tüm yaşıtlarından erken konuş, kelimeleri öğren, adidas toşın bilem de (reklamlar sağolsun) ama dandik iki kelimeyi şu yaşına kadar ayırama, çok ayıp çok. Aslında çocukluğumdaki çok konuşma, ukalalık yapma, herkese laf yetiştirme, her şeyi biliyormuş edasıyla millete ders verme huylarımdan çoktan vazgeçtim, artık gerekli olmadıkça konuşmuyorum neredeyse, ukalalık denen şey bünyemden tamamen silindi, sadece yalnızken kendime yapıyorum ukalalıklarımı, insanlara laf anlatmaya çalışma isteğimi çok çok uzun zaman önce kaybettim, hayat işte yoruyor insanı , cırcır konuşup aile bireylerinin kafasını bile ütülemiyorum artık, çok nadir,kardeşimle bile kavga etmiyorum, artık reklamları izleyip taklit de yapmıyorum, ancak ne yazık ki hala ve hala bu kelimeleri karıştıyorum, büyüyünce geçseydi bari bunlar da. Portakala "porkatal" diyen kardeşimle ve kovboya "koyboy" diyen komşu çocuğuyla yıllarca dalga geçtiğim için lanetlendim belki de:)
26 Ağustos 2008
Welcome To A World Without Rules!
The Dark Knight'ı izledim bugün nihayet. Filmle ilgili sadece 3 şey söyleyeceğim: Belki çok az spoiler içeriyordur, uyarayım önceden,çok çok az ama...Birincisi; bu filmin olayı Jokerdir, inanılmaz bir performans Heath Ledger'dan, keşke bu performansını tüm dünyayla birlikte izleyip övgüleri duyabilseydi, Ben de onun bu son ve çok görkemli performansına tutundum her saniyesinin çok değerli anlar olduğunu bilerek izledim, filmden çıktığımda büyük bir hüzün kapladı içimi, onu bir daha beyazperdede göremeyecek olmak, bunun gerçekten bilincine varmak çok üzdü beni,
İkincisi ;Joker dışında abartıldığı kadar yokmuş film, kötü değil kesinlikle ama ben herhalde çok daha farklı bir şey bekliyormuşum, çok da farklı bir şey sunmuyor The Dark Knight bence.
Üçüncüsü; tüm süper kahramanların yüksek binalardan düşen bir sevgilileri-sevdikleri oluyor bu değişmez bir şey. Eğer süperkahraman olmak istiyorsan binalardan düşen bir kız bulman gerekir mesajı var galba.(Bu pek The Dark Knightla ilgili olmadı, daha genel baktım olaya:)) Ayrıca bu filmde gerçek bir felsefesi olan tek adam da Joker, Batman de diğerleri de oldukça yavan, zaten Batman'i hiçbir zaman sevememişimdir, kendine ait tek bir süper gücü bile olmayan süper kahraman mı olur, olmaz. Olay o zaten, o da adamda yok, bitirdim, bu kadardı.
Why So Serious?
25 Ağustos 2008
Yemek Yapan Bir Ben
İçinde domates ve domates sosu olan her türlü yemekte muhteşem tadı tutturacağıma inanıyorum artık, çok gizli bir tarifim var. Ayrıca domastes soslu makarnada bir italyanlar, iki ben yani o derece iyiyim ve kendimi o kadar beğenmişim ki burada yaptığım makarnanın güzelliğinden bahsediyorum. İşte ben bir şeyi yaptım mı böyle süper yaparım (yalan). Makarna zaten eskiden de iyi olduğum bir alandı ancak etli yemekler dünyasına adımımı atmış bulunuyorum, hayırlı olsun.
21 Ağustos 2008
Tatil Yazıları 3: Veda Gibi Bir Şey
18 Ağustos 2008
Tatil Yazıları 2:Semizotu,Oltadaki Balıklar ve Deniz
Hiç değişmeyen şeyleri nasıl sevdiğimden bahsetmemişimdir ben, ama öyledir; tadı aynı kalan, zaman geçse bile aynı hissettiren şeyleri çok severim, zaman makinesi görevi görürler benim için. Burası benim zaman makinem, benim çocukluğum, benim kafamın ikiye bölündüğü yer, deniz kokusu ve içinde huzur barındırmayan mutluluğum, bazen de en güzelinden hüznüm. Bir an için yaşamayı seviyorum diye geçirdim içimden, sonrası belirsiz… Güzel bir şarkı başladı bunları yazarken ve canım bir kahve yapıp balondan dışarı-denize doğru- bomboş bakmak çekti, hiçbir şey yapılmayan ama çok doğru hissettiren o anları ne kadar özlediğimi fark ettim. Uzun zamandır olmadığım kadar rahatlamış hissediyorum, sanki hiçbir şeyin sonu yokmuş gibi geliyor, denize doğru kayıyor gözlerim, bu dalga sesleriyle uyusam ve sonsuzda uyansam diye geçiriyorum aklımdan bir saniyeliğine, hayatta tek problemim okeyde bitememek olsa diye düşünüyorum, sonra hemen vazgeçiyorum, ben yaşayamam ki problemsiz, zorlamalardan ve hayatın türlü saçmalıklarından uzak. Tatil burası adı üstünde, bir süre için iyi hissettirmesi daha sonra da terk edilmesi gereken şeydir tatil.
14.07.08
